Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Çankaya çilehane olmasınÇankaya Köşkü, adı anıldığında akla getirdiği 'onur' dışında, insanın içinde devamlı oturmayı gönüllü olarak istemeyeceği bir yerdir. Eski cumhurbaşkanlarından, dört duvar arasına kıstırılmanın sıkıntısını yetişkin oğluyla tavla oynayarak geçiştirmeye çalışanların varlığını anılardan öğreniyoruz. 'First Aile'nin yaşama alanı olan bölüm mütevazı bir daire kadardır; etraftaki hizmetliler özel hayatı asgaride tutmaktan başka bir işe yaramazlar. Geniş çevreye sahip olmayan, sosyalliği sınırlı Sezer Ailesi fertlerinin bile, göreceksiniz, bir süre sonra Çankaya Köşkü'nde canları sıkılacaktır. Cumhurbaşkanlığının câzibesi, ülkenin 'bir numaralı' makamı olmasından, devletin zirvesini teşkil etmesinden gelmiyor; cumhurbaşkanlığının rutin işleri zihni kalıplara sığmayacak genişlikteki insanlar için ömür törpüsüdür. Hergün önüne getirilen imzalanması gereken kâğıtlar, yıldönümü konuşmaları, ayda bir MGK toplantısı heyecanı öldüren ayrıntılardır aslında. Yasak savma kabilinden ele alındığında, cumhurbaşkanının mesâisi, taş çatlasa, günde bir kaç saati geçmez. Ahmet Necdet Sezer bu gerçeği 16 Mayıs gününden itibaren yaşamaya başlayacak. Çankaya Köşkü'ne, dış görünüşü, ilişki biçimi ve rutiniyle Türkiye'nin en lüks çilehanesi olarak bakmak da mümkün. Markete kendi gitmeye alışkın, eşinin diş tedavi sırasını bankoda oturarak bekleyen, yolu gözünde büyütmeyip yürümeyi tercih eden biri için özellikle... Bu tür gündelik meşgaleler, Sezer Ailesi'ne yedi yıl boyunca yasak... Günlük hayatı ve hareketi kısıtlayan cumhurbaşkanlığının imrenilecek bir tek özelliği var: Misyon sahibi bir insana ülkesi için kurduğu projeyi gerçekleştirme fırsatı sağlaması... Siyasi yorumcular, Turgut Özal'ın Çankaya'ya tırmanmasını bir tür 'kaçış' olarak görme eğilimindedir; oysa bunun tersi doğru: Özal, başbakan olarak gerçekleştiremeyeceğini anladığı 'demokratikleşme hamlesi'ni, devletin zirvesi haline dönüşerek hayata geçirebilmek amacıyla cumhurbaşkanlığına heves etmişti. Orada kaldığı dört yıl boyunca yapmaya çalıştıkları bunu gösteriyor... Meclis tarafından bu en onurlu göreve seçilen Ahmet Necdet Sezer'in sırf makamın mehabetini düşünerek kendini 'günüllü çilekeşe' dönüştürmediğini umuyorum. Bir yıl arayla yaptığı iki konuşmada altını çizdiği 'hukuk reformu', bir cumhurbaşkanını yedi yıllık dönemi boyunca 24 saat meşgul edecek bir büyük projedir. 'Hukukun üstünlüğü' ilkesini temellendirecek insan haklarına saygılı demokratik bir yeniden yapılanma için rehberlik edebilir yeni cumhurbaşkanı... Son konuşmasında temenni ettiği yepyeni sivil anayasa için önderlik yapabilir... Çankaya Köşkü'nü dünyanın ve Türkiye'nin ilgi odağı haline dönüştürüp yedi verimli yıl geçirmek de mümkün Ahmet Necdet Sezer için, her saniyesi sıkıntıdan patlatacak bir azaphane olarak da... Herkesin gözü onun üzerinde. BİR NOT: Hürriyet yönetmeni Ertuğrul Özkök, Turgut Özal zamanından beri 'ayrımcılıktan' şikâyet ettiğimi yazmış; doğrudur. Hemen her yönetim, kendisine râm edemeyeceğini anladığı meslek erbabı ile gazete ve televizyona ayrımcılık uygulamış, ben de bunu kendime dert edinmişimdir. Ancak, Özkök, benim, başbakan iken, Necmettin Erbakan'ın 'bir kısım medya'ya uyguladığı 'ayrımcılığa' o kadar ses çıkarmadığımı ileri sürüyor ki, bu, asla doğru değildir. Kısıtlı katılımlı ilk toplantıda yapılanın yanlış olduğunu dâvet sahibinin yüzüne ifade ettiğimi o gün orada bulunanlar hatırlayacaktır. Yanlışlığı tam üç kez kendi sütunumda da dile getirdim. İşte, yazıya geçmiş o uyarılarımdan biri: "Başbakan Necmettin Erbakan, geçen gece, Konut'ta bir grup gazeteciyi ağırladı. Ertesi sabah da, hemen her gazeteden yönetici ve yazarlar Genelkurmay'da misafir edilerek Türkiye'nin yeni milli stratejisi konusunda aydınlatıldı. Konut'taki özel bir sohbetti, ama yine de her gazeteden meslekdaşlar çağırılsa iyi olurdu; bu görüşümüzü, bir önceki benzer bir toplantıda Başbakan Erbakan'a uzun uzun anlatmıştık." (Gündem, 21 Kasım 1996) Son zamanlarda MHP'yi akıl almaz derecede sevmeye başladığı fark edilen Ertuğrul Özkök'ün, Devlet Bahçeli'nin Yeni Şafak'ı basın toplantısından uzak tutuşunu bana mâlettiği yanlış bilgiyle onaylaması, Sovyet dönemiyle ilgili eski bir fıkrayı hatırlattı. Ruslar, kendilerinin ne kadar ileri olduklarını göstermek için Amerikalıları Moskova'ya dâvet etmişler. İlk gün Moskova metrosuna gidilmiş. Rus mihmandar, geçip giden treni göstererek, "Bizim metro çok düzenli çalışır" demiş, "Tam altı dakika sonra yeni tren bu istasyona uğrayacak..." 20 dakika olup tren ortalıkta görünmeyince bozulan mihmandar, konuklarına dönüp, "Ama siz de kızılderilileri kestiniz..." deyivermiş... Özkök de, 'ayırımcılığa' mâruz bırakılan bana dönüp, "Ama sen de..." diyor. Belleği zayıf: Ben hiçbir zaman kızılderili kesmedim; ne zaman haksızlık görsem infialle karşıladım... O ayıbı işleyenlerin mağdurları her devirde biziz... F.K.
fkoru@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|