|

Yemek bizim sosyalleşme aracımız

Sokak lezzetleri uzmanı Salih Seçkin Sevinç tam 8 yıldır nefis yemeklerin peşinden koşan bir lezzet avcısı. İstanbul'da en güzel yemekler nerede yenir en iyi o biliyor. Önerilerini Harbi Yiyorum kitabında toplayan Sevinç, “Yemek ve mutfak aslında bizim sosyalleşme aracımız” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 16/04/2017 Pazar
Güncelleme: 08:41 - 16/04/2017 Pazar
Yeni Şafak
 Salih Seçkin Sevinç
Salih Seçkin Sevinç

Harbiyiyorum.com’un kurucusu Salih Seçkin Sevinç tam 8 yıldır nefis yemeklerin peşinden koşan bir lezzet avcısı. Sokak lezzetleri konusunda bir uzman. En güzel menemen nerede yenir, köfte için hangi mekana gidilir iyi biliyor. Bu önerilerini blogundan sonra Hayy Yayınevi’nden çıkan kitabında toplamış. Sevinç’le Akaretler’deki Mendel’s Chocolatier’da buluşup harika çikolataların, tatlıların tadına baktık. Sonra da Ihlamurdere’de küçük bir dükkanda hizmet veren Çıtır Lahmacun’da sokak lezzetleri üzerine konuştuk. Dijital pazarlama alanında eğitimler de veren ve bu alanda da ayrıca iki kitabı bulunan Sevinç, “Yemek ve mutfak aslında bizim sosyalleşme aracımız” diyor.

Harbiyiyorum’u biraz anlatır mısınız?

Çocukluğumda annem, Eminönü’ndeki Emekli Sandığı’nda çalışıyordu. Ben de sıklıkla onun yanına giderdim. Onun sayesinde sokak lezzetlerine alıştım diyebilirim. İşim gereği yıllar sonra Antep’e gittim. “Antep’te, nerede ne yenir?” gibi hiçbir bilgi yoktu ortalıkta. Oraya her gidenin uğradığı bir lokantaya girdim. Garsonu, “Abi ben burada ne yiyim?” diye sordum. O da bana, “Burada sadece lahmacun ve kare baklava yiyeceksin” dedi. Ciğer’i Köşk’te, Küşlemeyi Halil Usta’da, kebabı şu dükkanda yemelisin gibi bilgiler verdi. Ben de İstanbul’a dönünce notları bir blog da toplamaya başladım.

Peki bu işler ne ara bu hale geldi?

Beş sene boyunca, ayda bir iki yazı yazmaya devam ettim. Site trafiği de yüz bine ulaştı. Sonra bana “Neden sitenizde waffle yazısı yok?” gibi sorular gelmeye başladı. Ben de, “Siz yazarsanız olur.” dedim. Yazarlarımız olmaya başladı. Bir yeme-içme portalına dönüştü. Sonuç; sitenin şu anda aylık ziyaretçisi 1 buçuk milyon oldu. Arkadaşlar içerik topluyor ben de hikayeleri yazmaya devam ediyorum.

‘ÖLÜMÜ GÖR YECİ’LER ZORA SOKUYOR
Lezzetli yemekler iştah açıyor mu?

Bizim alanın da en önemli sorunu bu zaten. Gerçekten çok yemek yediriliyoruz. “Hadi bir de bunu ye, buna da bir bak. Ölümü gör ye!” mevzusu baya zora sokuyor.

Kendinizi ‘gurme’ olarak görüyor musunuz?

Benim ‘gurmeyim’ diye bir iddiam yok. Zaten insanlara “Gurmesin” ya da “Değilsin!” diyebilecek bir merci de yok. Beni heyecanlandıran yediğim yemeklerin ortaya çıkış hikayeleri. Bu dükkanı bu adam niye açmış, bu tatlıyı nasıl bulmuş diye düşünen, yemek üzerine kafa yoran biriyim sadece.

Gezilecek yerlerin bir liste var mı?

Biraz tesadüfle ilerliyor hep. Bir yerlere gideyim de, yemekle ilgili yazacak yerler keşfedeyim hiç demedim. Gezdiğim yerlerde karşıma çıkanları yazıyorum.

Küçük bir çocuğun gurmelik maceraları var bir de. Ali Burak’ın damak tadı gelişti mi?

Ali Burak’ın damak tadı hayli değişti tabii. Ben onun yaşındayken suşi nedir bilmiyordum ama Ali Burak iyi suşi nasıl bir şey biliyor mesela. Hatta bazen bir mekana gittiğimizde, kelle siparişi verir ve bu kellenin neden gözü yok diye kızabilir.


EN ÇOK PİDE, DÖNER, KÖFTE YİYORUZ
Harbiyiyorum kendini tamamladı mı peki?

Hayır daha tamamlamadı. Benim uzun vadede planım şu: Kalıcı ve derinliği olan bir arşiv oluşturmak. Harbiyiyorum’un başarısının arkasında da yemekle ve o yemeğin etrafında şekillenen hikayeyi arşivlemek var. Yıllar sonra geriye dönüp bakıldığında, “Bak Beşiktaş’ta böyle bir yer varmış, şunlar yenirmiş” denebilsin.

Geniş çaplı arşivleme çalışmaları yok mu?

Herkes bireysel olarak bir şeyler yapıyor. Biz de kendi çapımızda bir şeyler yapıyoruz. İnsanlar bizim siteden bilgi alarak Antep’e gidiyor mesela. Ancak kimse Antep’ten gelip de birlikte daha kuvvetli bir ortak çalışma yürütelim demiyor.

Peki ne yiyoruz biz?

Hepimiz, her yöreden yiyoruz aslında ama en çok pide, döner, köfte, kebap yiyoruz.

SAĞLIĞIM BOZULDU
Bu tempoda yemek yerken sağlığınız bozulmadı mı?

Bozuldu ama düzeldi. Ciddi anlamda kilo aldım ben. Şeker, karaciğer dengesi bozuldu, yağlanma arttı. Hamur işi yedikçe yeme isteği daha da artıyor. Hantallaşıyorsun.

Nasıl çıktınız bu işin içinden?

Amerika’ya kardeşimin yanına gittim. Uzaklaşmak da iyi geldi. Tabi orada ‘Ölümü gör ye!’ diyenler de yok. Yiyorsun ve sağlıklı biçimde spor yapıyorsun.

Şimdi nasıl besleniyorsunuz?

Şeker az, tatlı az, hamur az. Hepsini azalttım. Ama şu anda olduğu gibi yeni şeyler deniyoruz bazen, az az tabi. Sonra da öğün atlıyoruz.

SPOR YAPARKEN BİLE SONRAKİ ÖĞÜNÜ DÜŞÜNÜYORUZ
Bu biraz bizim yeme-içme kültürümüzle de alakalı sanki. Pek sağlıklı beslenemiyoruz?

Maalesef öyle. Sabahları parkta koşarken teyzeler de yürüyorlar aynı saatlerde. Konuştukları konu da şu: “Öğlen ne pişireceğiz?” Yürüyüşte, koşuda bir sonraki öğünü düşünüyoruz hep.


Sosyal medya rahatlatıyor
Sosyal medyada kalıcı bir eser bırakmanın mümkün olacağını söylüyorsunuz. Ama ‘geçici’ iletiler bırakabileceğiniz alanlar artıyor. Bu ne tür bir rahatlama bırakıyor?

İnternette hafızamız iyice zayıflıyor. Instagram’da bir fotoğrafta geçirdiğiniz maksimum süre 3 saniye. Hatta değil bile. Beğen ve geç. Dolayısıyla bu orada anlamlı bir mesajın iletilmesini zorlaştırıyor. Aslında ben kitaplarımda da bunu kastediyorum. Bugün biri Antep’e gidecek olsa, sayısız Instagram videosu izleyebilir ve yiyebileceği potansiyel yemeklerden ötürü heyecanlanabilir… Ama gerçek bilgiye ancak ve ancak blog yazılarından ulaşır. Harbiyiyorum.com’da ortalama geçirilen süre bir dakika 30 saniye. Bu oldukça iyi bir süre. Ne Facebook, ne Twitter, ne de Instagram da bu tip süre yakalamak imkansız. Snapchat ise “Gördün gördün, görmedin, sen bilirsin” diyor yani.

O zaman neden ilgi gösteriyoruz?

Jack Dorsey Twitter’ı kurarken kendisine ilham olan anarşizm temelli bir kitap okuduğunu söyler. İsmi Temporary Autonoumus Zone’dur. Anarşizim üzerine bir kitaptır bu. Dorsey diyor ki, insanların internet nedeniyle bilgi sürmenajına uğradığı şu çağda, geçici rahatlama alanlarına ihtiyaçları var. Twitter bu felsefeyi temel alarak kuruluyor. Maçlardan, siyasi-sosyal olaylardan sonra milletin Twitter’da soluğu alıyor. Instagram da buna benzer bir arketipe sahip. Ama orada ‘karımla kavga ettim, bu da mor gözlerimiz’ diye fotoğraflarınızı paylaşamazsınız. Instagram’da her şey güzeldir. Facebook daha da farklı. Hepsi bizim geçici rahatlama alanlarımız.

TWİTTER’DA EN BABA BİLGE BİLE GÖMÜLÜYOR
Hangisi daha kalıcı?

Vakit geçirme oranları açısından Facebook tabii. Şöyle düşünün. Bir adam ve önemli bir fikri var. Bu önemli fikrini yaymak istiyor. Twitter’da önemli fikirlerini yazmaya başlasa herkes rahatlamak için girmiş zaten gömerler vallahi adamı. En baba bilgine bile yapılan muamele bu aslında. Çünkü Twitter özünde böyle bir yer. Ama ben o bilge kişinin danışmanı olsam, bir blog açıp yazının içine fotoğrafını da, videosunu da, yazısını da, ses kaydını da koyar derdini uzun uzun anlattırırım. Hepsini aynı anda başka mecralarda yapamazsınız.

Bir de Instagram fenomenleri var. , iki üç tane fenomene ürün tanıtımı yaptırmak genel geçer bir durum. Bunu nasıl okumak gerekir?

Mecranın arketipi çok önemli. Reklam veren Instagram’daki hafızanın ortalama 0.5 saniye olduğunu bilmiyorsa zaten yanlış iş yapıyor.

Ama sayısız iş var böyle.

Var tabi. Instagram paylaşımları anlık olarak işe yarayabilir, ama holistik düşünülmüş bir tanıtım kampanyası içerisinde düşünülürse daha çok işe yarayacaktır. Ben şu an bu mekanla ilgili bir şey paylaştımımı takipçilerim görürler. Onların 10 tanesi etkilenir 3 tanesi de atlar buraya gelir. Bu sonuç reklam vereni tatmin ediyor mu etmiyor mu, ya da sürece ne kadar bütünsel bakıyor esas önemli olan bu.

#Sokak lezzetleri
#Seçkin Sevinç
#Harbi Yiyorum
7 yıl önce