T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yine gazetecilik etiği üzerine

Milliyet'in Ahmet Altan'ı hedef alan yayınlarını konu ettiğim "Herkesin başına gelebilir" yazımın çıktığı dün ilginç bir gelişme yaşandı: Milliyet okur temsilcisi Yavuz Baydar, sütununda, yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz'ın Ahmet Altan'dan özür dilediğini açıkladı. Kusurlu görünen üç kişinin işine son vermişler... Baydar, yazısını, "Tarafların uzun ve yıpratıcı mahkeme sürecinden vazgeçmeleri" temennisi ile noktalamış...

İşin o tarafını Ahmet Altan bilir...

Haber ve yazılarda hata olmaz mı, elbette olur. Herkesin kavrama yeteneği farklıdır, söyleneni tam anlayamayan muhabirin haberi sarkar... Kaynakların aynı konuda verdiği bilgiler farklıdır; muhabir veya yazar yanlış tercihte bulunabilir... Yazar yazısını yanlış bilgi üzerine kurar, sonunda mahçup olur... Bu sebepledir ki, dünyanın en itibarlı gazetelerinde bile 'düzeltme' sayfaları bulunur. İtibarına dikkat eden yazar, yanlışını, fark eder etmez düzeltir...

Bu konularda titizliğim biliniyor. Gönderilen her türlü düzeltmeyi, içeriğini paylaşmasam bile, hiç vakit geçirmeden sütunuma taşıdım. Okurları yanıltmaktan kaçınırım; yazmadan önce ince eleyip sık dokurum...

Son zamanlarda bir moda yaygınlaştı: Düzeltme göndermek yerine derhal mahkemeye başvurmak... Hatta, bir parti lideri, düzeltmesini yayınladığım halde mahkemeye koştu. Bazısı da mahkeme öncesi Basın Konseyi'ni devreye sokuyor...

Bir süre önce çeşitli televizyon kanalları ve gazetelerde yer alan Medine Bircan olayını herhalde hatırlayacaksınız. İstanbul Üniversitesi, tedavisi süren kadından başörtülü fotoğraf istemiş, kadının o sırada ölümü ülkeyi ayağa kaldırmıştı. Konuya girmeden önce bütün yayınları izledim, "Ne yapayım, bizden bunu istiyorlar" diyen hastane görevlisini ekranda gözlerimle gördüm, Meclis başkan vekili Murat Sökmenoğlu'nun "Bu bir cinayet" diyen açıklamasını okudum, ardından görüşlerimi okurlarımla paylaştım...

Yazımda herhangi bir yanlış varsa üniversite bana bildirmek zahmetine katlanmadı, doğrudan Basın Konseyi'ne başvurdu; üniversite yönetimi Konsey'e başvurmak yerine bana açıklama gönderseydi, okurlarım, nerede hata yaptığımı öğrenme imkânına kavuşurlardı... Dün internet sitesine girdiğimde Konsey'in henüz benimle ilgili kararını vermediğini gördüm; yakında verir.

Basın Konseyi'ne şahsen üye değilim, olanları da anlamıyorum. Geçmişte, Konsey'e başvuran mahkemeye gitme hakkından vazgeçmek zorundaydı, şimdi o kısıtlama kaldırıldığı için bu sürece hiç ihtiyaç kalmadı. Ama, Basın Konseyi varlığını sürdürüyor...

İstanbul Üniversitesi ile ilgili bir şikâyete Basın Konseyi'nin bakmaması gerekir; Konsey başkanı Oktay Ekşi'nin İstanbul Üniversitesi yönetimiyle olağanüstü 'yakın' ilişkisi sebebiyle... Bir kere, eşi Prof. Aysel Ekşi İstanbul Üniversitesi'nde öğretim üyesi; hem de rektör çıkaran Tıp Fakültesi'nde... Bugüne kadar gelmiş geçmiş pek çok rektörü de yakından tanıyor Oktay Bey...

"Yakından tanıyor" deyince öyle sıradan bir 'yakınlık' sanmayın. Geçenlerde, İstanbul Üniversitesi'nin eski rektörlerinden biri vefat ettiğinde, arkasından yazılan yazılardan birini okurken bu 'yakınlığın' derecesini öğrenme fırsatı buldum. Meğer, Basın Konseyi başkanı Oktay Ekşi, ilk elden görgü tanığı ifadesine bakılırsa, İstanbul Üniversitesi üzerinde olağanüstü etkiliymiş...

Tanık, şu yakınlarda yeni kitabıyla siyasi tartışmalara konu olan 'ünlü' bir öğretim üyesi... Eski rektör Cem'i Demiroğlu'na 'rahmet' dilemek üzere yazdığı yazısında, 'hak ettiği halde' kendisine profesörlük unvanı vermeyen başka rektörlerden söz ettikten sonra sorunun nasıl çözüldüğünü tatlı tatlı anlatıyor...

Okuyalım: "Bu sıkıntılı günlerin birinde sevgili Oktay Ekşi Ağabey'le dertleşirken konu bu kadro işine geldi ve uğradığım yobaz zulmünü anlattım. Dedi ki Oktay Ağabey: 'Yahu, bizim Cem'i Bey'le bir görüşeyim, onun böyle bir kadroyu açma imkânı olabilir mi diye sorayım...' / Ve görüştü sevgili Oktay Bey. Sonra beni aradı ve dedi ki: 'Derhal Cem'i Bey'e git! Seni fikirlerinden gıyaben tanıyor. Durumu birlikte konuşun..."

Sonucu herhalde merak etmiyorsunuzdur, ama ben yine de yazayım: Oktay Ekşi'nin araya girmesiyle, profesörlüğü yıllarca 'engellenen' öğretim üyesi, yalnızca 'prof' unvanına kavuşmaz, yeni kurulmuş bir fakültenin başına da getirilir...

Peki, durum bu kadar açıkken, Oktay Ekşi'nin başkanlığını yaptığı Basın Konseyi, İstanbul Üniversitesi ile ilgili konulara bakabilir mi? Dünyanın her tarafında, bu tür ilişkiler, 'çıkar çelişkisi' tespitiyle 'yargıca itiraz' sebebi sayılır çünkü... Ancak, ben, Basın Konseyi'ne verdiğim cevapta, yazımı savunurken, konunun bu yönüne değinmedim bile...

Ahmet Altan'ın Milliyet'le ihtilâfı üzerinde dururken bu konuyu hatırlamamın sebebi, bir medya sitesinde, "Dr. Vedat Demir Basın Konseyi genel sekreterliğinden ayrıldı" haberiyle karşılaşmam... Konsey benimle ilgili şikâyeti henüz ele almadı, ama yine de bu haberden rahatsız oldum. Yazarlara saygılı ve ayak oyunlarına gelmez biri olarak uzaktan tanıdığım Vedat Demir'in istifasının benim konumla ilgisi varmış gibi geliyor...

Neyse, bakalım 'Oktay Ağabey'in Basın Konseyi Milliyet okur temsilcisi kadar nesnel olabilecek mi?


8 Ekim 2002
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED