T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Terlik" meselesi tamam, peki ya diğeri?

Bir kez daha göz atmak için yazıyı aradım ama bulamadım. Olsa olsa Urfa Barosu'ndan arkadaşlar hatırlıyordur, çünkü sözünü ettiğim yazıyı bana ulaştırdıkları bir mektuptan hareketle yazmıştım. Hikayenin özeti şöyleydi: Cezaevinde müvekkilini ziyaret etmek isteyen avukatlardan, kapıdaki "x-ray" cihazının fevkalade hassas olmasından dolayı (çünkü ayakkabının içindeki çiviyi bile tanıyor!) ayakkabılarını çıkarıp ziyaretlerini terlikle yapmaları isteniyordu. Söylemiştim galiba; ne kadar saçma sapan, avukatlar açısından ne kadar rencide edici bir uygulama... Avukat arkadaşlardan birisi "Ben müvekkilimle ayağımda terlik konuşamam, yapamam!" derken ne kadar haklıydı. Tasavvur edin, dışişleri bakanının bir meslektaşını ayağında "tokyolar"la kabul etmesinden daha da (çünkü konumuz "adalet") sakil, gülünç bir durum...

Peki, Urfa Barosu'ndan arkadaşların bu mektubundan söz ettim de ne oldu? Ne olacak, tabii ki benzer pek çok durumda olduğu gibi hiçbir şey! Terlik yetkililerinden ne bir açıklama, ne bir yalanlama, ne de bir savunma.... Besbelli ki avukatlar mecburen, adına "hukuk devleti" de denilen devletin cezaevlerinde ayaklarında şıpıtık terliklerle dolaşmaya devam ettiler.

Aylar öncesinin bence bu çok önemli konusuna dönmemim nedeni 3 aylık Adalet Bakanı Prof.Aysel Çelikel'in yaptığı şu açıklama: "Utanç duyuyorum, ama benden önceki üç bakan, mahkûm yakınlarının, cezaevine yasak şeyleri sokmasını önlemek için başka yöntem bulamamış. Mahkûmları ziyaret eden avukatlara terlik giydiriliyor. Çünkü güvenlik sistemi, ayakkabı tokasıyla bile alarm veriyor. Aletlerin duyarlılığını biraz indirelim dedik ama yine öttü. Bu yüzden avukatlara yönelik terlik uygulamasına sor veriyoruz."

Hele şükür! Sürekli "öten" ve adına "x-ray" denilen terlikçi bir cihaz nihayet 3 aylık bir Adalet Bakanı'nın himmetiyle tarihe karıştı... Bu ülkede dünyada görülmemiş, Adalet Bakanı'nın ifadesiyle "utanç verici" bir uygulamayı kaldırabilmek ne kadar da zormuş... Neyse... Geç oldu ama – bakalım, 3 Kasım sonrası Adalet Bakanı da terlikçiler lobisinin adamı çıkmazsa!- bu mesele de halledilmiş oldu.

Adalet Bakanı Prof. Aysel Çelikel'in aldığı bu karar kendisi hakkında beslenen olumlu düşünceleri pekiştirmiştir sanırım. Böyle diyorum ama bu fasıla ilişkin olarak bir parantez açmaktan da geri durmayacağım! Çelikel'i, akademik çalışmalarını dışarda bırakırsak asıl olarak İstanbul Üniversitesi Rektörü'nün bazı bildik uygulamalarına kararlı biçimde karşı çıkan bir öğretim üyesi olarak tanıyoruz. Ayrıca bildiğiniz gibi Çelikel'in bu olaylardan sonra başlayan bir YÖK üyeliği dönemi de var. Çelikel'in bu dönemde ortaya koyduğu bazı olumlu tavırlar da kulağımıza gelmedi değil. Mesela YÖK Yönetim Kurulu'nun ortada doğru dürüst bir neden yokken bazı rektörleri görevden alma isteğine karşı çıkma gibi... Ancak, Prof. Çelikel'in Adalet Bakanı olarak yine çok önemli bir hususa ilişkin olarak sessiz kaldığına şahit olduk. Şöyle ki: Hatırlıyorsunuz (yoksa unuttunuz mu!), Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır 3 No'lu DGM'den adli sicilinin temiz olduğuna dair aldığı karar Yargıtay Başsavcısı'nın talebi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından "yok" sayılmış ve bu kararın arkasından da bildiğiniz süreç yaşanmıştı. Oysa o günlerde, birisi sıcağı sıcağına eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve diğeri birkaç gün sonra eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk tarafından Yargıtay'dan çıkan karar usul açısından hiçbir tereddüte yer vermeyen bir biçimde eleştirilmişti. Bu eleştirilerin dayandığı gerekçe de şöyleydi: Diyarbakır DGM'nin kararına ilişkin Yargıtay'a bir başvuru/itiraz ancak Adalet Bakanı tarafından yapılabileceği için, "Türkiye Başsavcısı" gibi bir sıfatı olmayan (Sami Selçuk'un altını çizdiği husus) Yargıtay Başsavcısı'nın karara neden olan başvuruda bulunmuş olması usul yönünden yanlıştır. Yani herşey bu derece açıktı! Bitmedi, tabii ki hepsi bu kadar değil: Yargıtay'dan kararın çıktığı günlerde bir günlük gazetede de (galiba Sabah) şöyle (mealen) bir haber yayımlandı: Yargıtay'a başvuru için Adalet Bakanı Çelikel, Yargıtay Başsavcısı Kanadoğlu ve bakanlığın sicil dairesi müdürü bir araya gelerek, başvurunun Başsavcı tarafından yapılmasını kararlaştırdılar.

İşte benim sorum tam da işin bu faslıyla ilgili olacak: İçinde bulunduğu kurumlarda ortaya koyduğu birçok olumlu tepkiden (son örnek "terlik" meselesi olmak üzere) haberdar olduğumuz Prof. Çelikel, sözünü ettiğim habere (ve de tabii ki eleştiri konusu olan "başvuru"nun kimin tarafından yapılmasının usule uygun olup olmadığına) ilişkin ne bir açıklama, ne de bir yalanlama yapmak gereğini niçin duymadı? Yoksa (pek sanmıyorum ama) bu satırların yazarının gözünden mi kaçtı?

"Terlik" meselesinin mutlu bir sonla bitmesi sevindirici. Ben kendi adıma, diğer meselenin de sevindirici bir sona ulaşmasını istiyorum.


8 Ekim 2002
Salı
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED