Rüyalara inanır mısınız? Rüyalarımız, zihnimizin bize bir oyunu mudur, bizim kendi bilinçaltımızda biriktirdiklerimizin sineması mı yoksa? Elle dokunur, gözle görülür şekilde ispat edemesek de rüya görürüz ve herkesin rüyası kendine özeldir, tıpkı parmak izi gibi. Rüyalarımız kalbimizin parmak izleri belki de… Peki, hikâyelerdeki rüyalara inanır mısınız? Yoksa hikâyelerin kendisi yazarların rüyaları mıdır?
İlk kitabı “Ellerin Mavi Kelebek”ten sonra adından sıkça söz ettiren Merve Koçak Kurt, bir kısmı edebiyat dergilerinde yayınlanan bir kısmı da yeni olan öykülerini “Oysa Rüyaydı”da bir araya getirdi. Gördüğü veya göstermek istediği rüyalar eşliğinde…
22 öyküden oluşan kitap bir yolculuğa çağırıyor aslında okuru. Aynı rüyaları göremeyiz belki ama aynı öyküleri okuyarak şahitlik edebiliriz bu yolculuğa. Masallar da, hikayeler de rüyalar da aynı yolun yolcusu. Hepsi de kalbe giden yolda gördüklerimiz belki de… “Sahi hangi masalın hangi sözü olacaksın artık? Gittiğinde, hep gideceğini bildiğinden mi kaygın? Yol uzun, yolculuk yazgı, yolcular pürtelâş… O küçük otogardaki ilk ayrılık seremonisi. Uğurlarken yanında yoktu. Göremedin el sallayanlar arasında… Neden gelmemişti oraya?” diyor yazar buruk bir yolculuk öncesi.
Rüyalar yaşadığımız bu dünyanın gerçekliğinden özge başka bir dünyanın mümkün olduğunun habercisi. Başka hayatların, başka düşlerin, başka masalların… Merve Koçak Kurt da öykülerinde o dünyanın izlerini topluyor adeta. İlk kitabı “Ellerin Mavi Kelebek”ten daha sade, daha yalın öyküler kaleme almış yazar. Demlenmiş diliyle daha geniş bir okur kitlesine hitap ediyor. İlk kitaptan farklı olarak tarihi sayılabilecek bir öykü de mevcut bu kitapta (Palmira’nın Düşüşü). Hikâyelerinde yer alan çiçek, kahve kokuları, renkler ve sesler artık Kurt’un kendine has üslubu haline gelmiş durumda.
Merve Koçak Kurt “Oysa Rüyaydı” ile uykuyla uyanıklık arasındaki araftan sesleniyor okura. Hani otururken bir koltukta ya da bir otobüs camının kenarında, içiniz geçer ya… Geçmişten bir anıyı, kalbinizde yeni kabuk bağlamış bir yarayı, bir ânı görürsünüz. Bir sesle irkilirsiniz belki, içiniz ürperir, hafiften üşürken gördüğünüz rüyanın etkisinden kurtulamamışsınızdır. İşte o an hissedilenlerin öyküleri bu kitap. Gerçekle hayal arasında, rüya ile masal arasında, sevmekle ölmek arasında bir yerde, arafta kalanların öyküleri anlatılanlar. Öyküleri için ilk duyduğumda bayıldığım “rüyamasal” tanımını yapıyor yazar. Tıpkı filmlerin “sinemasal” oluşu gibi. Rüyamasal öykülerle okuru eski yaşanmışlıkların yeni masallarını dinlemeye çağırıyor. “Oysa Rüyaydı” öyküleri, iç içe geçmiş rüyalar ile gerçeğin arasında arafta bir yerde okunmayı bekliyor.
• • •
Hece Yayınları
Mayıs 2017
136 sayfa
Okuyan Us Yayınları
2015
98 sayfa