T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 20 TEMMUZ 2006 PERŞEMBE | ||
|
Bizim yabancı sermaye karşısındaki tedirginliğimiz Osmanlı'ya kadar uzanır. Savaş sonrası kurulan yeni Cumhuriyet'in ilk yöneticilerinin yerli sermayeyi teşvik etmek gayretleri özellikle bu tedirginlikten kaynaklanıyordu. O vakitler gazetelere dönemin iktisat vekilinin ağzından yansıyan bir demeç, bu tedirginliği gayet sarih bir şekilde ifade ediyordu: "Bu memlekette bir vakitler şimendiferler, bankalar, ticaret, sanayi, milli şirketlerin hisse senetleri, hatta en iyi tarlalar ve şehirler dâhilindeki en iyi emlak, Türklerin değil ecnebilerin elinde idi." Bu tedirginlik, çok daha geriden başlayarak bizi geçen ekonomiler karşısında yerli sanayimizin yeterince gelişmesi için yetmedi maalesef. Nihayetinde bugün dahi gelişememiş olan milli ekonomimizi, gümrük duvarlarının kalktığı zamanımızın küresel rekabet ortamında dahi, yabancılardan korumanın yollarını nafile arıyoruz. Çünkü tedirginlikte haklı olsak dahi, çözümü yanlış yerde arıyoruz. Nihayetinde maksadımız; istihdam üretebilen, küresel pazarda rekabet edebilen, büyümeyi kendi kendine finanse edebilecek ölçüde katma değer üretebilen, yaşam standardının yüksek, gelir dağılımının adil, gerektiğinde değişimi benimseyebilen, şoklara karşı da mukavim olan bir ekonomiye sahip olmak değil midir? Yabancı sermaye hayranlığı da, düşmanlığı da, bu nihai hedefe ulaşmak için ne yeter, ne de gerek bir şarttır. Bugün ülkemiz maalesef sermaye ihraç eden, küresel çaplı girişimlere imza atabilen bir ülke değil. Bilakis büyürken de, krizde de yabancıya muhtaç kalıyoruz çoğu zaman. Her şeyden önce şu gerçeği görmemiz gerekiyor: Türkiye'nin kalkınması için ciddi bir yeniden yapılanmadan geçmemiz gerekiyor. Bunun için sorunların, yapıların ve çözümlerin tüm detaylarıyla tahlil edilmesi, sonuçların da toplum olarak herkes tarafından benimsenmesi gerekiyor. Bu süreçte yerliye de, yabancıya da ihtiyacımızın olacağı muhakkak. Ancak biz ne yapıyoruz? Ya her şeyi piyasalar bilir deyip liberalizmin sonsuz deryasına kendimizi salıyor ve büyük ve çoğu zaman da yabancı olan sermayenin piyasaları yemesini seyrediyor; ya da mevcut çıkarlarımız düne endeksli olduğundan gelişen koşulları hiçe sayarak değişime kafa tutuyoruz. Biz piyasaya ya aşırı iman ediyor, ya da zinhar ona güvenmiyoruz. Sıkıntı da büyük ölçüde buradan doğuyor. Oysa piyasalar, ekonomideki kaynakların kullanımını düzenleyebilecek insanoğlunun icat ettiği en etkin mekanizmalar. Ancak bunun mümkün olabilmesi için belli koşullar var. İşte kamunun görevi, bu koşulların sağlanmasını temin etmek olmalı. Bu teminatı, müdahale olarak değil, düzenleme ve denetleme olarak algılamak gerekiyor. Bugün ülkemizde de piyasaları düzenleyen ve denetleyen Batı'dan ithal kurumlar var: Rekabet Kurulu, BDDK, EPDK ve hatta tüketiciyi koruma dernekleri. Ancak biz, ifrat ile tefrit arasında salınıp durduğumuzdan bırakınız piyasaları, bu kurumlarımızı dahi etkin işletemiyoruz. Yabancı sermaye piyasalara izin ile girmeli. Bu izin, söz konusu sermayenin ölçeği, niteliği ve muhtemelen etkileri tahlil edildikten sonra verilmeli. Tabiatıyla, aynı süreçlerden yerli sermaye de geçmeli. İzin sürecinin, bürokrasiyi artıracağı iddia edilebilir. Ancak sektör ve piyasa bazında yapılacak çalışmalar çeşitli kıstaslar koymaya yetecektir. Neticede izin, illa ki kapılar kapalı anlamı da taşımak zorunda değil. Yatırımcıdan çeşitli yaptırımlar ve sözler de alınabilir, piyasanın etkinliğini sağlama maksadıyla. Bugünün dünyasında kulağa garip geliyor belki bu yaklaşım. Ama Avrupa Birliği'nin Microsoft aleyhine tesis ettiği yaptırım, piyasa etkinliğinin ne ölçüde önemsendiğini ortaya koyuyor: Microsoft, işletim sisteminde kullandığı bazı teknolojileri rakipleriyle paylaşmak zorunda bırakılmış. Microsoft bu karara uymazsa, çeşitli müeyyideler uygulanacak. Piyasaya inanalım, ama denetlemeden geri kalmayalım.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |