Müzik araştırmacısı ve tarihçisi Ömer Beyoğlu, şu sıralar TRT WORLD'e World Music Traditions adlı bir belgesel hazırlıyor. Daha önce yine Etno Ritim belgeselleri çekerek dünyanın birçok farklı kültürünün müziğine mikrofon uzatan Beyoğlu ile müzik tarihi üzerine konuştuk.
Bir ilke olarak belgesellerde dikkat ettiğimiz husus şuydu: Hangi ülkeyi çektiysek o ülkeye esas kimliğini veren unsurun hikayesini merkeze aldık.
Her yerin müziğini en azından bir süre dinleyebilirim ama özel olarak İtalyan müziğini sevdiğimi söylemeliyim. Onların müziğinde tıpkı Portekizlilerin müziğinde olduğu gibi mamur zamanların hüznü saklıdır ama Portekizlilerinkinden farklı olarak İtalyan müziğinde düşüncenin de beslediği bir boyut bulunmaktadır. Yine bundan farklı olarak Balkanlar’ı da özel olarak pek severim.
Evet, müziği daha ziyade melodinin esas sayıldığı bir yapı olarak kabul edersek melodinin soğuk yerlerde öne çıktığını söyleyebiliriz çünkü şehirli hayat formu en çok da kuzey hattında inşa olunmuştur ve yüksek müzik de şehirli hayatla irtibatlıdır. Elbette bu tablonun daha çok Akdeniz havzası özelinde bir karşılığı vardır.
Klasik müzik idealisttir yani canlılığı düşünceye, bir istikamet üzere oluşa ve şehir hayatına bağlıdır. Halk müziği ise tabiri caizse ampiriktir, deneyimlenir ve tıpkı icracıları gibi tabiatla olan ilişkiye daha açıktır. Romanya üzerinden örnekleyelim: Romanya tarihî olarak Eflak, Boğdan ve Erdel olarak 3 bölgeye ayrılır. Eflak ve Boğdan’ın müzikal yapısı aşağı yukarı aynıdır çünkü arada yalnızca siyasî sınırlar vardır. Erdel ise tipik bir Orta Avrupa sesine sahiptir çünkü Erdel’i diğer bölgelerden keskin bir şekilde ayıran Karpat Dağları vardır.
Bunun temel iki sebebi var: İlki bugünün dünyasında hızın yarattığı savrulmadır ki her şey çok hızlı tüketiliyor. Diğeri ise artık çoğumuzun standardize edilmiş zevklere alıştırılmış olmaktan duyduğu rahatsızlıktır. Yerli müzikler çeperimizin dışından işitilen sesler gibidir.
TRT World için hazırlanan World Music Traditions adlı bir belgesel çalışmam bulunuyor. Önce Zanzibar’da Tarab, sonra Meksika’da Mariachi kültürünün ve ardından Hindistan’da geleneksel Hint müziğinin izi sürüldü. Yakında TRT World ve Arapça’da gösterilecek olan belgeselin çekimlerine devam ediyoruz.
Neşet Ertaş babasının yanında türkü söylemeye utanan biridir. Mezar diplerinde çeşme görmüş, içini dağlara döken insanlarla halleşmiş, ışıksız uzun kış gecelerinde rüzgarı dinlemiş, gurbeti de gurbet gibi yaşamıştır. Bunların zevk aşıladığı yüreği ona klasik formda türküler bestelemiştir. Artık o Türkiye’ye ait resimler kalmadı. Bunu olumlu ya da olumsuz bir bağlamda söylemiyorum fakat şu da bir vakıa ki o resimlerle birlikte, o duyarlılıklar da gitti, kaybettik ve kaybettiğimizin yerine yine bize mahsus bir şey de koyamadık. Dahası biz artık neyi kaybettiğimizi de hatırlamıyoruz.
Yabancıların Türk’e bakışı bizim kendimize bakışımızdan daha sıhhatlidir. Müziğin hasından anlayan için Klasik Türk Müziği hala büyük bir ocaktır ki bizim musikimizin sesinin derinliği dışarıya kapalıdır, içeriden ise baş döndürür. Diğer taraftan, vasatın peşinde olan biri için halihazırda Türkiye’de bulunacak ve ciddiye alınacak bir müzikal tecrübe yoktur.