T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 6 TEMMUZ 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Hak savunuculuğu tabularla yüzleşmeyi gerektirir

  • Ayhan BİLGEN (*)
    Toplumlar ve sosyal hareketler, sorunlarını konuşabildikleri, onlarla yüzleşebildikleri ölçüde aşarlar. Elbette bu tartışmaların gürültü kirliliğine dönüşmemesinin yolu sorun analizinde doğru yöntemlerin geliştirilmesinden geçer. Önündeki metni anlama çabasına girmek yerine muhatabın kafasının arkasındakini anlama gayretkeşliği iliklerimize kadar işlemiş bir düşünce hastalığıdır. Bir süreden beri Radikal'de yayınlanan söyleşi üzerinden gazetelerde ve internet sitelerinde yayınlanan tartışmalar ne yazık ki bu hastalığın bizim düşünme melekelerimizi de kemirdiğini göstermektedir. Dört saate yaklaşan bir görüşmenin bir sayfalık yazıya indirgenmesinin ortaya çıkaracağı ifade eksikliklerini anlamak ve sözü sahibine doğrulatma hassasiyeti göstermek gazetecilik ahlakının da asgari gereğidir. Dikkatsiz okumalarla, cımbızlanmış cümleler üzerinden polemik zemini oluşturanlar, kafalarındaki kurgulamalara malzeme arama yoluna gitmişlerdir. Nitekim aynı metinden bir köşe yazarı benim "Kürtlere hakaret ettiğim" sonucunu çıkarırken, bir başkasının "Kürt milliyetçiliği yaptığım" sonucunu çıkarmış olması birbirimizi anlamakta ne kadar zorlandığımızı ortaya koymaktadır.

    SAĞIRLAR DİYALOĞU

    Toplumda farklı kesimler arasında devam eden sağırlar diyalogunun tipik bir yansıması ile karşı karşıya bulunmaktayız. Benim bölgede etkin ve belirleyici kimlik olarak "etnikliğin dinden önce geldiğini" görmeme tepki gösterenlerin ilgisiz biçimde "Türkiye'de birleştirici unsurun Müslüman kardeşliği olduğuna" vurgu yapmaları ise tam bir kafa karışıklığı göstergesidir. Ben, Türkiye için Türk kimliğini birleştirici unsur görmezken, Kürt kimliğine böyle bir rol yüklememin söz konusu olmayacağı ortada iken, gösterilen tepkiler bütünü ile okunduğunu anlayamamaktan kaynaklanmaktadır. Sosyal bilimlerde; olanla, olması gerekenin birbirine karıştırılmadan ele alınması asgari şarttır. Bölgede var olan durumu görmek ya da kabullenmek istemeyenlerin, kendi dilek ve temennileri penceresinden yapacakları değerlendirmelerin vaka tespitine hiçbir katkısı olmayacaktır.

    Hoşumuza gitmese de, bugün etnik kimlik, tercih ve davranışların belirlenmesinde elbette tek değil; ama öncül unsur konumundadır. Tartışmalarda öne çıkarılan cümlelerden birisi etnik-İslami kimlik değerlendirmesi ile ilgilidir. Etnik kimlikle dini kimliği birbirinin alternatifi ya da muadili sanma eğilimi bu tartışmalara damgasını vurmuştur. 1930'ların Avrupası'nda oldukça itibar gören, dini kimlikle etnik kimliği birbirine eklemle-yerek düşünme eğiliminin bugünün Türkiye'sinde bu denli taraftar buluyor olması Müslümanlar açısından endişe vericidir. Yahudilerin, milliyetçileştirilmiş din ya da dinleştirilmiş milliyetçilik yaklaşımı, Türkiye'deki bazı Müslümanları da kuşatmış "Yahudileşme" temayülüdür. Lenin sonrası Sovyetlerinde de etkin olan etnik kimlikleri, dilleri, milliyetleri yok sayan "sosyalist enternasyonel" anlayışını ayetlerle süsleyerek "ümmetçilik" adına servis edenler fıtrata savaş açanlardır. İnsanın doğası ile kavgalı bir ideoloji ya da dinin hayat hakkı bulması imkânsızdır.

    Kafkaslar'dan, Batı Trakya'ya kadar uzanan ve "Türk yok", "Müslüman Bulgar, Müslüman Yunan, Müslüman Rus var" iddiasının ne anlam ifade ettiğini herkesin hatırlaması ve Türkiye için bu söylemin neye tekabül ettiğini dürüstçe görebilmesi gerekmektedir. Etnik kimlikleri görmezden gelme, önemsiz görme eğilimi İslam'ın sosyal ve siyasal iddialarını yaşanılmaz kılacak "sosyalizm tecrübesinin" tekrarını doğuracaktır.

    İNKARCI POLİTİKALARI ELEŞTİRİ

    İnkârcı politikaların eleştirisi yerine, sorunun sonuçları olarak ortaya çıkan doğru yanlış tepkilerin eleştirisine odaklanmak büyük bir yanılgıya dönüşmektedir. Söz konusu inkârcı bakışı hedef alan eleştirilerimize bazı İslami çevrelerden alınganlık gösterilerek savunma refleksleri geliştirilmesi ise hayret vericidir. Elbette bir şeyi inkâr etmemek onun varlığını koruma ve geliştirmeyi de savunmayı gerektirir. İnkâr etmeyen; ama gereğini yapmak için herhangi bir çaba geliştirmeyen söylemler demogojiden ileri gitmeyecek süslü sözlerle ifade edilmektedir. Bazı milliyetçi çevrelerin bir eylemde sembolleşen "tekbirler eşliğinde anadile meydan okuyan sloganları" hepimizi düşündürmelidir. Anadilde öğrenimi ya da anadil öğrenimini programına, tüzüğüne yazabilen kaç parti, sendika, vakıf ya da dernek var? Kaç tane İslami kaygılar taşıdığını iddia eden yazar bu konuyu açık bir dille okuyucusu ile paylaşmaktadır.

    YENİ DÜNYA DÜZENİ EKSENİ

    Yeni Dünya Düzeni eksenli mikro milliyetçilikleri kaşıyan ve çatışmaya dönüştüren girişimlere karşı geliştirilen korkularla, ulus devletlerinin inkârcı politikalarını eleştirmekten imtina etmek, kabul edilebilir bir durum değildir. Karnımızdan ya da kuşdili konuşma eğilimlerimizin bedel ödeme endişesinden kaynaklandığını kabul etmeliyiz. Sorunu "Kürt'ün Kürt olduğunun söylenmesi" ya da "Türkçe'den başka dillerin konuşulması" olarak görenlerin, etnik kimlik ve dil gerçeğinin bundan ibaret olmadığını bilmeleri gerekir. Zaten bu kadarını Türkiye Cumhuriyeti politikacıları da artık reddetmemektedir. Özal, Demirel, Erdoğan ve Ağar'ın bu konuda söylemleri bazı dindar köşe yazarlarımızdan daha ileridir.

    "İslam Birliği" formülünde samimi olan ve "Haçlıları def etme" iddiasında olanların atacağı ilk adım; işbirlikçi rejimlerle, halkı ile kavgalı yönetimlerle hesaplaşmaktır. Halkların birliği, dayanışması ve ortak bir savunma refleksi geliştirmelerinin önündeki asıl engel, bölgede egemen Baaşçı rejimlerdir. Timur'un saldırılarına karşı koyabilmek için önce beylerin zulmüne başkaldırmak gerekir.

    Neşe Düzel'le yapılan görüşmede ifade ettiklerim elbette şahsi görüşlerimdir ve hislerimin eseridir. Ben bir kurumun temsilcisi olmakla birlikte insanım. Bu ülkede 122 insan inancı, mezhebi etnik kökeni ne olursa olsun cezaevinde ölmüş ve çoğunluğu kendini Sünni, Türk ve Müslüman sayan ahali buna seyirci kalmaya devam ediyorsa, toplumla hesaplaşmadan, sadece devletin politikalarını eleştirerek, hak ve özgürlük mücadelesi yürütemezsiniz. İnsan hakları savunuculuğu; bazen toplumu devlete karşı savunmak, bazen birey ve grupları topluma karşı savunmaktır. Çoğunluğun da yanlış yerde durabileceği gerçeğini bilirseniz, hak savunuculuğunun bir değerler savunuculuğu olduğunu daha kolay kabullenirsiniz. Henüz Peygamber'in vefatının üzerinden 30 yıl geçmişken iktidardan yana bir din algılayışının kuşattığı çoğunluk, bizzat Peygamber ailesinin katledilmesine seyirci kalmıştır.

    ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ

    MAZLUMDER'i sadece ihlal izlemesi yapan ya da hukuki yardım yapan örgüt olarak görmek isteyenler derneğin misyonunu anlayamıyor olabilirler. Hak ve özgürlük mücadelesi barıştan yana taraf olmaktır; bedel ödemeyi, kınanmayı, hedef gösterilmeyi göze alarak ezilenden, dışlanandan, haksızlığa uğrayandan yana taraf olmaktır. Birilerinin alkışları ile yükselmeyeceğini bildiğimiz bu mücadelenin, hiçbir düşmanının olmaması düşünülemez.

    Herkesin aynı zamanda anlaması beklenemez. Ama benim üzerimden bütün bir kurumu hedef alan yıpratma kampanyası, iftira ve haksızlıklarla dolu iddialar da, bir gün mutlaka vicdanlarda hak ettiği yeri bulacaktır. Tabuları tartışmayı göze alamayan, hatta bundan kaygıya kapılanlar, gerçeklerle yüzleşme imkanına kavuşamazlar. MAZLUMDER bir fanatizmi tahrik değil, herkesin ezberini bozmayı hedefleyen bir kuruluş olarak yoluna devam edecektir.

    (*) MAZLUMDER Genel Başkanı


    Ayhan Bilgen'in tartışmaya neden olan sözleri

    MAZLUMDER Genel Başkanı Ayhan Bilgen'in Neşe Düzel'e verdiği ve önceki hafta Radikal'de yayımlanan röportaj geniş yankı buldu. Ayhan Bilgen'in, özellikle Kürt sorunu ile ilgili bazı açıklamaları geniş bir çevrede/çerçevede tartışıldı. Bilgen'in tartışmaya konu olan açıklamaları şöyle:

    .....

    - Türk milliyetçileri arasında Türk-İslam sentezi kuvvetli bir akımdır. Bir Kürt-İslam sentezi de var mı?

    Bir Kürt-İslam sentezi var. Kürt milliyetçiliğiyle İslam'ın iç içe geçirilmesi, Türk-İslam sentezi kadar toplumda karşılık bulabilecek bir şey. Üstelik daha da kolay. Çünkü Kürt-İslam milliyetçiliği, ezilmişlik psikolojisiyle de besleniyor. Bu milliyetçilik, çok daha etnik ve dar bir milliyetçiliğe, bir nefrete dönüşebilir.

    - Kürtlüğü öne çıkaran PKK'nın İslam'la ilişkisi nedir bugün?

    İslam'ı öne çıkarması gerektiğini düşünen bir PKK var bugün. Kurulduğunda etnik kökeni vurguluyordu. PKK'nın Kürt-İslam sentezine gideceğini düşünmüyorum ama o da dine aykırı şeyler söylememe hassasiyetini sergilemeye başladı. Eskiden din konusunda çok rahattı. Sosyalist dünya görüşünün yoğurduğu bir gençlik hareketinin psikolojisiyle davranıyordu ama şimdi dini daha çok dikkate alıyor. Dinin afyon olduğunu söyleyen terminolojiyi kullanmıyor. Bu arada, bölgedeki dini liderler de Kürt kimliğini ön plana çıkaran söylemleri artık reddetmiyorlar. Aslında Kürtler en dindar olan topluluklardandır. Cumhuriyete, devrimlere, Batılılaşmaya en çok direnç gösteren çevreydi Kürtler. Bu yüzden Kürt-İslam sentezciliği tüm dindar Kürtlerden beklenmemeli.

    - Kimlerden beklemeliyiz?

    Kendilerini Kürt-İslam sentezcisi olarak tanımlayanlar daha çok Irak merkezli yapılanmalar ve onların sempatizanları. Ayrıca İslami çevrelerde 'Kürt ya da Türk kimliğine vurguya ne gerek var? İslam kimliği hepimize yeter' diyen tehlikeli bir söylem de var. Kürt-İslam sentezinden çok daha kötü bir yere götürür bizi bu.

    - Niye?

    Çünkü İslam'ın, kimlikleri, farklılıkları, dilleri reddeden bir algılama gibi servis edilmesi tam bir dayatmacı, 'faşizan' din anlayışını getirir. Aslında bunlar, 'çalmayacaksın, öldürmeyeceksin, zulme boyun eğmeyeceksin, güçlüden yana olup zayıfa sırt çevirmeyeceksin' gibi dinin amaçlarını mı ön plana çıkarıyorlar, yoksa kazanç getiren, güçlüden yana olan kimliklerini mi dinle meşrulaştırıyorlar? İkincisini yapıyorlar. Devlet ve İslam'ı entegre eden bu kimlik, sadece milliyetçi Müslümanların değil, Türkiye'deki Müslümanların büyük çoğunluğunun hoşuna gidiyor. Türkiye'de, devletin İslam'la barışıp, entegre olup, diğer kimlikleri bastırmasını hoş karşılayan tehlikeli bir Müslüman kimliği var. Alevi'nin, gayrimüslimin varlığını kabullenmeyen, zorunlu din derslerinden memnun olan, cemevi konusunu sadece Alevilerin iç tartışması gören, misyonerliği vatan bölme faaliyeti olarak algılayan dini refleks var bunlarda. Bu görüş, dini kimliği öne çıkaran siyasi partilerde de, gazetelerde de temsil ediliyor.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi