T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 18 HAZİRAN 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Batı ve doğu arasında

Sayın Gündüz Aktan; "... 'AB ile müzakerelere başlayıp da üye olmamış ülke yok' denebilir. Ama gidişat Türkiye'nin ilk ters örneği oluşturabileceğini gösteriyor" demekte (Radikal, 15 Haziran 2006 Perşembe). Ben de bu konuda şimdiye kadar çeşitli yazılarımda tereddüt belirttim. Fakat "AB ile ilişkilerimizi normalleştirme işinin yeni hükûmete bırakılması" gereğini anlayamadım. Erken seçim gereği mi belirtiliyor, yoksa AKP içinde bir hükûmet değişikliği mi?

Ben de geçenlerde AB'ye katılmamızın "çıkmaz ayın son çarşambasına ertelendiği" kanaatinde olduğumu belirtmiştim. Bunu bana bir AB yetkilisi de -diplomatik üslûbu bir yana bırakarak- açıkça söylemişti. Fakat, "Bugünkü durum, her ne pahasına olursa olsun AB, diyenlerin ürünü. Bunlar AKP Hükûmeti'nin siyasî meşru'iyetini AB üyelik sürecinden aldığını hâlâ ileri sürüyorlar" tesbitinin doğruluğunda da tereddüt ediyorum. AKP Hükûmeti'nin "AB üyelik süreci" dolayısı ile "oy" aldığı ileri sürülebilir belki, fakat sayın Aktan'ın da söylediği gibi: "Türk hükûmetleri meşruiyetlerini halktan alır". Bugünkü hükûmet de meşruiyetini halktan almamış mıdır? "Dış meşruiyet kaynağı, muhtaç olana zaten fayda sağlamaz" tesbiti üzerinde de durmak gerekir: Dış meşruiyet kaynağı, AB'de değildir, bir "dal" ilâvesi ile ABD'de, hatta onun da içindeki bir güçtedir. Bu güç odağı da esasen bizim AB'ye üyeliğimizi de aslâ istemez. Şu halde bu hükûmet, dış meşruiyet kaynağını AB'den almamıştır. Dış meşruiyet kaynağı da icazetini AB'ne üye olmamız için vermiş değildir. Dış meşru'iyet kaynağının muhtaç olana esasen fayda sağlamayacağı görüşü de, ancak uzun vadede ve nihaî olarak doğrudur, yoksa "demokratikleşme" görünümü altında, "dış meşru'iyet kaynağı"nın başına çöreklenmiş canavarın dümen suyuna girdiğimizden beri, bu canavarın değiştirmek istediği her hükûmetin yerine gelen modern veya postmodern darbe ürünü hükûmetler, dış meşruiyet kaynağının desteği ile iktidarda kalmışlardır. Demek oluyor ki "Türk hükûmetleri meşruiyetlerini halktan alır" sözünün gerçek olabilmesi için, artık "muhtıralı" erken seçimlere kesin bir son vermek gerekir.

"Türkiye'nin dış dinamik olmadan hiçbir reformu yapamayacağını, ekonomisini yönetemeyeceğini, dış güvenilirliği yitireceğini aynı fütursuzlukla söyleyen çevreler" nerede? AKP'nin "içinde mi, dışında mı?" Bunun belirtilmesi gerekir ki, AB adaylığı sürecinin "normalleştirilmesi" için Hükûmet'in yenilenmesine gerek olup olmadığına hükmedilebilsin. Bu "çevreler" AKP Hükûmeti'ne dahil ise, değişiklik gereklidir, değilse, AKP Hükûmeti'nin "elin ağzı" torba değil ki büzesin!" demeye hakkı yok mudur? Aslında bu "çevreler", AB'ne girmemizi asla istemeyen Dış Güç Kaynağı'nın oyalama ve uyutma görevlileri değil midir?

Sayın Aktan'ın "Azınlık vakıfları konusundan da asla vazgeçmeyeceklermiş. Yunanistan ve Kıbrıs'daki vakıflarımızı garantiye almadan bu alanda tek bir adım atmamalıyız" demesi, bence bu yazının asıl zaaf noktası: Azınlık vakıfları ve dolayısı ile Ruhban Okulu konusunda bugüne kadar çok haksızlık yapıldı. Evrensel Ahlâk ve Hukuk'un kesin emri; AB'ye girelim veya girmeyelim, Karşılıklılık (Mütekabiliyet) ilkesine bağlanamaz. Lozan Andlaşması'nda da bağlanmamıştır. Lozan Andlaşması olmasaydı dahî, müslüman olmayan vatandaşlarımızın vakıflarını da "vakıflarımız" saymak gerekirdi.

Sayın Aktan, yazısını "Silkinme zamanı yaklaşıyor" cümlesi ile bitirmiş. Bu da, belirsizliği endişe uyandıran bir cümle! Silkinme, titreme kolay, fakat bundan sonra ne yapacağımızı belirlememiz gerekiyor. Hukuk Devleti ve Sosyal Adalet (Demokratik ve Sosyal Hukuk Devleti) ülküsünü gerçekleştirme hedefini terk mi edeceğiz? "AB'nin yirmi yıllık müzakere sürecinde burnumuzda halka arkalarından sürünmemizi beklediği" endişesi bende de güçleniyor. AB'ne en kısa zamanda ve en yakın noter vasıtası ile bir ihtar gönderelim ve "bir yıl içinde üyeliğimiz kesinleşmediği takdirde, adaylık başvurumuzu geri alacağımızı" ihtar edelim, fakat onlar da "siz Hukuk Devleti vaadinizi gerçekleştirdiniz mi?" mukabil ihtarını keşîde ederlerse, "biz Hukuk Devleti olmayı; üyeliğimizin kabulü şartına bağladık" mı diyeceğiz? Asıl önemlisi: Titreyip silkindikten sonra döneceğimiz, Sayın Aktan'ın deyimi ile: Hanefî-Matüridî çizgili "kendi kimliğimiz" üzerinde uzlaştık mı? Bir bilen var mı, nerdeyiz şimdi?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi