T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 7 TEMMUZ 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yasin DOĞAN

Cumhurbaşkanı'nın dindarlığı

Reuters'in dün geçtiği bir haber şöyle: "Türkiye Cumhuriyeti'nin dindar Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yaptığı açıklamada, bir kimsenin güçlü dini inancının, cumhurbaşkanı olmasının önünde engel teşkil etmemesi gerektiğini vurguladı. Laikler, modern Türkiye Parlamentosu'nun ilk kez, eşinin türban takması muhtemel ve güçlü dini bir geçmişi olan birini Cumhurbaşkanı seçmesinden endişe ediyorlar."

Erdoğan ise yaptığı açıklamada şöyle diyor: "Seçim kampanyalarında başörtüsü takan eşlerimizle yer aldık. Halkımız bunu bilerek bize oy verdi. Dindar bir kişinin siyasetçi olma hakkı yok mu? Herkesin istediğini giyebildiği bir dönemde, dindar bir kişiye 'hayır, bunu giyemezsin' demek, din özgürlüğüne ve vicdana aykırıdır".

Reuters'in haberine modernlikle başörtüsünün, dindarlık ile siyasetin bir arada telaffuz edilmesinin tenakuz oluşturabileceğine dair bir kanaatin yansıdığı görülüyor.

Dindar bir kişinin Cumhurbaşkanı olması mı problemdir, eşi başörtülü bir kişinin Cumhurbaşkanı olması mı? Yoksa her ikisi birden mi?

Demokratik ülkelerde din-siyaset ilişkisinin nasıl tanımlandığı ve hukuki kayıt altına alındığı hem devletin karakteri hem de siyasetin mahiyeti açısından önemli bir konudur.

Bugün hem laik hem demokratik olan ülkelerde çok farklı din-devlet ilişkileri yaşanıyor. Devletin mezhebinin tanımlandığı (Katolik olarak) bir İspanya örneği var. Devletin bir kısım dinleri resmen tanıdığı İsviçre ve Hollanda örneği var. Din ile devlet işlerinin birbirine geçtiği Vatikan, İran ve İsrail örnekleri var. Bir de devletin dinlere karşı ilgisiz kaldığı, karışmadığı ABD örneği var.

Hangi türünde olursa olsun tüm laik ülkelerde din-siyaset ilişkisinin belli oranlarda yoğunluk kazandığı durumlar vardır.

Dindarların siyasete katıldığı, siyasetçilerin belli dini değerleri önemseyerek bunu politikalarına yansıttığı, dindarların bir kısım sorunlarını siyaset alanına taşıdığı gibi haller her halükarda yaşanıyor.

Bugün Avrupa'da bir çok ülkede kilisenin siyaset üzerinde ciddi manipülasyonu var. Bir çok parti kendisini dini bir kısım değer ve ideallerle ifade eder. Hırıstiyan Demokrat partiler, Muhafazakar partiler hatta Libarel bazı partiler politikalarındaki dini tesiri gizlemezler, hatta bunu övünerek söylerler.

Pekiyi Türkiye'de niçin din-siyaset ilişkisi bir türlü yerli yerine oturmuyor. Niçin dindar insanların siyaset yapmaları ya da bir kısım politikalarda dini hassasiyetlerin serdedilmesi rejim sorunu haline geliyor?

Batılılar Kilise'yi siyaset alanının dışına çıkarmışlar, siyaset alanı içinde dini hassasiyetlerini istedikleri gibi gösterebiliyor ya da olumsuz şekliyle dini tepe tepe kullanıyorlar.

Batı'da herhangi bir politik tartışmada dine yapılan atıfların onda biri Türkiye'de yapılsa 'laiklik elden gidiyor' diye herkes ayağa kalkar.

Orada kilise ve ruhban sınıfı dini temsil eden özelliği sebebiyle siyaset alanı içinde her türlü farklılığı dışlayan bir ortam oluşturmuştu. Siyaset alanının demokratikleşebilmesi için laikleşme yani doğrunun tek sahibi ve din vaz eden Kilise'nin bu alanın dışına çıkartılması gerekiyordu. Bunu başarıp, siyaset alanını demokratikleştirebildiler.

Doğu'da ise dini temsil iddiasında bulunan bir kurum yok. Şia'nın kimi yaklaşımları daha katı olsa da, Sünni düşünce oldukça farklı.

Bu durumda siyasetin belli (dini) kurumların etkisinden kurtarılmasından ziyade, farklı dini anlayış ve mezheplerin bir arada yaşatılabilmesi için laiklik gündeme getirilebilir.

Laik tüm ülkelerde din-devlet işlerinin birbirinden ayrılması ile dindarların siyaset yapması ya da dini bir kısım hassasiyetlerin politikalara yansıması demokratik durumun doğal bir tezahürüdür.

Türkiye bir türlü batılı kurumsal yapı ve anlayışlara ulaşamadığı için ne İsa'ya, ne Musa'ya yaranabilmekte, gereksiz gerilimlere kapı açan bir siyasal tasavvur üretmektedir.

Türkiye'de toplum dine önem verdiği sürece siyasetçilerin hem kimliklerinin, hem siyasal görüşlerinin, hem de politikalarının dolaylı veya dolaysız etkileyicisi olacaktır. Bunun laiklikle çelişen bir tarafı yoktur. Eğer siyasetçinin dinden soyutlanan bir varlık haline gelmesi isteniyorsa, (bu mümkün de değildir) o zaman din ve vicdan özgürlüğü açısından laikliğe aykırı bir dayatma sözkonusu olur.

Erdoğan dini önemseyen muhafazakar kimliğiyle ve başörtülü eşiyle Başbakan olabilmiştir, Anayasa'ya göre Cumhurbaşkanı da olabilir. Bunu birileri bir sosyal sınıfın yükselişi olarak görüyor ve tahammülsüzlük gösteriyorsa, onlara düşen sadece bu duruma tahammül etmek ve demokratik açıdan katlanmaktır.

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi