T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 19 ŞUBAT 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Kralın çıplak olduğunu görüp de söylememek...

Utanmak, hayâ etmek, edeb duymak, ar etmek, iffetli olmak, bilmeli ki duyuların ve dahi basit duyguların (doğa'nın) eseri değildir. Çünkü hiçbir hayvan utanmaz, hayâ etmez. İffet'in hayvanlar âleminde ne yeri vardır, ne de anlamı!

Salt akl'a gelince, akl-ı mücerred'in tek başına utanma-hayâ etme yetisi yoktur. Kendi kendine bırakılsa, akıl iffetli olmaya ihtiyaç duymaz. Nitekim Mantık ve Matematik bilimleri -özleri gereği- hazret-i insan'a ('insanlık' mertebesine) has eylemleri nazar-ı itibara almaktan uzak kaldıkları için, bu bilimlerin, varoldukları sürece iffet'le tanışmaları bir türlü mümkün olmamıştır; olamazdı da zâten.

Biz "2+2=5"i (=sayımı) değil, "2+2=5" diyeni (=sayanı) ayıplarız; zira "2+2=5" ayıp değildir, yanlıştır.

Demek ki doğruların-yanlışların dünyasında ayıba yer yoktur! O halde utanmaya da gerek yoktur!

Akıl da utanmıyor, duyular da... Akıldan yoksun olanlar, meselâ deliler, çocuklar ve kediler nasıl ki utanmazlarsa/utanamazlarsa ve bu nedenle hukuken mükellef, yani eylemlerinin sonuçlarından mesul değillerse, mahiyetleri itibariyle sırf aklın yasalarına uymak zorunda olanlar da (meselâ bilgisayarlar) utanmak nedir bilmezler, bilemezler.

Hâl bu ise, utancı ortaya çıkaran nedir?

Utanç, bakılırsa görülür, ancak kendisinde akıl ile duyuların birleştiği Hz. İnsan'da ortaya çıkar. Evet, ancak Hz. İnsan utanır, utanabilir, utanmayı bir tek o bilir. [Bu gözlemi, klasik Psikoloji'nin terimleriyle tanımlamak isteseydim şöyle derdim: Ancak 1) Kuvve-i nutkiye, 2) Kuvve-i şeheviye, 3) Kuvve-i gazabiye'den mürekkeb hayvan-ı nâtık (nefs-i insanî) ar ve hayâ eder. İffet, bir tek Hz İnsan'ın şânındandır çünkü.]

"Edeb ya HU!" (Utanma duygusundan bizi mahrum etme yâ Rabbî!) demekle mükellef olan Hz. İnsan'ın, utanma yetisini kaybetmekle, ar ve hayâ etmekten uzaklaşmakla sade 'hayvanlık' mertebesine indiği sanılmasın. O, bu hâliyle hayvanlardan daha da aşağıya inmektedir; zira varlığı yokluğa dönüştürmekten çekinmemektir.

Bilinen bir hikâyedir: Hani Kral'ın çıplak olduğunu kimse söylemeye cesaret edememiş de en sonunda küçük bir çocuk görüp de "Aaa, Kral çıplak!" deyince, sözümona o kitlesel yanılsamanın bütün büyüsü birdenbire bozuluvermiş... Güya yetişkinler, böylesi bir masumiyetten/saflıktan uzak olmaları sebebiyle gerçeği dile getirmekten çekinmişler de çocuklar küçük (!) hesaplar yapmak yerine -saflıklarından- büyüklerine ayna tutmuşlar...

Hikâye, o bilinen anlamıyla çocuksu masumiyeti övüyor görünüyor: Doğrudur, çocuklar saf olurlar. Öyle ki "Haberi çocuktan al!" kurnazlığına geçerlilik kazandıracak denli tehlikeli bir saflıktır bu! Hem de çok acımasız bir saflık! Çünkü çocuklar, çıkar hesabı yapmadıklarından ötürü, gerçeği dile getirmenin de bir sorumluluğu olabileceğini düşünemezler; sadece tanık olabildikleri kadarıyla gerçeği dile getirmektir onların görevi.

Peki sonra?

Çocuklar açısından bir 'sonra' yoktur. Sorumluluğunu üstlenmedikleri, bedelini hesap etmedikleri, çoğu zaman alaycı ve acımasız bir dile getiriştir onlarınki!

Düşünmeli değil mi, çocuklar özürlülerin özrünü söylemekten niçin çekinmezler acaba? Özellikle kendi yaşıtlarının kusurlarına karşı niçin acımasızdırlar? Sözgelimi kedilerin kuyruğuna teneke bağlayıp eğlenen çocukların, hayvancıkların acı çekmelerinden zevk almalarının sebepleri üzerinde durmak istersek, acaba duracağımız nokta neresi olacaktır: o ünlü saflıkları mı?

Sanmıyorum. Kralların çıplak olduğunu uluorta söyleyecek kadar cesaret gösteren çocukları belki hoş görebilecek olan ebeveynler, çocukları tarafından kendi kusurlarının başkalarına veya bir misafirin kusurlarının kendilerine hem de aynı saflıkla ve uluorta söylenmesini hor görmekte aslâ tereddüt etmeyeceklerdir.

O halde bil ki ey tâlib, her gerçek, sırf gerçek olduğu için bilinmeye değer, ama hiçbir gerçek, sırf gerçek olduğu için söylenmeye değmez; salt çıkarlar sebebiyle değil, bazen insanı utandırmaktan utanmak gerektiği için de değmez!

Şu utanmak ne büyük bir erdemdir, ah bir bilsen!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi