Geleneğin oluşumunda üç önemli isim: Gazzâlî, İbn Arabi ve Mevlana

Terry Eagleton'ın “The idea of Culture” kitabının hemen başında doğa-kül­tür etkileşimi üzerine değerlendirmeleri, kültürün olu­şumunu anlamada hayli önem­lidir.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Eagleton'ın kısa tanımla­masında şu kanıya varır: “Doğa kültür üretir, kültür de doğayı değiştirir.” Ruth Benedict “Kül­tür Kalıpları” kitabında yaşayan kültürlerle yapılan çalışmalara bütünsel açıdan incelendiğinde yetersizliklerinin ortaya çıkaca­ğını belirterek, günümüzde çe­şitli koşullar altında kültürlerin tam olarak incelenemeyeceğini belirtir. Çünkü artık çağımızda kültürler, aralarındaki koşullarıy­la birlikte birbirine eklemlenmiş bir haldedirler; dolayısıyla bir kültürün anlamını bütün ola­rak kavrama arzusu, bizi belirli ölçütlere uydurulmuş davranış tanımlarını başka sorunlara yö­nelecek basamaklar olarak gör­meye itecektir. Çağdaş dünyanın kültür kavramına kolayca uyum sağlaması da, kültürlerin birbir­lerine olan eklemlenmiş ilişkisin­den meydana gelmiştir.

Fatih M. Şeker'e göre Türklerin tarih tecrübesinde iki ana dönemeçleri var, birincisi İslamlaşma, yani Selçuklu ve onun kuruluşunu önceleyen dönem. İkinci dönemeç ise modernleşme yani Batılılaşma.


İKİ ÖNEMLİ DÖNEMEÇ

Bir kültüre salt anlamda dil, özgürlük, coğrafya, psikoloji gibi çeşitli bilim dallarıyla ya da kavramlarla bakmaya çalışmak, o kültürün bize hiçbir zaman bütünsel bir fotoğrafını sunmaz, ancak kültürün yanında o kül­türü oluşturan zihin dünyasını anlamaya çalışmak, bütünü görmek gibidir. Bir kültür, ancak o kültürü oluşturan ve meydana gelmesinde rol alan zihniyeti anlamakla mümkün olabilir. Fa­tih M. Şeker tam da bu noktada çok kıymetli bir çalışmaya imza atmış, “Türk Zihniyet Dünyası ve Hayat Felsefesi” başlığıyla yayımlanan kitabında Türk dü­şünce hayatını meydana getiren unsurları incelemiş.

Hangi açıdan yaklaşırsak yaklaşalım, kültürler önyargıyı asla kabul etmez. Bu yüzden in­sanı kendi kültüründe, kültürü de insanların/toplumların yaşa­dığı süreçte incelemek zorun­dayız. Bu yaklaşım, bize kültür kavramına dair geliştireceğimiz yaklaşımın önüne set çekmez, bilakis kültürel değişimlerde baskın olan nedensellerin ortaya çıkışını arttırır. Türklerin zihin dünyalarını anlama noktasında önemli analizler yapan Fatih M. Şeker, Türk medeniyetinin İslamiyet içinde teşekkül etti­ğini belirtiyor. Müslümanlığın zihniyet dünyamızı ve hayat felsefemizi yoğurulduğunun altını çizen Şeker, bu noktada kültürümüz şekillenmesinde her dinamiğin etrafında dini unsur­ların bulunduğunu ifade ediyor. Şeker'e göre özellikle Selçuklu ve Osmanlı asırlarında Türk zihniyet dünyasının gelişiminde felsefe, hayatla doğrudan tema­sa geçerek hikmet şeklini alır. Hikmet'ten oluşacak düşünce, fikir hâlinde kalmaktan kurtulur, tasavvurla icraat arasındaki fark ortadan kalkar ve şekillenir.

Fatih M. Şeker'e göre Türk­lerin tarih tecrübesinde iki ana dönemeçleri var, birincisi İslamlaşma, yani Selçuklu ve onun kuruluşunu önceleyen dönem. İkinci dönemeç ise mo­dernleşme yani Batılılaşma… Türk entelektüel geleneğini ve hayat felsefesini İslamlaşma ve Modernleşme kodları üzerin­den okuyan Şeker, Gazzâlî'nin geleneğin bir numaralı Selçuklu entelektüeli olduğunu belirtiyor. Gazzâlî'nin yanına Selçuklu Ana­dolu'sunda kendisine yer bulan İbn Arabi'yi ve Türkistan'dan ko­pup gelen Mevlana'yı yerleştiren Şeker, İbn Arabi'yi ve Mevlana'yı da önemli mütefekkirler olarak inceliyor. Osmanlı asırlarında fikrî ve siyasî tecrübemizin ol­gunluk noktasına ulaştığını be­lirten Şeker'e göre, Cevdet Paşa çok önemi bir dönüm noktasın­da bulunmaktadır. Türk zihniyet dünyasının gelişiminde o tarih­lerde başlayan modernleşme dönemi, aslından çok büyük bir kırılmanın habercisidir. Tarih boyunca İslamlaşma etrafında sürekliliği, Modernleşme/Ba­tılılaşma etrafında ise kırılma takip edilebilmektedir. Cevdet Paşa'nın döneminde Fatih M. Şeker'in ifadesiyle yeni bir eşik­te eski âleme ağıt yakılmaya başlanmıştır.

ENTELEKTÜEL GELENEĞİMİZ: CEVDET PAŞA

Fatih M. Şeker, çalışmasını birbirinden farklı beş ayrı bö­lümle tamamlamış. İlk başlıkta bugünle dün arasında Türk zih­niyet dünyası ve hayat felsefesi­ni araştıran Şeker, Türk zihniye­tinin dünya görüşünü etkileyen dil, tarih şiir, bedâvet gibi kav­ramları, gelişen süreçlerine göre inceliyor. İkinci bölümde Türk hayat görüşünün çerçevesinin oluşturan mezhep ve tarikatları araştıran Şeker, siyaset, tarikat ve cemaat ilişkisini de ele alıyor. Üçüncü bölümde Vahhabilik karşısında Türk zihniyet dün­yasının âlemini ve İbn Teymiy­ye'yi araştıran Şeker, dördüncü bölümde yerli bir düşünce inşa etmenin imkânlarını Ahmet Mithat Efendi özelinde moder­nleşme üzerinden tartışıyor. 5. Bölümde kitapla hayat arasında zihniyet dünyamızı inceliyor ve entelektüel geleneğimizin mezar taşının Cevdet Paşa olduğunu ifade ediyor.

Modernleşme, Türk tarihi­nin son iki yüzyılının kronik bir sorunudur. Bir diğer ifadeyle Batı'nın tekniği, bilimi, sanatı, felsefesi ve üretimi başta olmak üzere, üstün bütün özelliklerini yakalama ve bu alanlarda ezil­meme savaşımı olarak da adlan­dırılabilecek modernleşme yani Batılılaşma, Doğu'nun halen bü­tün medeniyetleri için en büyük sorunlarından biridir. Fatih M. Şeker, modernleşme öncesinde yaşadığımız hayatın kodlarını modernleşme sonrasında neden kaybettiğimizi de ortaya koy­maya çalışarak aslında bizleri fotoğrafın bütününe bakmaya davet ediyor. Fotoğrafın bütü­nünde maziye dönmek, dünün düşünce sisteminin bugünü nasıl şekillendirdiğini bilmeyi de beraberinde getirmektedir. Düşüncenin şekillendirdiği bir toplum, o düşünce içerisinde an­cak varolabilir. Düşünce denildi­ğinde sadece felsefe değil, insan zihninin bütün faaliyetleri göz önünde canlandırılmalıdır. Bu manada, Türk düşünce tarihinin son derece zengin, cazip bir ça­lışma sahası olduğunu belirtmek yanlış olmaz. Ne var ki bir bütün hâlinde Türk düşünce tarihinin ana hatlarını belirleyen ve toplu bir fikir veren bir çalışma bugü­ne kadar tam anlamıyla vücuda getirilememiştir. Fatih M. Şeker, hemen hemen hiçbir yazar ve akademisyenin kalkışmadığı alanlarda önemli okumalardan sonra analizler yaparak, en azın­dan Türk zihniyet dünyasını an­lamamıza yardımcı olmaktadır. Hiç şüphesiz, düşünce akımları, bu akımların belli başlı temsil­cileri üzerine yapılan biyografik çalışmaların yetersizliği ve ana metinlerin henüz sağlıklı bir biçimde yayımlanmamış olması bütünlüklü çalışmalar yapılma­sını oldukça zorlaştırmaktadır. Fatih M. Şeker'in bu çalışmaları, bu geniş ama aynı zamanda bir o kadar dar sahada gelecek kuşak­lar açısından ümit vericidir.