T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 19 TEMMUZ 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Bir 'masal'ın traji-komik sonu

Bütün bunlar, bir "uygarlığın" kaçınılmaz olarak yokoluş sürecini başlatan, traji-komedidir: Hem insanca varolamıyor ve varedemiyorsun; hem insanca varolma önerileri bulunan "herkes"i paranoyakça yok ediyorsun

  YUSUF KAPLAN (ykaplan@kaynet.net) Filistin kan ağlıy/or; dünya susuyor. İsrail, Ortadoğu'yu kan gölüne çeviriyor; dünya susuyor. Afrika'da açlık kol geziyor; dünya susuyor. Haksızlıklara, hukuksuzluklara, katliamlara, yalanlara, sömürülere itiraz edenler, karşı çıkanlar, suçlu ilan ediliyor. Suçlulular, hem güçlü, hem arsız.

Dünya bir büyük bir felâketin eşiğine sürükleniyor. Ortadoğu'da yeni bir bölgesel savaş temrinleri yapılıyor. Haritalar yeniden çiziliyor. Müslümanlar, köleliğe, sömürüye, haksızlıklara, türlü numaralara teslim bayrağı çekmedikleri için, itiraz ve isyan ettikleri için analarından doğduklarına pişman ediliyorlar.

Osmanlı çekildi; dünyanın dengesi bozuldu. Barbarlar, sözümona "uygarlık" vaatleriyle inanılmaz bir kan gölüne, çatışma arenasına çevirdiler dünyayı.

Bütün bunlar neden oluyor; ne anlam ifade ediyor? Biraz kafa yormamız gerekiyor.

Bütün bunlar, aslında ayartıcı, baştan çıkarıcı, gözboyaycı yöntemlerle anlatılan, zihnimize kazılan bir "masal"ın bitişini haber veriyor. Bir dünya sona eriyor; yeni bir dünyanın, daha insanca, daha özgürce, daha kardeşçe bir dünyanın, bir medeniyet rüyasının özlemi tüm insanlığın yegane ihtiyaç duyduğu şey artık. O yüzden tüm dünyanın bize ihtiyaç hissettiği, İslâm'ın kuşatıcı ve kucaklayıcı; herkese nasılsa öylece bakıcı, herkesi nasılsa öylece var ve kabul edici zamanlar üstü mesajının tüm insanlığa ulaştırılması gereki-yor.

Evet, ayartıcı bir "masal" bitiyor artık. Rönesans ve Reformasyon'dan bu yana insanlığın yaşadığı sömürüler, acılar, ızdıraplar bu masalın kendi kendini bitirmekte olduğunun işaretleriydi. Batı sivilizasyonu "masal"ının bitişinden, sonuna geldiğinden sözediyorum. Batı sivilizasyonu tecrübesi, aslâ bir medeniyet olabilecek kuşatıcı ve kucaklayıcı özelliklere, dinamiklere, anlam haritalarına; insanı ve bütün varlığı sarıp sarmalayıcı bir ruha, bir ruh-köküne sahip ol/a/madığı için sürekli olarak trajediler üretiyor; bu trajediler de er ya da geç ama mutlaka komediye dönüşüyor. Acıklı bir güldürüye.

Batı sivilizasyonu, son kertede, esas itibariyle hiçbir zaman varolabilen ve varlığıyla başkalarını da varedebilen, varkılabilen ve var kabul edebilen bir varlık gösteremedi.

"BATILI İNSAN" VAR/DI YALNIZ/CA!

Batı sivilizasyonu için yalnız/ca Batılı insan vardı. Minoslardan, Mikenlerden, Greklerden, Romalılardan, Avrupalılardan Amerikalılara kadar Batılı insan, tam anlamıyla kâmil manada insan bile olamadan, üst-insan, üst-varlık, yani Tanrı rolü oynamaya soyundu. Ama oynadığı oyunun faturası çok ağır oldu.

O yüzden, varolanları, varolması gerekenleri, varolduklarında insana, insanlık adına dünyaya çok şey katabilecek diğer kültürleri, medeniyetleri; bu kültürlerin ve medeniyetlerin insan, dünya, hakikat, kâinât tasavvurlarını önce yok saydı; sonra da yok etmeyi kendisine yegane vazife saydı!

Şu ân geldiğimiz noktadan geriye doğru bir arkeoloji / kazı ve jenaoloji / soykütüğü çalışması yaparak baktığımızda, karşımıza çıkan tablo çok net: Batılı insan, hayatın ve her şeyin merkezine kendini yerleştirdiği, kendisini / kendi "aklı"nı her şeyin ölçüsü ve ölçütü yaptığı için, kendisi dışında hiçbir şeyin, Tanrı'nın da, kâinât'ın da, tabiatın da, hakikatin de, diğer varlık türlerinin de, diğer kültür ve medeniyetlerin de esas ve sonuç itibariyle hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığına hükmetti: Batılı insan, dünyanın ve görünür görünmez bütün dünyaların ve her şeyin kralıydı artık. Tanrı, insanın krallığına bir katkısı olacaksa, var olmalıydı ve var olsundu. O yüzden, Minoslarda, Mikenlerde, Greklerde, pagan Romalılarda tek "kral", "İnsan-Tanrı" figürüydü. Kilise Hıristiyanlığının gelmesiyle ve vahyî Hıristiyanlığın gelemeMesiyle bu figür sadece "Tanrı-İnsan" figürüne dönüştü. Hepsi bu. Gerisi, hiçbir şeyi değiştir/e/meyen ayrıntılardan ibarettir.

İNSANIN VAROLUŞUNA SALDIRI

Rönesans ve Reformasyon paganizmi, Grek ve Roma paganlarıyla karşılaştırılamayacak kadar büyük bir saldırı üretti: İnsanın varoluşuna saldırıydı bu. Grek ve Roma paganları, kadîm dünyadan, kadîm dünyanın oluşturduğu vasat'tan, kültürel ve zihinsel iklim'den tümüyle kopmuş ve soyutlanmış değillerdi. Her şeye rağmen, insana dair, hakikate dair, dünyaya dair bir arayış içindeydiler: O yüzden, hiç olmazsa, soru soruyorlardı. Esas ve sonuç itibariyle yanlış sorular soruyorlardı. Ama olsun/du, yine de "büyük sorular"dı bunlar

Rönesans ve Reformasyon sonrası süreç, doğa'nın, doğal olan'ın, doğa'nın doğası'nın, insan'ın, insan'ın doğasının fark edilmesi, keşfedilmesi çabalarıyla başladı: Elbette Kilise önayak olMamıştı bu keşif çabalarına, Sanat önayak olmuştu. Kilise, obskürantist (muğlak, anlaşılmaz, kafa karıştırıcı, insanın aklını ve ruhunu dumura uğratıcı) paganlaşmış bir Tanrı, insan ve dünya tasavvuruyla, bütün bu keşif çabalarına önayak olmak şöyle dursun, ayakbağı olmuştu. Kilise, kendine emin bir yol bulamamıştı ki zaten. Bulunan, bulunmaya çalışılan bütün yolları da tıkıyordu. O yüzden, doğa'yı, doğal olanı, insanı, insanın doğasını bastırmıştı.

Sonuçta, Kilise'nin içine sürüklendiği çıkmaz sokak, Rönesans ve Reformasyon'un öncülerini başka bir çıkmaz sokağın ortasına fırlatıverdi. Kilise'nin ifrat'ı, Rönesans ve Reformasyon'un öncülerinin tefrit'ini kışkırtmıştı.

Batılı insanın modern / seküler trajedisini postmodern neo-seküler / neo-pagan traji-komediye dönüştüren dönüm noktası ânının temelleri böylece atılmış oldu: Modern pagan Batılılar, klasik pagan Greklere ve Romalılara taş çıkartacak trajedilere imza atmaya başladılar: Bütün kıtaları sömürgeleştirdiler. Bütün dünyaya, bütün insanlığa, bütün dinlere, kültürlere ve medeniyetlere karşı bir yıkım ve kıyım harekâtı başlattılar.

Her şeye hükmetmek, her yerde hükümrân olmak anlamında Batı sivilizasyonu varoldu; hâlen de bütün şiddet ve dehşet yöntemleriyle, bütün ruhsuzluk ve vicdansızlık biçimleriyle hükümranlığını sürdürmeye çalışıyor. Zorla, zoraki olarak ve zor kullanarak.

Görüldüğü gibi, karşımızda bir "uygarlık" yok; barbarlık biçimi var. Oysa bize hep Batı sivilizasyonu masalı anlatıldı şimdiye kadar: İnsan hakları, özgürlükler, demokrasi, hukukun üstünlüğü vesaire denilerek. Ne var ki, böyle bir şey yok Batı'da. Varolan şey, sadece görünüş'ten ibaret. Görüntü'den ibaret. Görüntülenen'den ibaret. Gösteri'den ve gösterilen'den ibaret.

İSLAM VE İNSAN/LIK ÖZLEMİ

Batı'da 12 yıl yaşamış biri olarak söylüyorum: Batı'da Foucault'nun deyişiyle "özne öldü" artık. İnsan yok. Varolan şey, kendisine insan olabileceği, insanî özelliklerini keşfedebileceği hatırlatmasına ihtiyaç duyan; kırılgan, ben-merkezci, herkese ve her şeye kuşkuyla bakan, elinden tutulmaya muhtaç; arzularının ve hazlarının peşinde koş/uş/turan, kendi içine, kendi üstüne ve tüm dünyaya kapatılmış, yabancılaşmış; gerçekten insanî özelliklere sahip bir insan gördüğünde insanın ne demek olduğunu biz Müslümanlardan daha iyi fark edebilecek mükemmel insan özlemi çeken bir varlık türü yalnızca.

Demokrasi, insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi söylemler ve bu söylemler çerçevesinde geliştirilen eylemler, insana "kâmil mânâda nasıl daha iyi insan olunur?" sorusunu sordurtmak şöyle dursun, böyle bir sorun'u bile yok etti. İnsan, kendini unuttu; insan olduğunu unuttu.

Dünyanın Müslümanlaşması "tehlike"sinden sözederken, bu yakıcı hakikate dayanarak da konuşuyorum aynı zamanda. İslâm'ın insanı nasıl aşkınlaştırdığını, nasıl bütün insanî, vicdânî, ruhî kabiliyetlerini keşfe hazırladığını, bütün bu özelliklerden ve güzelliklerden yoksun olan Batılılar kavramış olsalar, hemen hem de topyekûn Müslüman olurlar.

Batılıların, "terörle savaş" stratejisi geliştirmelerinin en yakıcı nedeni, İslâm'ın bu kuşatıcı, kucaklayıcı, insana insanî, vicdanî, rûhî özelliklerini hatırlattırıcı ve keşfettirici özelliklerini fark etmiş olmaları ve İslâm'ın bu muazzam ve mükemmel gücü karşısında Batılı toplumların hızla Müslümanlaşabileceği gerçeğini görmüş olmalarıdır.

Bütün bunları, İsrail'in barbarca eylemleri üzerine yazıyorum. İsrail katlediyor, Batılılar yalnızca seyretmekle yetinmiyorlar, "devam et" diyorlar, "kendini savunma hakkını kullanıyorsun" açıklamaları yaparak.

Peki, nedir bu? Bir "uygarlığın" kaçınılmaz olarak yokoluş sürecini başlatan, traji-komedidir: Hem insanca varolamıyor ve varedemiyorsun; hem insanca varolma önerileri bulunan "herkes"i paranoyakça yöntemlere, panik ve dehşet psikolojileriyle yok ediyorsun; hem de "benden başka kral yok" demeye kalkışıyorsun! Banal bir traji-komedi; insana, insanlığa pahalıya patlayan bön ve berbat bir "masal" değil de nedir bu?

O yüzden, kardeşlerim; hazır olun, hazırlıklı olun ve hazırlanın artık! Geliyoruz çünkü!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi