|

Başkanlık milletin aktif iradesidir

Yeni Şafak ve
04:00 - 22/05/2016 Pazar
Güncelleme: 18:56 - 21/05/2016 Cumartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
BYrd.Doç.Dr. Can CEYLAN / İstanbul Medipol Üniversitesi


İktidar, her dönemde câzip bir kavram olmuştur. Bu câzibe, sâdece iktidara sâhip olmak açısından değil, ayna zamanda iktidârın merkeze alındığı ilgi alanları ve konular açısından da geçerlidir ve herkesin bir fikrinin olduğu konudur.


İktidar kavramı, bu kavramı işâret eden birçok makam ve mevki tanımlamasını da içinde barındırır. Kraldan sultana, komutandan reise, kaptandan lidere kadar birçok kavram, bu kavramları kullanan her hangi bir insan topluluğunun hiyerarşik yapısında en önde ve/veya en üstte olmakla eş anlamlıdır.



Devlet yönetimleri dikkate alındığında, demokratik rejimlerin gelişmişlik göstergesi olarak algılandığı günümüzde, mesele sâdece halkın irâdesinin dört ya da beş yıllık aralarla önüne gelen sandık aracılığıyla yansıması değildir. Halkın irâdesinin, dört yılda bir gelip ortalığı bir an aydınlatan elektrik gibi, göstermelik şekilde ortaya çıkması, “sus payı”ndan başka bir şey değildir. Ayrıca bu sus payı, geri kalan pay ile kıyaslanamayacak kadar küçük ve etkisi kısa sürelidir. Halkın irâdesinin aydınlanma fişeği gibi aydınlattığı ortamda durum değişince, en olmaz denilen pazarlıklar ve ayak oyunları yapılabilir.



BÜROKRATİK YAPI SON ENGEL


Ülkemizde “egemenlik” anlayışı, “kayıtsız ve şartsız millete” âit gibi gözükse de, artık en üst makamlarca bir “sistem sorunu” olarak tanımlanan bir bürokratik yapı söz konusudur. Bu bürokratik yapı âdeta halkın irâdesini ateş karşısındaki çıra hâline getirmektedir.


İrâdesi askerî, ekonomik, akademik darbelerle elinden alınsa da halk, irâdesine göz koyan ve tecâvüz edenlere hiç de sıcak davranmamıştır. Her askerî darbeden sonra, darbenin en zıt tarafında duran partiye yetki vermiştir. Ekonomik gücünü zayıflatanları siyâset sahnesinden silmiştir. Akademik makamları işgâl edenlere ise gözlerinin önünde normalleşerek onlara insanlık ders vermiştir.



Halkın bu tavrı, yetki ve sorumluluk vereceği kişi ve kurumlar üzerinde her dâim etkili olmak istediğinin bir ispâtıdır. Halk, kendisine “noter muamelesi” yapılmasını tasvip etmemektedir. Halk açıkça, “egemenlik benimse, ben kenara itilemem” demektedir.


Halkın karşısında olanlar, halkın irâdesini tehdit olarak algılayanlar, halkın bu fıtrat ve tavrını çok iyi bilirler. Bu yüzden “halk” kelimesini isim yapıp halkın önüne geçmek için ellerinden geleni yaparlar. Halkın önüne geçmenin kurumsal adı, “fabrika ayarları”dır.



ZEMİNİ VE HARCI HAZIRLAYANLAR


Halka “egemenlik sâhibi” sıfatını göstermelik ve sus payı olarak veren “fabrika ayarı sevdâlıları”nın bütün derdi ve amacı; kendilerinin “hancı”, halkın ve yetki verdiklerinin ise “yolcu” olduğu sistemin devam etmesidir. Bu sistemin etrâfı âdeta bir yüksek gerilim bölgesidir. Yaklaşanı çarpar; Menderes'i ve Özal çarptığı gibi. Başbuş Türkeş'i, Muhsin Başkan'ı ve Erbakan Hoca'yı çarptığı gibi. Bu isimlerin hepsi, sınırları fabrika ayarcılar tarafından çizilen “kum havuzu”ndan çıkmak gerektiğini anlamışlardı. Gayretleri yeterli olmasa da, bugünlerin zeminini ve harcını hazırladılar.



Ancak artık bu sistemin yüksek gerilim enerjisinin nereden geldiği sağır sultan için bile mâlumdur. Artık perde, paravan, aracı, tetikçi ortadan kalmıştır. Kulis ortadadır. Sözler açık açık söylenmektedir. İhânet açık açık yapılmaktadır. Avrupa'ya şikâyet için kapılar gümbür gümbür çalınmaktadır. Bütün bu aymazlığın hedefi, artık tek bir kavramdır. Bu kavramın yürürlülüğe girmemesi, bugüne kadar yapılanları hiç hükmüne getirebilir. Tüm hiyerarşik iktidar kavramları tek bir kavram çerçevesinde toplanmıştır: Başkanlık



SİVİL TAVIR GÜÇLENİYOR


Şimdi Türkiye'deki idârî sistemi bir tarafa koyalım ve başkanlık sistemiyle çalışan bir yapıyı kısaca ele alalım:


Halk, mahalle muhtarından başlayarak bütün hiyerarşik makamlara eliyle dokunacak kadar yakın olacaktır. Sâdece ikâmetgâh aldığı muhtarı ya da belediye başkanını değil, ilçe ve il savcısını da kendi seçecektir. Halkın bizzat tanıyıp seçtiği savcı sâyesinde Yargı organı göz önünde olacaktır. Güçler ayrılığı ilkesi, gerçeklik kazanacaktır.



Meclis'teki milletvekillerinin sayısı kadar oluşturulacak bölgelerden, seçmenlerin tanıdığı ve hesap soracak kadar yakın olduğu kişiler seçilecektir. Bu kişiler parti başkanına değil, onu tanıyarak oy verenlere hesap verecektir. Bunun için sivil toplum yapısı her dâim aktif olacaktır.



Meclis'teki milletvekilleri bakan olamayacakları için, yasama ve yürütme organları gerçek anlamda ayrılacaktır. Güçler ayrılığı tam olarak sağlanacaktır. Yasama içindeki anlaşmazlık ve gecikmeler, Yürütme organını engellemeyecektir.



Bu değişiklikler neticesinde halkı devletten uzaklaştıran birçok bürokratik engel ve kapris, kendiğinden ortadan kalkacaktır. Daha da önemlisi, idârî sistemin işleyişi, devletin başındaki kişinin öznel tavrına ve duruşuna bağımlı olmayacaktır. Yâni devletin başındaki kişi, dik durunca bölgesel veya küresel güç olmak ile devletin başındaki kişi, şapkasını alıp gidince tepesine darbe balyozunun indiği devlet olmak arasında kalan bir yapı olmayacaktır. Böylece devlet dursa, halk yoluna devam edecek; halk dursa, devlet bundan şimdiki kadar etkilenmeyecektir.



Eğer bir “fabrika ayarı” varsa, o da, halkın fıtrat ve tavrından âşikâr olan sivil tavırdır. Bu tavrın devletteki karşılığı da başkanlık sistemidir.




#Başkanlık sistemi
#Meclis
#Egemenlik
8 yıl önce