Eagleton'ın kısa tanımlamasında şu kanıya varır: “Doğa kültür üretir, kültür de doğayı değiştirir.” Ruth Benedict “Kültür Kalıpları” kitabında yaşayan kültürlerle yapılan çalışmalara bütünsel açıdan incelendiğinde yetersizliklerinin ortaya çıkacağını belirterek, günümüzde çeşitli koşullar altında kültürlerin tam olarak incelenemeyeceğini belirtir. Çünkü artık çağımızda kültürler, aralarındaki koşullarıyla birlikte birbirine eklemlenmiş bir haldedirler; dolayısıyla bir kültürün anlamını bütün olarak kavrama arzusu, bizi belirli ölçütlere uydurulmuş davranış tanımlarını başka sorunlara yönelecek basamaklar olarak görmeye itecektir. Çağdaş dünyanın kültür kavramına kolayca uyum sağlaması da, kültürlerin birbirlerine olan eklemlenmiş ilişkisinden meydana gelmiştir.
İKİ ÖNEMLİ DÖNEMEÇ
Bir kültüre salt anlamda dil, özgürlük, coğrafya, psikoloji gibi çeşitli bilim dallarıyla ya da kavramlarla bakmaya çalışmak, o kültürün bize hiçbir zaman bütünsel bir fotoğrafını sunmaz, ancak kültürün yanında o kültürü oluşturan zihin dünyasını anlamaya çalışmak, bütünü görmek gibidir. Bir kültür, ancak o kültürü oluşturan ve meydana gelmesinde rol alan zihniyeti anlamakla mümkün olabilir. Fatih M. Şeker tam da bu noktada çok kıymetli bir çalışmaya imza atmış, “Türk Zihniyet Dünyası ve Hayat Felsefesi” başlığıyla yayımlanan kitabında Türk düşünce hayatını meydana getiren unsurları incelemiş.
Hangi açıdan yaklaşırsak yaklaşalım, kültürler önyargıyı asla kabul etmez. Bu yüzden insanı kendi kültüründe, kültürü de insanların/toplumların yaşadığı süreçte incelemek zorundayız. Bu yaklaşım, bize kültür kavramına dair geliştireceğimiz yaklaşımın önüne set çekmez, bilakis kültürel değişimlerde baskın olan nedensellerin ortaya çıkışını arttırır. Türklerin zihin dünyalarını anlama noktasında önemli analizler yapan Fatih M. Şeker, Türk medeniyetinin İslamiyet içinde teşekkül ettiğini belirtiyor. Müslümanlığın zihniyet dünyamızı ve hayat felsefemizi yoğurulduğunun altını çizen Şeker, bu noktada kültürümüz şekillenmesinde her dinamiğin etrafında dini unsurların bulunduğunu ifade ediyor. Şeker'e göre özellikle Selçuklu ve Osmanlı asırlarında Türk zihniyet dünyasının gelişiminde felsefe, hayatla doğrudan temasa geçerek hikmet şeklini alır. Hikmet'ten oluşacak düşünce, fikir hâlinde kalmaktan kurtulur, tasavvurla icraat arasındaki fark ortadan kalkar ve şekillenir.
Fatih M. Şeker'e göre Türklerin tarih tecrübesinde iki ana dönemeçleri var, birincisi İslamlaşma, yani Selçuklu ve onun kuruluşunu önceleyen dönem. İkinci dönemeç ise modernleşme yani Batılılaşma… Türk entelektüel geleneğini ve hayat felsefesini İslamlaşma ve Modernleşme kodları üzerinden okuyan Şeker, Gazzâlî'nin geleneğin bir numaralı Selçuklu entelektüeli olduğunu belirtiyor. Gazzâlî'nin yanına Selçuklu Anadolu'sunda kendisine yer bulan İbn Arabi'yi ve Türkistan'dan kopup gelen Mevlana'yı yerleştiren Şeker, İbn Arabi'yi ve Mevlana'yı da önemli mütefekkirler olarak inceliyor. Osmanlı asırlarında fikrî ve siyasî tecrübemizin olgunluk noktasına ulaştığını belirten Şeker'e göre, Cevdet Paşa çok önemi bir dönüm noktasında bulunmaktadır. Türk zihniyet dünyasının gelişiminde o tarihlerde başlayan modernleşme dönemi, aslından çok büyük bir kırılmanın habercisidir. Tarih boyunca İslamlaşma etrafında sürekliliği, Modernleşme/Batılılaşma etrafında ise kırılma takip edilebilmektedir. Cevdet Paşa'nın döneminde Fatih M. Şeker'in ifadesiyle yeni bir eşikte eski âleme ağıt yakılmaya başlanmıştır.
ENTELEKTÜEL GELENEĞİMİZ: CEVDET PAŞA
Fatih M. Şeker, çalışmasını birbirinden farklı beş ayrı bölümle tamamlamış. İlk başlıkta bugünle dün arasında Türk zihniyet dünyası ve hayat felsefesini araştıran Şeker, Türk zihniyetinin dünya görüşünü etkileyen dil, tarih şiir, bedâvet gibi kavramları, gelişen süreçlerine göre inceliyor. İkinci bölümde Türk hayat görüşünün çerçevesinin oluşturan mezhep ve tarikatları araştıran Şeker, siyaset, tarikat ve cemaat ilişkisini de ele alıyor. Üçüncü bölümde Vahhabilik karşısında Türk zihniyet dünyasının âlemini ve İbn Teymiyye'yi araştıran Şeker, dördüncü bölümde yerli bir düşünce inşa etmenin imkânlarını Ahmet Mithat Efendi özelinde modernleşme üzerinden tartışıyor. 5. Bölümde kitapla hayat arasında zihniyet dünyamızı inceliyor ve entelektüel geleneğimizin mezar taşının Cevdet Paşa olduğunu ifade ediyor.
Modernleşme, Türk tarihinin son iki yüzyılının kronik bir sorunudur. Bir diğer ifadeyle Batı'nın tekniği, bilimi, sanatı, felsefesi ve üretimi başta olmak üzere, üstün bütün özelliklerini yakalama ve bu alanlarda ezilmeme savaşımı olarak da adlandırılabilecek modernleşme yani Batılılaşma, Doğu'nun halen bütün medeniyetleri için en büyük sorunlarından biridir. Fatih M. Şeker, modernleşme öncesinde yaşadığımız hayatın kodlarını modernleşme sonrasında neden kaybettiğimizi de ortaya koymaya çalışarak aslında bizleri fotoğrafın bütününe bakmaya davet ediyor. Fotoğrafın bütününde maziye dönmek, dünün düşünce sisteminin bugünü nasıl şekillendirdiğini bilmeyi de beraberinde getirmektedir. Düşüncenin şekillendirdiği bir toplum, o düşünce içerisinde ancak varolabilir. Düşünce denildiğinde sadece felsefe değil, insan zihninin bütün faaliyetleri göz önünde canlandırılmalıdır. Bu manada, Türk düşünce tarihinin son derece zengin, cazip bir çalışma sahası olduğunu belirtmek yanlış olmaz. Ne var ki bir bütün hâlinde Türk düşünce tarihinin ana hatlarını belirleyen ve toplu bir fikir veren bir çalışma bugüne kadar tam anlamıyla vücuda getirilememiştir. Fatih M. Şeker, hemen hemen hiçbir yazar ve akademisyenin kalkışmadığı alanlarda önemli okumalardan sonra analizler yaparak, en azından Türk zihniyet dünyasını anlamamıza yardımcı olmaktadır. Hiç şüphesiz, düşünce akımları, bu akımların belli başlı temsilcileri üzerine yapılan biyografik çalışmaların yetersizliği ve ana metinlerin henüz sağlıklı bir biçimde yayımlanmamış olması bütünlüklü çalışmalar yapılmasını oldukça zorlaştırmaktadır. Fatih M. Şeker'in bu çalışmaları, bu geniş ama aynı zamanda bir o kadar dar sahada gelecek kuşaklar açısından ümit vericidir.
Fatih M. Şeker'e göre Türklerin tarih tecrübesinde iki ana dönemeçleri var, birincisi İslamlaşma, yani Selçuklu ve onun kuruluşunu önceleyen dönem. İkinci dönemeç ise modernleşme yani Batılılaşma.
İKİ ÖNEMLİ DÖNEMEÇ
Bir kültüre salt anlamda dil, özgürlük, coğrafya, psikoloji gibi çeşitli bilim dallarıyla ya da kavramlarla bakmaya çalışmak, o kültürün bize hiçbir zaman bütünsel bir fotoğrafını sunmaz, ancak kültürün yanında o kültürü oluşturan zihin dünyasını anlamaya çalışmak, bütünü görmek gibidir. Bir kültür, ancak o kültürü oluşturan ve meydana gelmesinde rol alan zihniyeti anlamakla mümkün olabilir. Fatih M. Şeker tam da bu noktada çok kıymetli bir çalışmaya imza atmış, “Türk Zihniyet Dünyası ve Hayat Felsefesi” başlığıyla yayımlanan kitabında Türk düşünce hayatını meydana getiren unsurları incelemiş.
Hangi açıdan yaklaşırsak yaklaşalım, kültürler önyargıyı asla kabul etmez. Bu yüzden insanı kendi kültüründe, kültürü de insanların/toplumların yaşadığı süreçte incelemek zorundayız. Bu yaklaşım, bize kültür kavramına dair geliştireceğimiz yaklaşımın önüne set çekmez, bilakis kültürel değişimlerde baskın olan nedensellerin ortaya çıkışını arttırır. Türklerin zihin dünyalarını anlama noktasında önemli analizler yapan Fatih M. Şeker, Türk medeniyetinin İslamiyet içinde teşekkül ettiğini belirtiyor. Müslümanlığın zihniyet dünyamızı ve hayat felsefemizi yoğurulduğunun altını çizen Şeker, bu noktada kültürümüz şekillenmesinde her dinamiğin etrafında dini unsurların bulunduğunu ifade ediyor. Şeker'e göre özellikle Selçuklu ve Osmanlı asırlarında Türk zihniyet dünyasının gelişiminde felsefe, hayatla doğrudan temasa geçerek hikmet şeklini alır. Hikmet'ten oluşacak düşünce, fikir hâlinde kalmaktan kurtulur, tasavvurla icraat arasındaki fark ortadan kalkar ve şekillenir.
Fatih M. Şeker'e göre Türklerin tarih tecrübesinde iki ana dönemeçleri var, birincisi İslamlaşma, yani Selçuklu ve onun kuruluşunu önceleyen dönem. İkinci dönemeç ise modernleşme yani Batılılaşma… Türk entelektüel geleneğini ve hayat felsefesini İslamlaşma ve Modernleşme kodları üzerinden okuyan Şeker, Gazzâlî'nin geleneğin bir numaralı Selçuklu entelektüeli olduğunu belirtiyor. Gazzâlî'nin yanına Selçuklu Anadolu'sunda kendisine yer bulan İbn Arabi'yi ve Türkistan'dan kopup gelen Mevlana'yı yerleştiren Şeker, İbn Arabi'yi ve Mevlana'yı da önemli mütefekkirler olarak inceliyor. Osmanlı asırlarında fikrî ve siyasî tecrübemizin olgunluk noktasına ulaştığını belirten Şeker'e göre, Cevdet Paşa çok önemi bir dönüm noktasında bulunmaktadır. Türk zihniyet dünyasının gelişiminde o tarihlerde başlayan modernleşme dönemi, aslından çok büyük bir kırılmanın habercisidir. Tarih boyunca İslamlaşma etrafında sürekliliği, Modernleşme/Batılılaşma etrafında ise kırılma takip edilebilmektedir. Cevdet Paşa'nın döneminde Fatih M. Şeker'in ifadesiyle yeni bir eşikte eski âleme ağıt yakılmaya başlanmıştır.
ENTELEKTÜEL GELENEĞİMİZ: CEVDET PAŞA
Fatih M. Şeker, çalışmasını birbirinden farklı beş ayrı bölümle tamamlamış. İlk başlıkta bugünle dün arasında Türk zihniyet dünyası ve hayat felsefesini araştıran Şeker, Türk zihniyetinin dünya görüşünü etkileyen dil, tarih şiir, bedâvet gibi kavramları, gelişen süreçlerine göre inceliyor. İkinci bölümde Türk hayat görüşünün çerçevesinin oluşturan mezhep ve tarikatları araştıran Şeker, siyaset, tarikat ve cemaat ilişkisini de ele alıyor. Üçüncü bölümde Vahhabilik karşısında Türk zihniyet dünyasının âlemini ve İbn Teymiyye'yi araştıran Şeker, dördüncü bölümde yerli bir düşünce inşa etmenin imkânlarını Ahmet Mithat Efendi özelinde modernleşme üzerinden tartışıyor. 5. Bölümde kitapla hayat arasında zihniyet dünyamızı inceliyor ve entelektüel geleneğimizin mezar taşının Cevdet Paşa olduğunu ifade ediyor.
Modernleşme, Türk tarihinin son iki yüzyılının kronik bir sorunudur. Bir diğer ifadeyle Batı'nın tekniği, bilimi, sanatı, felsefesi ve üretimi başta olmak üzere, üstün bütün özelliklerini yakalama ve bu alanlarda ezilmeme savaşımı olarak da adlandırılabilecek modernleşme yani Batılılaşma, Doğu'nun halen bütün medeniyetleri için en büyük sorunlarından biridir. Fatih M. Şeker, modernleşme öncesinde yaşadığımız hayatın kodlarını modernleşme sonrasında neden kaybettiğimizi de ortaya koymaya çalışarak aslında bizleri fotoğrafın bütününe bakmaya davet ediyor. Fotoğrafın bütününde maziye dönmek, dünün düşünce sisteminin bugünü nasıl şekillendirdiğini bilmeyi de beraberinde getirmektedir. Düşüncenin şekillendirdiği bir toplum, o düşünce içerisinde ancak varolabilir. Düşünce denildiğinde sadece felsefe değil, insan zihninin bütün faaliyetleri göz önünde canlandırılmalıdır. Bu manada, Türk düşünce tarihinin son derece zengin, cazip bir çalışma sahası olduğunu belirtmek yanlış olmaz. Ne var ki bir bütün hâlinde Türk düşünce tarihinin ana hatlarını belirleyen ve toplu bir fikir veren bir çalışma bugüne kadar tam anlamıyla vücuda getirilememiştir. Fatih M. Şeker, hemen hemen hiçbir yazar ve akademisyenin kalkışmadığı alanlarda önemli okumalardan sonra analizler yaparak, en azından Türk zihniyet dünyasını anlamamıza yardımcı olmaktadır. Hiç şüphesiz, düşünce akımları, bu akımların belli başlı temsilcileri üzerine yapılan biyografik çalışmaların yetersizliği ve ana metinlerin henüz sağlıklı bir biçimde yayımlanmamış olması bütünlüklü çalışmalar yapılmasını oldukça zorlaştırmaktadır. Fatih M. Şeker'in bu çalışmaları, bu geniş ama aynı zamanda bir o kadar dar sahada gelecek kuşaklar açısından ümit vericidir.