T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kendi gazıyla boğulmak

Tayyip Erdoğan ve heyetini taşıyan uçak Esenboğa Havaalanı'na inerken, bir meslektaş, perondaki kalabalığa dikkat çekti. Bakanlar, milletvekilleri, partililerden oluşan birkaç yüz kişi... Ona, geçmişte beraber izlediğimiz eski seferleri hatırlatıp sordum: "Avrupa Birliği'nden bu kararı çıkartan Turgut Özal olsaydı, havaalanının şimdi ne halde olacağını düşünebiliyor musun?" Başbakanlığı döneminde Tansu Çiller'le de çalışmış bir diplomat ise, "Bu kararı o almış olsaydı, otele döndüğümüzde çayda çıra oynayan gençler bizi karşılardı" dedi...

Görevi gereği AB'yi yakından izleyen bir bürokrata, "2003 tarihi nereden çıktı?" diye sorduğumda güldüğünü gördüm. Bilmiyormuş, ama pazarlık başlangıcı olarak o tarihi tespit edenin bu konularda fazla bilgili biri olmayacağına inanıyormuş... "Müzakerelere başlayabilmek için, ilerleme raporunda buna yer verilmesi gerekir; oysa 2003'ten önceki son rapor çıktı ve tabii Türkiye ile müzakere sürecine dair tek bir cümle yok" dedi o bürokrat... Alınabilecek en erken tarih '2004 Mayıs' imiş.. Hüküm cümlesi şu oldu: "Alınan tarih, bu sebeple, muazzam bir başarı..."

Bir Alman meslekdaş da aynı meraktaydı. "Biz Türkler" dedim ona, "Kendi kendimizin gazına fena halde geliriz; ağızdan 2003 diye bir tarih çıkınca, bu ilk önce 'pazarlık marjı' ile söylenmiş olsa da, sonunda kendimizi o tarihe bağımlı hissederiz..."

Tayyip Erdoğan'ın duyduğu hafif hayal kırıklığında yirmi gün boyunca başkentler arasında mekik dokumasının da payı büyük. Karşılaştığı her liderden gördüğü ilgi ve anlayış, belli ki, ondaki beklentileri büyütmüş; önceleri 'pazarlık marjlı' kullandığı halde, sonraları '2003' tarihinin olabilirliğine kendi de inanmaya başlamış... Tarih bir yıl sonrasına çıkınca, Tayyip Bey, bu yüzden kısa bir 'sürpriz' hali yaşadı.

Olayın bir de 'pazarlığın son ana kadar devam etme' yönü var.

Şöyle düşünün: Bir ay boyunca '2003' olarak yürüttüğünüz, '2004 Mayıs' olsa itiraz etmeyeceğinizi belli ettiğiniz kampanyanın sonunda, torbadan, şansınıza '2004 Aralık' tarihi çıkmış... Bunu sağlayan karar metninde de, sizin kulağınıza 'olabilir' gibi gelse bile başkalarının 'gevşek' diyebileceği bir boşluk var... Önünüzde henüz pazarlık için daha vakit varken, "Tamam, üyelik garanti" diye ağzınız kulakta gezer misiniz?

"Ben iyi pazarlıkçıyım" diyen Tayyip Erdoğan ile, "Henüz her şey bitmedi" diye inanan Abdullah Gül, günün ilk birkaç saatini somurtarak geçirmeyi yeğledi... Başbakan Gül, "Gün boyu liderler üzerinde yakın pres uyguladık" dedi her şey olup bittikten sonra... Sabah Tony Blair ve Silvyo Berlusconi ile görüşmüş ve öğleden sonra Tayyip Erdoğan ile birlikte görüşeceği Jacques Chirac ve Gerhard Schröder'e mesajlar göndermiş... Dörtlü görüşme sırasında Chirac ile aradaki buzları eritmiş... Ardından düzenlediği basın toplantısında, bizler aracılığıyla ilettiği, "Biz önümüzde sadece Kopenhag kriterleri var biliyorduk, ama bazı ülkelerin kamuoylarını tatmin etmek gibi bir şart daha varmış" cümlesini kafasında kurmuş...

Bu taktikler tuttu mu? En iyisi siz hakem olun: Bir gece önce, "Eğer kriterlere uyum sağladığı rapora bağlanırsa, Türkiye ile müzakereler 2004 sonunda başlayacaktır" biçiminde açıklanan karar cümlesi, o günün sonunda, "Hiç bekletilmeden" cümleciği eklenerek nihâî biçimine kavuştu... Başbakan Gül, "Akşam, toplantı salonuna girdiğimde, Alman dışişleri bakanı Joschca Fischer yanıma geldi ve kararın bir cümlecikle daha muhkem hale getirildiği haberini verdi" dedi...

Tayyip Erdoğan'ın gezisini izleyen meslektaşlardan bazıları da, gece yarısından sonra açıklanan karar cümlesini görünce, tam kavrayamadıkları için, "Eyvah, Türkiye'ye tarih için bile tarih verilmedi" yorumunu Türkiye'ye ulaştırdı... Oysa, ertesi sabah, taslak metin ortaya çıkınca, AB liderlerinin meramının çok farklı ve Türkiye lehine olduğunu onlar da kavradı. Kopenhag'ta verilen 'tarih için tarih' değil tam anlamıyla bir 'tarih'... Türkiye, siyasi açıdan eksikliklerini tamamlayabildiği taktirde, 2004 yılı sonunda, müzakerelere başlayabilecek... Bazı liderler, "Şartları daha erken yerine getirin, müzakerelere hemen başlayalım" bile demişler Başbakan Gül'e...

Bir gece önce, taslak cümleyi duyunca, "Aman istemem, AB'niz sizin olsun" diyecek raddelere gelenler vardı bizim heyette...

Almanlar, Türkiye'de derin bir hayal kırıklığı yaşanacağını ve ikili ilişkilerin etkileneceğini ne zaman fark ettiler acaba? Türkiye'ye yansıyan ilk ve 'yanlış' algılamanın da bunda etkisi olabilir; yazanlar açısından 'algılama özürlü' olmayı akla getirebilecek köşe yazıları ve haberler de katkıda bulunmuştur... Ankara'daki büyükelçilikleri, tanıdıkları bir meslekdaşa, "Merak etmeyin, cümle iyileştirilecek" haberini, Fischer Başbakan Gül'e haber vermeden saatler önce uçurdu çünkü...

Türkiye'yi AB'ye üye yapmak için canını dişine takarak çalışan siyasi kadronun deneyim eksikliği, Kopenhag Zirvesi'nde lehte çalıştı bana göre; ağızlardan çıkan bazı talihsiz açıklamaları muhatapları kötüye yormadı en azından...

Havaalanında Tayyip Erdoğan'ı karşılayanlar bile elde edilen başarının büyüklüğünden fazla haberdar görünmüyorlardı. Tayyip Bey'in içinde de, "Daha iyi olabilirdi" ukdesi kaldığına eminim...


15 Aralık 2002
Pazar
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED