Ülkemizin ilk Nobel'li bilim insanı Aziz Sancar'ın açtığı yolda çok güzel gelişmeler oluyor. Geçtiğimiz hafta Acıbadem Altunizade Hastanesi Kök Hücre Merkezi, Hematoloji Uzmanı, Acıbadem Labcell Hücre Laboratuvarı Direktörü Prof. Dr. Ercüment Ovalı, kan ve kök hücreden yapay deri 'Dermoplastik' i üretti. Ovalı ve ekibinin ürettiği yapay deri ABD Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Derneği’nin ‘En İyi Deneysel Araştırma’ ödülüne layık görüldü. Aldığı bu ödülü geçtiğimiz hafta Trabzon Maçka'da teröre kurban giden 15 yaşındaki gencecik Eren Bülbül'e ithaf eden Ovalı, "Bu ödülle birbirimizin başarısına ne kadar ihtiyacımız olduğunu anladım. Çok özlemişiz birbirimizi. Bir şekilde bu ödülle kaynaştık, bir araya geldik" diyor.
Size o öyküyü anlatmayacağım. Onunla ilgili bir kitap yazmayı düşünüyorum çünkü. Anlatsam roman olur dedikleri türden bir hikaye. Bu röportaja sığmaz. Okuyanı gülümseten hiciv dolu ve düşündüren bir roman olacak. Bağıran bir roman olmayacak ama insanlara dokunacak. Olaylar ve kişiler gerçek olacak ama belgesel tarzında bir şey de değil.
Kök hücreye başladığımızda kimse inanmıyordu. İlk işe başladığımızda Trabzon'da yerel bir gazetede 'Büyüklere masal' diye başlık attılar. Bu ödül benim için ayrıca 'Büyüklere masal'ın gerçek olduğunu gösterdi. Bu zamana kadar hastaları hep ilaçla, cerrahiyle, fizik tedaviyle, biyolojik moleküllerle tedavi ettik. Ama insanı tedavi etmek için hücreleri kullanmak yeni bir kavram. Başta kabul edilemiyor olması çok normal.
Evet, yıllar öncesine dayanıyor. 2003'te Trabzon'da ilk kan pıhtısı iskelesini oluşturduk. Biz o tarihlerde deri değil kıkırdak dokusu oluşturmaya çalışıyorduk. İyileşme pıhtıyla başlar. Diyelim yaralandınız. Pıhtı gelir oraya yerleşir ve hasarı kapatır. Hücreler de onun içine girer ve ilerledikçe pıhtı erir kaybolur, yerini hücrelere bırakır. Uzun süre ara verdikten sonra 2012'de çalışmalara tekrar başladık. Bu kez ekipten biri bize deri lazım deri yapalım dedi. Deriyi yaptık. Önce farelerde denedik ve muhteşem sonuçlar aldık. Geçen gün insanların hakkını yememek için düşündüm 14 senelik bu süreçte 120 kişinin parmağı değmiş bu çalışmaya.
Hücreleri üretebilirsiniz, şekillendirebilirsiniz ama onu taşıyacak bir iskele olmadığı zaman yani bir yaranın üzerine o hücreleri koyduğunuz zaman akar ve giderler, durmazlar. Dolayısıyla onu orada tutacak ve şekil verecek bir kalıp gerekiyordu. O kalıbı yıllar önce bulmuştuk zaten. Son deneyde o kalıpta bir gelişme yaptık ve bu daha dirençli ve yarı katı bir iskele halini aldı. Hücreleri tabaka tabaka koyarak test ettik. Beş grubumuz vardı. En mükemmel sonucu yağ hücresi, deri ve iskeleyi koyduğumuz grupta aldık. Biz bile bu sonucu alacağımızı beklemiyorduk.
Eğer bir yanığınız varsa tedavi için iskele sizin kanınızdan yapılacak. Yağ sizin kendi yağ kök hücreniz olacak. Deri zaten sizin deriniz. Yabancı hiçbir şey yok. Dolaysıyla vücudun rejeksiyon yani reddetmek gibi bir şans yok.
Doğru bir teoriye, doğru bir iskeleye sahiptik, mantığımız da doğruydu, dizaynı da çok güzeldi. Ama tabi çok iyi yazılması gerekiyordu. Yazım bazen o kadar önemlidir ki bunu aslında geçen günlerde yaşadık. Hoşaf projesi çok eleştiri aldı, aslında çok güzel bir proje. Ama kötü sunulduğu için 'organik hoşaf' diye eleştirdiler. Aslında orada katkısız, uzun ömürlü ve bozulmayan bir maddeden bahsediyor. Bu çalışmayı zafere ulaştıran şeylerden bir tanesi belki de çok iyi sunulmasıydı. Okuma sayısı en yüksek bizim makale. Ayrıca kişisel arşivlere de en çok bizim makale girmişti. Bir diğer neden de bu projenin çok hızlı bir şekilde kliniğe girecek olması. Biz buna translasyonel diyoruz. Yani laboratuvar tezgahından kliniğe girmesi an meselesi. Hatta Kurban Bayramı'ndan sonra birkaç arkadaşım ürün bekliyor.
Bizim projemiz milyon dolarlık bir proje değil. Bir kere milyon dolarlık bütçeleri geride bırakmanın keyfini yaşıyorum. Huzurluyum çok da sevindim. Ödülü her zaman alabilirsiniz ama asıl önemli olan takdir edilmek. Beni en çok etkileyen toplumun takdirini kazanmak. Geçen bir restorandan ayrılırken bir aile gelip 7 yaşlarındaki kızlarının biyolog olmak istediğini söyledi. Bu benim için paha biçilemez bir şey. Bir de birbirimizin başarısına ne kadar ihtiyacımız olduğunu anladım. Çok özlemişiz birbirimizi. Bir şekilde bu ödülle kaynaştık, bir araya geldik.
Bir gün pat diye bir mail düştü bilgisayarıma. Maili okuyunca acaba hangi makaleden bahsediyor diye kısa bir tereddüt yaşadım. Çünkü bir buçuk yıl olmuştu o makaleyi göndereli.
Bu hafta içinde Sağlık Bakanı Ahmet Demircan aradı. Hem tebrik etti, hem de Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı'nın (TÜSEB) bilim kuruluna beni de istediklerini söyledi. Bu, genç bilim adamlarını yetiştirecek programlar hazırlamak için benim açımdan bir fırsat.
Biz ödül haberini aldığımızda şehit haberi de gelmişti. Çok duydulandım, resmini görünce içim cız etti. Bizim çok fazla şehidimiz var ve çok acı, hepsini bir hafta sonra unutuyoruz. Bu insanları yaşatmamız lazım. Ben 8 Ekim'e kadar Eren'in ismini taşıyacağım. 8 Ekim'den sonra herkes unutacaktır. Eren aslında bir simge. Erenle bütün şehitleri hatırlatacağım.
Hayır, ailesini tanımıyorum. Geçen hafta sonu amcası Murat Bülbül hastaneyi aramış, bana ulaşmak istemiş. Not bırakmış, teşekkür ettiklerine dair. Ben o sırada hastanede değildim. Benim asıl amacım Eren'i insanlara daha geç unutturmak.
Bir miktofon uzatırlarsa bir iki kelime söyleceğim. Uzatmazlarsa Eren için elime alıp kaldıracağım.
Evet, var. Tıpta bir kural vardır: 3 santimden büyük bir kemiği alıp bir yere koyamazsınız, onu besleyemezsiniz. Çürür. Bir genç kızın çenesinde tümör vardı. Biz o kıza 17 santim bir kemik yaptık. Dünyanın ilk el yapımı kemiği. Üç sene bekledik. Başarılı olduk. Ama bunu yayınlayamadık.
Çünkü tek vakayı kabul etmiyorlar. O kadar vaka da çok zor, pahalı. Aynı ekiple şimdi yapay nefes borusu yapıyoruz. Diyelim gırtlak kanseriniz var ve tümörün alınması demek, yemek borunuzun da alınması demek. Hastanın yaşama şansı yok. Yapay nefes borusunu tavşanlarda denedik, başarılı olduk. Önümüzeki yıl domuzlara uygulayacağız. 2019'a doğru da insana geçeceğiz.