|

Arama motorundaki insana çağrı

Bülent Ata, Savaş Meydanında Başıboş Atlar kitabında neredeyse her şiirinde kimi zaman mülayim kimi zaman sarsıcı bir sesle tavsiyelerde bulunuyor.

Yeni Şafak
04:00 - 16/05/2015 Cumartesi
Güncelleme: 20:23 - 15/05/2015 Cuma
Yeni Şafak
SAİD YAVUZ


Bir zamanlar Anadolu'da tatlı dilli bir derviş yaşarmış.

Dervişin, pabuçlarının sivri ucunda ve cüppesinin eteklerinde yüzlerce kuzu çıngırağı varmış. Onun uzaktan gelişi bu çıngırakların çıkarttığı sesten anlaşılırmış. Bu çıngırakları niçin taktığını soranlara, yürürken yerdeki karıncaları ürkütüp çiğnenerek ölmelerine engel olmak için, diye cevap vermiş. Bir gün zaptiyeler, çok tehlikeli bir hırsız çetesinin saklandığı yerden çıkmasını beklerken, çıngıraklı derviş oradan geçiyormuş. Azılı hırsızlar çıngırak sesini duyunca ortaya çıkmış ve kaçmaya çalışırken yakalanmış. Çetenin yakalanmasına sebep olan çıngıraklı dervişi halk sevincinden kucaklayıp havaya kaldırırken, dervişin eteklerindeki çıngıraklar, daha fazla ses çıkarmış, adeta zil çalmış. Bu hadiseden sonra o yerin ahalisi, bir şeye çok sevinip mutlu olanları görünce, “Ne o, eteklerin zil çalıyor.” demeye başlamış.


Bu hikâyeyi Bülent Ata'ya dair okumalar yaptığım esnada keşfettim. Eğitim kitaplarından, çocuklar için yazdıklarına, hikâyeden şiire, sinemadan senaryoya kadar birçok alanda güzel işler çıkardığını görüyoruz Ata'nın. Dervişin çıngırağı gibi görüyorum ben bunca işi. Onun yazdıkları karıncaları ürkütmemek için. Çocukları sevindirmek, insan hayatının o sırlı yanlarına dokunmak. Bir güzellik çağrısı aslında Ata'nın yaptığı. Bütün yaptıkları, eteklerimizin zillerini çaldırsın için.



KENDİ ŞARKISINA İNANIYOR


İşitilmeyen bir ritmin peşinde olduğunu söylüyor Ata. Yeni bir sesin, kendine ait bir şarkının. Ne güzel söylemiş: “Ben kendi şarkımı hatırlayıp söyleyince gökyüzündeki yıldızlar daha bir parlıyor. İnanarak, detone olmayı umursamadan söylediğinde sanki o kötü sesin güzelleşir ve toplu bir ayinin parçası oluverirsin ya...” Özellikle son şiir kitabı Savaş Meydanında Başıboş Atlar kitabındaki şiirlere baktığımızda işte o detone olmayı umursamayan şairi çok açık görürüz. Sanki tabiatla birlikte konuşuyor, sanki rastgele, ağzına gelen bir ezgiyi mırıldanıyor gibidir. İlk elde karmaşıkmış gibi görünen mısralar, güzelleşiyor, bir bütünün ahenkli nameleri olarak karşımıza dikiliveriyor. Burada Cahit Zarifoğlu tavrını okuyorum ben. Ona benzetiyorum böylesi pervasız söyleyişi. Şair, hesapsız girmiştir bu işe. Rahattır. Ama şiirin savrukluğu artık o şiirin bir düzeni olmuştur adeta. Birden o mırıldanmalar içinde sarsıcı bir mısra yakalar sizi. İşte Ata'nın şiiri bu sürprizin şiirdir.


Çıngıraklı derviş benzetmesini boşuna yapmıyorum. Tıpkı onun gibi Ata da bir ikazın peşindedir. Asr suresindeki tavsiyedir bu. Hak ve sabrın tavsiyesi. Bu nedenle yakından uzağa uyarmakla yükümlü hisseder kendini. Kalkmak ve uyarmakla. Savaş Meydanında Başıboş Atlar eserinde neredeyse her şiirinde karşısına birini almıştır. Ve sen şahıs zamirini kullanarak kimi zaman mülayim kimi zaman sarsıcı bir sesle tavsiyelerde bulunmaktadır. Bir didaktik şiire doğru yol almaktadır Ata. “delinmiş yamalı dirseklerine / selam ver babanın / annenden dua iste” ( Nota Bilmem Ben Notayım), “habib ol, hamid ol, dönsün bu devran / su ol, kapla, sar, yerden al, göğe ver” (Savaş Meydanında Başıboş Atlar) “esirge kendini kalbinin kararmasından” (Gazzeli Çocuklar)



MODERN HAYATA REDDİYE


Savaş Meydanında Başıboş Atlar eserini ve esere ismini veren şiiri, modern hayata sağlam bir reddiye, rehavete kapılan, açılan imkânlarla savaşçı ruhu dumura uğrayan muhafazakâr kimliklere karşı ciddi bir muhalefet olarak okumak gerektiğini düşünüyorum. Bülent Ata bu şiirinde dünyevileşmeye karşı en esaslı çıkışı yapmaktadır. Artık savaşçılar atlarını bırakmıştır. Azimlerini, mefkurelerini… “insanlar bir sisin içinde, unutmuş savaşmayı” (Savaş Meydanında Başıboş Atlar) savaşma kabiliyetimiz gün geçtikçe köreliyor. Kalbimiz her geçen gün rahata alışıyor. Çırpını çırpını giden atlardan indik, artık atlarımız başıboş ortada. Çünkü Türkler atlarından indiler; şehrin mesnevisi silinirken koyu muhabbeti tercih ettiler. Alıntılarla kurduğum cümlenin özeti şu: İsmet Özel, Hüseyin Atlansoy ve nihayet Bülent Ata bizi biz yapan atları yitirişimizin acıklı hikâyesinden dem vuruyorlar. Bu şiirinin iktidarın biz'den oluşuyla gelen rehavete bir karşı duruş olduğunu söylerken şu ifadelere kulak verdim: İktidar ağusu, eşyaya biat eden insanlar, yeminli memurlar, işyeri denen anıt mezar, yaşayan ölü olmak, bir kadavra olan makam arabalar... Soruyor şair, yol mu bitmiş? Artık bütün emellerimize, kızıl elmamıza ulaştık mı? Cevabı da kendisi veriyor: “savaş, cenk et, al kellesini kurumuş asalakların” Son kez bakalım aynı şiire. Nefs muhasebesine, murakabeye davet eden o dizelere: “hakkı yenmiş insanların gözlerine bak / o gözler toprak olup serpilecek üstüne.”



ELEŞTİRİYLE RİTİM DE ARTIYOR


Ata, şiirinde gündelik internet dilinin imkânlarından yararlanıyor. Bu kelimelerle geleceğin şiiri mi yazılmış oluyor? Durdum hep burada. Kimi kelimelerin şiire hiç giremeyeceğini savunmuşumdur. Ama Ata'da bu ifadeler, söylemin çarpıcılığı karşısında eriyip gidiyor, şiire yediriliyor. Ne güzel sormuş: “uzağına düştüğün insanları / arama motorlarında bulabilir misin” (Nota Bilmem Ben Notayım)



Bülent Ata şiiri şikâyetin, modern hayat eleştirisinin, insanın küçük dünyasının, nefis merhaleleri arasında savrulan ferdin şiiri olduğu kadar umudun da şiiridir. İyimserdir Ata. Çıngıraklı derviş gibi bir yanı “gör takdirin işleri” demektedir. “kırılan bardak da müziğin bir notasıdır.” Şunu da söylemeliyiz, eleştiri dozu arttıkça sesteki ritim de artıyor, davullar inip kalkıyor gibidir: “ayaklar var, geceyi yürüyen ateşler içinde / birikmiş anneler var, ağaçların serin gölgesinde / babalar var, her gün hızarlara yüce ruhunu kaptıran / sevgilim, çay ne güzel.” (Çay Ne güzel)


Gösteri çağını, benlik çukurunu işaret eden şiirleri şairleri de rahatsız edecektir belki. Boy gösterenleri, kendi nefsine pervaneleri: “arama motorunda ismini yazıp / aratan insandır / dünyanın en dipsiz kuyusu.” Sosyal medya ile her birimizin tenine, ruhuna yapışan görünme isteği, yaptıklarımızın birileri tarafından fark edilmesi hastalığı. Artık dualar bile orada yapılıyor. Miraca oradan yükseleceğine inananların sayısı oldukça arttı. Ahmet Murat'ın bazı tweetler kul ile Allah arasında kalmalıydı sözü Bülent Ata'nınki ile birleşince muhasebenin çetinliği de artıyor: “facebook görsellerinden de / çıkamaz hiçbir Yusuf”


#Başıboş Atlar
#Bülent Ata
#Savaş Meydanında Başıboş Atlar
9 yıl önce