|

Avrupa’da popülist sağ rüzgar ve merkez siyaset

Yeni Şafak ve
04:00 - 16/12/2016 Cuma
Güncelleme: 23:45 - 15/12/2016 Perşembe
Yeni Şafak
Prof. Dr. Tanju Tosun

Ege Üniversitesi


Avrupa parti siyasetinde kökeni çeyrek asıra kadar uzanan bir geçmişten günümüze dikkate değer bir kırılma yaşıyor. 1980'ler öncesinde merkezcil siyasetin temsilcisi partilerin gerek seçim, gerekse hükümet kurma performansı nedeniyle, pek fazla gözlenmeyen aşırı sağın yükselişi son çeyrek asırdan beri birer birer belli başlı Avrupa ülkelerinde görünür hale geldi. İskandinavya'da İsveç, Finlandiya ve Danimarka'dan, Hollanda, Fransa, İsviçre'ye, İtalya'dan Avusturya'ya, Macaristan'dan Slovakya'ya kadar uzanan farklı Avrupa coğrafyasında aşırı sağ partilerin %5-21 arasında sandıkta elde ettikleri oy gücü bunları ya iktidar ortağı yapıyor ya da iktidarın şekillenmesinde belirleyici aktör haline getiriyor. Birleşik Krallıkta Britanya birliğini savunan milliyetçi sağ parti, Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi'nin lideri Nigel Farage'nin öncülüğünde 2015'te Avam Kamarası'nda oyların % 12,6'sını alması (2001'de oy oranı %1,5'tir), Fransa'da 2011'den beri uç milliyetçi sağ parti Ulusal Cephe'nin lideri Marine Le Pen'in %10'lardan 2017'de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde %25'lere ulaşan oy gücünü yakalaması dikkate değerdir. Yine, Hollanda'da sağ Liberteryen görüşleriyle öne çıkan Özgürlük Partisi ve lideri Geert Wilders tipik bir örnektir. Bu partinin oyları da 2006'da %5,9 iken, 2012'de %10,1'e yükselmiştir. Genel olarak bakıldığında uç milliyetçi sağ partilerin yükseliş trendini yakaladıkları açık. Danimarka Halk Partisi'nin %20'lere, İsviçre Halk Partisi'nin %29'lara ulaşan oy oranı da bu bağlamda gözden kaçmıyor.



Batı Avrupa demokrasilerinde özellikle popülist uç milliyetçi sağ çeyrek asırdan beri oylarını arttırken, benzer gelimelerin yaşanmadığı bazı ülkeler de var. Örneğin; İspanya ve Portekiz.



AVRUPA'NIN YENI DİNAMİKLERİNİ ANLAMAK


Avrupa ülkelerinde milliyetçi-popülist aşırı sağın yükselişin ardında yatan dinamiklerin nedenleri konusunda üzerinde birleşilen hususlar; ekonomik kriz, göçmenlerin Batı ülkelerine yönelimi, İslamofi, terör şeklinde dillendirilse de, ortak nedenlere dair ihtiyatlı olmak gerekir. Aşırı sağ partilerin oy artışını sadece ekonomik krize bağlamak yetersiz kalabilir. Nitekim, ekonomik krizden çok fazla etkilenmeyen Finlandiya ve Avusturya gibi ülkelerde milliyetçi-popülist uç sağın yükselişine tanıklık edilmesi, buna karşılık, İspanya ve Portekiz gibi ekonomik krizden büyük ölçüde etkilenen kimi Avrupa Birliği ülkelerinde aşırı sağ partilerin oy oranlarında dikkate değer bir artış olmaması konuya ilişkin genel bir nedensellik ilişkisi kurulmasını güçleştirmektedir. Bu anlamda yükselişin ardında ortak nedenlerden çok, spesifik olarak ülkelere özgü ekonomik, toplumsal, kültürel temelli geliştirilen farklı reflekslerin sandığa yansıdığını söylemek daha doğru olacaktır. Nitekim, 11 Eylül terör eyleminin ardından 2004'te Madrid'te, 2005'te Londra'da gerçekleştirilen terör eylemleri ve bunların El Kaide tarafından üstlenilmesi henüz 2008 ekonomik krizi patlak vermeden gerçekleşirken, bu olaylar göçmen ve İslam karşıtlığının güçlenmesine yol açmış, bu karşıtlığın parti desteği bağlamında İngiltere ve İspanya'da çoğu Avrupa ülkesine göre çok güçlü etkileri olmamıştır.



Buna karşılık, kırılma noktasının ekonomik kriz olduğuna dair genel bir kabul sözkonusu. Özellikle Avrupa Birliği'nin kuruluşu sonrasında bütünleşme projesinin tesis ettiği ekonomik refah uç sağ partilerin seçmenlerle organik bir ilişki kurmasını engellerken, 2008 krizi ekonomik dengeleri altüst edince, seçmen bozulan ekonomik düzene tepkisini milliyetçi-uç sağ partiler aracılığıyla dillendirmeye başlamıştır.



MİLLİYETÇİ UÇ-SAĞ PARTİLERDE SÖYLEM BİRLİĞİ


AB bütünleşmesi ve Avrupalılık kimliğinin gündelik iktisadi temelli sorunları çözülemediğini, üstelik refah kaybının yaşandığını, işsizliğin arttığını, sosyal hakların gerilediğini hisseden kitleler, merkez sağ ve sol partilerin politikalarını eleştiren milliyetçi-popülist uç sağ partilere yönelmeye başlamışlardır. Bu partilerin ekonomik krizden etkilenen geniş kitlelerin desteğini kazanabilmek için, adeta bir söylem birliğini geliştirdikleri görülmektedir. Nitekim, Avusturya Özgürlük Partisi'ni, Belçika Flaman Çıkarları Partisi'ni, Danimarka Halk Partisi'ni, Finlandiya Gerçek Finliler Partisi'ni, İsviçre Halk Partisi'ni, İtalya Kuzey Ligi'ni birbirlerine benzeştiren; söylemlerinde öne çıkan popülizm, göçmen karşıtlığı, Avrupa şüpheciliği, yabancı düşmanlığı, hatta Macaristan Jobbik'te olduğu gibi antisemitizmdir. Kriz döneminde uç milliyetçi popülist sağ partilerin söyleminde çoğu zaman öne çıkan küreselleşme karşıtlığında yerli halkın yabancılar nedeniyle işsiz kaldığı, bunlara yaşadıkları ülkelerde sunulan ekonomik kaynaklar ve imkanlar nedeniyle yerli halkın refah kaybına uğradığı şeklindeki söylem kaçınılmaz olarak kitleler üzerinde etkili olmuş, ekonomik kriz, refah kaybı yabancı düşmanlığına yolaçmıştır. Yabancıyı önce ötekileştiren, ardından ortak düşman ilan söylem, kurumsallaşmış demokrasilere sahip özgürlükçü, barışsever İskandinav ülkeleri halklarında dahi, birarada yaşamaya alıştıkları farklı külürden olanları biranda adeta “bünyeyi rahatsız eden virüsler” şeklinde algılanmalarıyla sonuçlanmıştır. Milliyetçi sağ partiler kitle nezdinde güçlenen bu algıyı yönetme başarısı gösterince de, bütün bunlar seçim sandıklarında uç sağ partilere oy olarak dönmeye başlamıştır.



İKİ TEMEL SORU YANIT BEKLİYOR


Sözünü ettiğimiz uç milliyetçi popülist sağ ve temsilcisi partilerin Avrupa'da yükselişi, batıda geleneksel merkez sağ ve merkez sol partilerle seçmenlerin aralarındaki bağın gevşediği, çözülme sürecine girdiğini, bu partilerin bir meşruiyet krizine uğradıklarını gösteriyor. Burada yanıtlanması gereken iki temel soru var: İlki; bu seçmenlerle partiler arasındaki gevşeyen bağın nereye doğru evrileceği, ikincisi ise klasik merkez sağ ve merkez solda gözlenen bu itibar kaybı, meşruiyet krizine dayalı çözülme sürecinin niye sol, hatta uç sol partilere değil de uç sağ partilere yöneldiği, meşruiyet krizinden neden sağ ile sol arasında dengeye dayalı yeni bir durum ya da düzenin seçmen tercihleriyle oluşamadığıdır.



İlk sorudan başlarsak, uç milliyetçi popülist sağ partilere yönelen seçmenlerin büyük bir kısmının geçmişte ılımlı, liberal, demokrat muhafazakar sağ partilere oy veren seçmenler olduğu yapılan kamuoyu araştırmalarıyla tespit edilmiştir. Uç partilerde yükselişin yaşandığı seçimler tipik olarak siyaset bilimcilerin “partilerle seçmenler arasındaki bağın zayıfladığı seçimler” şeklinde ifade edilir. Bu seçimlerin ortak özelliği, geçmişte kendilerini bir partiyle tanımlayan seçmenlerin, o partiye duyduğu tepkiden dolayı bir başka partiye, genellikle de aynı ideolojik bloktaki daha radikal bir partiye oy vermesiyle sonuçlanmaktadır. Seçmen doğal partisiyle kurduğu aidiyet ilişkisini yeniden kurabilirse, aynı partiye süreç içinde dönebilir ya da bu partiyle ilişkisini tamamen sonlandırabilir. Eğer parti-seçmen ilişkisi tamamen sonlanırsa, bu takdirde parti siyasetinde çeşitli nedenlere bağlı olarak yeni seçmen mevzilenmelerinin yaşandığı seçimler ve durumdan bahsedebiliriz.



Avrupa'da son çeyrek asırdır yaşanan gelişmelere bağlı olarak merkez sağ ve solun oy kaybetmeye devam etmesi karşısında uç milliyetçi-popülist partilerin kademeli ve düzenli olarak oy artışı sağlamaları Batı demokrasilerinde ekonomik kriz, göçmen karşıtlığı, İslamofobi, terör eylemleri nedeniyle ideolojik yelpazenin uç sağına denk gelen bir yeniden mevzilenme ya da saflaşmanın oluştuğuna işaret ediyor. Merkez siyasetin yaşanan sorunlara yönelik seçmeni ikna edebilir çözümler geliştirememesi durumunda, bugün iktidar ortağı olan bu kanat partilerinin yakın bir gelecekte tek başına çeşitli ülkelerde iktidara gelmelerine hazırlıklı olmalıyız.



Yanıtlanması gereken ikinci soru, özellikle merkezcil eğilimli partilerin yaşadıkları temsiliyet ve meşruiyet krizi nedeniyle sol, hatta uç sol partilerin seçmenleri neden seferber edip, kendi yanlarına çekemedikleridir. Merkez sol, sosyal demokrat partilerden uç sol partilere kadar uzanan çizgi bu süreçte uç milliyetçi-popülist sağa savrulan seçmeni kendi yanlarına çekememesi büyük ölçüde Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından yaşanın belirsizlik ortamında solu yeniden kitlesel meşruiyet temelli tanımlayacak önermeler geliştirememeleriyle ilgili. Bu anlamda merkez sağ gibi, solun tüm kanatlarının meşruiyet krizi yaşaması, parti arayışında olan kitlelerin yeni adresi olamamalarına neden olmuştur denilebilir. Üstelik kimi Avrupa ülkelerinde uç sol 1990'ların sonlarından itibaren hatırı sayılır oy kaybına da uğruyor. Bu kayıp 1999-2008 arasında Fransa'da %5, İspanya'da %4,4, Slovakya, İzlanda'da %3,8.



SOLUN İTİBAR KAYBI


Genel olarak bakıldığında, Sovyetler Birliği'nin dağılmasınının yolaçtığı psikolojik itibar kaybı, sol ideolojiye içkin değerlerin meşruiyet kaybına yolaçarken, sola ait başta nümanist değerler de kitle nezdinde arka plana düşmeye başladı. Ekonomik kriz, terör eylemleri batılıların gündelik hayatlarını doğrudan etkilemeye başlayınca sosyal devlet, refah, yerini bireyci, dışlayıcı, dışarıya kapalı değerlerin ve siyasal temsilcilerinin yükselişine aracılık etmeye başladı. Sonuçta bu değerlerin temsilcisi uç sağ partiler yükselişe geçti. Merkez soldan uç sola uzanan çizgideki partilerin küreselleşmenin yarattığı yeni düzende küreselleşmeyi doğru tanımlayamamaları, küresel düzende sol, sosyal demokrat önermeler geliştirememeleri, yeni düzene ve sistemine köklü eleştiriler üzerinden yeni söylem ve politikalar üretememeleri seçmenler nezdinde güven kaybına uğramalarının ve bu partilerden uzak durmalarının başlıca nedenidir. Sağın her kanadının siyasal temsilcilerine karşı, sol partilerin daha iyi bir dünya ve gelecek için alternatif üretme yerine, gündelik, yapay politika önermeleri, merkez sağa da güvenini kaybetmeye başlamış seçmeni doğaldır ki, uç sağa yaklaştırıyor. Asıl soru; bu yaklaşmanın bütünleşmeyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağı, kalıcı olup olmayacağı. Bunu ise zaman gösterecek.





#Avrupa parti
#Popülizm
#Avrupa ülkeleri
#Tanju Tosun
7 yıl önce