T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Aydın olmanın dayanılmaz sorumluluğu

Tarih içinde geniş bir açıdan bakıldığında, toplumların dönüşümünde aydınların öncü bir işlev yüklendikleri görülür. Aydınların gücü, taşıdıkları fikirlerin derinliğiyle birlikte zenginliğinden kaynaklanır. Düşüncelerin zenginliği de, dünya ürün, hizmet ve bilgi üretim hacmine yaptıkları katkıya bağlıdır. Düşünce ya da ürün olsun, üretime katkısı olmayan bir bilginin kimseye bir yararı olmaz.

Kuşkusuz aydın deyince, herkesin aklına kötülükleri azaltmaya, iyilikleri de çoğaltmaya çalışan bir kesim gelir. Ancak onlara biraz yakından bakılırsa, hepsinin ya öğretenler ya da öğrenenler oldukları görülür. Zaten bu iki kesimden başka bir kesimde yer alandan aydın olmaz. Başka bir deyişle, aydın bu iki grup dışında bir grupta fonksiyonel olamaz. Bu bağlamda, düşünce üretimi ve hayata geçirilmesi sürecine katkıda bulunan herkes aydın kesimi içinde yer alır.

Dr. Hanifi Özcan'ın W. Montgomery Watt'tan çevirdiği Gazali'nin incelendiği "Müslüman Aydın" isimli kitapta, yazar "vasıta olan", "sistemleştiren" ve "sezgici" olmak üzere aydınları üç ana kesime ayırır. Vasıta olan aydın, çevreyi dönüştürmede teorik bilgi üretir, genellikle uygulamayla uğraşmaz. Sistemleştiren aydın, felsefik düşünmesini bilen din ve hukuk benzeri alanların öncüsüdür. Sezgici aydın ise, en güzel örneğini peygamberlerde bulan lider aydındır.

Başta Gazali olmak üzere bütün Müslüman düşünürler, Kur'an ve Sünnet'in ışığında, kendilerinden önceki bütün kültür ve medeniyetlerin birikimini değerlendirerek, içselleştirmesini bilmişlerdir. Onların kalıcı başarısı, hayatın ve toplumun gerçekleriyle örtüşmeyen, marjinal görüşleri ayıklayarak, ortak akla ve sağduyuya dayalı ana ve orta yolu korumak olmuştur. Bu bağlamda Gazali İslam düşünce tarihinde büyük ve önemli bir yer tutar. Onun İbni Sina ve Farabi eleştirisinin, İbn Rüşd tarafından eleştirilmesi, yeni bir felsefi gelenek oluşturmuştur.

Gazali büyük ölçüde kendini anlattığı "Yanlışlıklardan Kurtuluş" isimli kitabında dünyada gerçeği arayanları, Kelamcılar, Batıniler, Felsefeciler ve Mutasavvaflar olmak üzere dört ana gruba ayırır. Gerçeğin bu dört grubun dışında olmadığını düşünerek, her birini derinlemesine araştırır ve doğruyu söyleyende değil de, söylenende aramak gerektiğinin üzerinde önemle durur. Watt da kitabında onun bu yolunu izleyerek, onu inceler.

Gazali, felsefeye ağırlık verenler arasında Aristo'nun "Birinci" Farabi'nin "İkinci" öğretmen olarak nitelendirilmesini "Bizim öğretmenimiz Hz Peygamber'dir" diyerek, kutsal bilginin tek kaynağının peygamberler olduğunu vurgular. Ayrıca İbni Sina ve Farabi kadar Aristo'nun bilgi ve düşüncelerini hakkıyla sorgulayıp, aktaranın olmadığının belirtmekten de geri durmaz. O hiçbir zaman bilgiye karşı olmamış ve her alanı da sonuna kadar araştırmaya büyük özen göstermiştir. Onun şiddetle karşı çıktığı felsefecilerin kendilerini peygamberlerin yerine koyarak, bilmedikleri dünyadan biliyormuş gibi haber vermeleridir.

Sağlıklı bir toplum için herkesin beş duyunun alanına giren bütün konularda üretilen bilgi birikimine uzak ve ilgisiz kalmaması gerekir. Geçmiş medeniyetlerin bilgi ve kültür birikimi bütün toplumun pay sahibi olduğu ortak bir kaynaktır. Bu zengin kaynak hiçbir ülke ve kesimin tekelinde değildir. Aydınların dışında kimse bu kaynak üzerinde hak iddia edemez.

Türkiye'nin ortak kaynaktan yararlanmasında en büyük görev ve sorumluluk aydınlara düşüyor. Yoksul olan toplum değil, aydınlar.


15 Aralık 2002
Pazar
 
NAZİF GÜRDOĞAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED