|

Beş şehir böyle kötü niyet görmedi

Alberto Manguel’in “Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir” kitabı sadece niyet olarak bile bir heyecan oluşturuyor ve merak uyandırıyor. Bir şehir ve kültür düzlemindeki beklenti bizi siyasetin enformasyon ve lobiciliğin farklı bir türünün eşiğine de getiriyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/04/2016 Çarşamba
Güncelleme: 20:26 - 12/04/2016 Salı
Yeni Şafak
MURAT EROL


Neredeyse bir asır öncesinin gözlemlerine dayanan bir kitabın izini süren, bu kitapta anlatılan mekanları ve şehirleri yeniden seyre koyulan bir çalışma karşısında kim heyecanlanmaz ki! Alberto Manguel'in “Tanpınar'ın İzinde Beş Şehir” kitabı sadece niyet olarak bile bir heyecan oluşturuyor ve merak uyandırıyor. Manguel, Güney Amerikalı ve ama kökleri farklı coğrafyalara dayanan bir yazar olarak yakın bir tarihte bahsi geçen beş şehri (Ankara, İstanbul, Konya, Erzurum, Bursa) gezerek, Tanpınar'ın dünyasına, bu şehirlerin dünü ve bugününe bir bakış ortaya koymak istemiş.



Bir şehir ve kültür düzlemindeki beklenti bizi siyasetin enformasyon ve lobiciliğin farklı bir türünün eşiğine de getiriyor. Bu farklı katmanlardan oluşan çalışmanın bir katmanı olarak karşımıza çıkarken, ne yazık ki eserin bütünü ilgilendiren bir etki doğuruyor. Sadece bir yabancının bakışı değil, aynı zamanda Türkiye'nin kendi içindeki kültürel ve siyasal iktidarla da ilgili bir durumu ortaya çıkarıyor.



KENDİSİNİN DEĞİL REHBERLERİN SUNUŞU


Yazarın genel olarak bakışında bir kaç katman karşımıza çıkmaktadır. Birinci katman Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir kitabındaki izleri diğer kitaplarından da yardım olarak takip ettiği izlek. İkinci katman, karşılaştığı kültürel göstergeleri gerek kendi toplumsal, gerekse de bildiği farklı kültürlerle karşılaştırdığı perspektif. Üçüncü katman düz ansiklopedik bilgiler katmanı. Dördüncü katman, ki aslında bir okuru en çok da bu ilgilendiriyor, şahsi ve ailevi geçmişe sık sık dönüşler ile edebiyat dozunun arttığı ve yazarın artık kendi ruh dünyasını özgürleştirdiği katman. Son katman ise, yazara rehberlik edenlerin şehirler ve kültürleri hakkında bilgi yerine siyasetin güncel ve tartışmalı konularını mutlak doğrular olarak yazara sundukları ve yazarın da bunları farklı bir okumaya tabi tutmadan eserinde yer vermesinden oluşuyor.



Bu kadar fazla katmanın olması bir zenginlik olarak düşünülebilir, ancak okur olarak kültür karşılaşmaları ve karşılaştırmaları ile yazarın bireysel dünyasının yansımaları her zaman öncelik taşımaktadır. Karşımıza çıkan şehirlerin tarihine veya kültürüne ilişkin ansiklopedik bilgi fazlalık olarak görülebiliyor. Kitapla ilgili beklentilerin aslında karşılanmadığı yerler belki de en çok merak edilen kısımlardı. O da, Tanpınar'ın “beş şehri” ile bugünün “beş şehri»ne bir yabancının bakışı arasındaki farklar. Bu konuda yazarın kendisini fazla zorladığını söylemek zor. Zira beklentinin en çok yoğunlaştığı kısımlar alıntılarla geçilen yerler olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle Tanpınar'ın Beş Şehir kitabı ile Manguel'in Beş Şehir kitabı arasında bir karşılaştırmalı okuma gereksinimi duymuyoruz. Zira ikincisi proje olarak kalmakta ısrarlı. Bir kültüre ve/ya şehrin ruhuna değmek konusunda çok da istekli değil. Ancak yazarın aslında salt bu açıdan bir iyi niyet taşıdığını anlamak da zor değil.



SİYASET TARTIŞMALARI GÖLGE DÜŞÜRÜYOR


Katmanların sonuncusu aslında kitabı değersizleştiren güncel siyaset tartışmaları. Burada yazar artık Manguel değil, kendisine rehberlik eden kişi ya da kişilerdir. Bir rehberin artık yazarın yerini aldığı dem de, kitap bütünüyle yazara ait olmaktan çıkıyor. Yazar bir aktarıcı olarak rehberlerin fikirlerini veya bunlar üzerinden kurulan ilişkilerden doğan enformasyonun aktarıcısı konumuna düşüyor. Dışarıdan gelen enformasyonun eskisinden kurtulduğunda veya bağımsız hareket ettiğinde yazar, ilginç tanımlamalar yapmakta, bağlantılar kurmakta ve yaklaşımlar sergilemektedir. Yazarın kendi duygu ve düşüncelerinin yoğunlaştığı kısımlardan iyi niyetli bir okuma çabası karşımıza çıkarken, ne yazık ki bir edebi metne siyasetin tartışmaları ile irtifa kaybettirilmesi acı bir durum.


Bu acı durum daha büyük bir tabloyu karşımıza çıkarmaktadır. Bu kitap üzerinden Türkiye'nin siyaset, hükümet, devlet ve bunların dışında entelektüel hayat anlamında nasıl ayrı mecralarda yol aldığını görmek mümkün. Siyasal veya devletle ilgili konularda bir çok tartışmada, sayısal olarak ve aslında nitelik olarak da çok fazla bir yeküne sahip olmayan çevrelerin lobi ve bağlantı konusunda ne kadar mahir oldukları karşımıza çıkmaktadır. Türkiye için siyasetin ve devletin gündelik tartışmalarının yurt dışına ve yabancılara aksettirilmesinde bu derece sorunlu ve hatta hastalıklı bir bakışın devreye girmesi siyasal olduğu kadar, sosyolojik ve psikolojik açısından tartışılmalıdır. İstanbul gibi bir yerde nereleri nasıl gezdirildiği muğlak olan yazarımızın yine hangi tip insanlar görüştüğü de belirsiz. Meseleyi 'Erdoğan'da kilitleyen entelektüel rehberlerin bu beş şehirde halkla temas kurma konusunda ne derece başarılı oldukları ortaya. Zira ironik bir durum, bu beş şehrin belediyesi Erdoğan'ın kurduğu partiye (Ak Parti) mensup. Ama şehirlerdeki Erdoğan karşıtlığına mercekli bakış varken, diğerlerinden merceksiz bir bakış bile esirgeniyor. Neticede bugün şehrin sokaklarını dolduran insan kalabalığından bihaber, kenarlara sıkışıp kalmış bir 'zümre'nin artık klişelerle ifade bulan söylemi yazarda etkisini göstermiştir.







HİÇBİR SESE KULAK VERMEDEN EDEBİYATINI KONUŞTURSAYMIŞ


İşin komik yanı ise giderek siyasal enformasyon öyle bir hal alıyor ki “zarif giyimli Ankaralı bir işadamına” dayandırılan ifadeler gerçeğin sınırlarını aşıyor. Artık her gıda işletmesinde üretilen yiyecekler için bir hükümet müfettişi olması (ve tabii ona ödeme yapması) gerekiyormuş, borsadaki işletmeler her şeyi ve yöneticiler tarafından istihdam edilen herkesi beyan etmeliymiş. Sorun bu, Ankaralı iş adamı bir terör, mafya kuşatması altında olan bir Güney Amerika ülkesinden bahsetmiyor. Yazar bunun mahiyetini sorgulamıyor, siyasal bir eleştiri olarak dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun uygulanacak belli kuralları nasıl olağanüstü bir durum gibi görüyor, işte bu anlaşılması güç bir durum. Yine sigara yasağı ile ilgili durumu, alkollü içkiler ve ayran bahsi çerçevesinde değerlendirmesi ayrı bir fecaat. Gezi Parkı olayları konusunda ise verilen bilgilerin yazarın 'dostlar'ından geldiğini öğreniyoruz. İlginç detaylar var. Ancak olayın Türkiye'deki dar ideolojik çevreler için bir milat tayin çabası olarak sürmesi yanında, halkın büyük çoğunluğu için anlamı olmayan unutulmuş bir olay olduğunu ne yazık ki kimse yazara fısıldama imkanı bulunmamış. Erzurum'da, evet İstanbul, Ankara, Konya değil, Erzurum'da muhafazakar birisinin dil bilen liseli kızının tavrı dışında farklı bir sese kulak verildiğini göremiyoruz. Aslında keşke hiç bir sese kulak vermese de edebiyatını konuştursaydı, diyoruz elbette.



Yine Osmanlıca'nın okullarda ders olarak okutulması konusunda yazarın yaklaşımı peşin bir hüküm içeriyor. Batı ülkelerinde Latince öğrenilmesi gibi Osmanlıca öğrenilmesi entelektüel bir meraktan değil, “laik Türkiye'de böyle bir önlem” dinsel bir dogmatizm taşıyormuş. Bütün bunlar Latin Amerikalı Kanada vatandaşının kültürel bir iz sürme çabasında karşısına çıkacak konular değil. Yani bu düşünceler bizim her gün gazetelerden ve internet sitelerinden okuduğumuz siyasal bir cephenin çabanın ve propagandanın bir yansıması. İşte bu yansıma ne yazık ki, iyi niyet taşıdığını düşündüğümüz yazarın bakışını köreltirken, güzel bir niyet olan bu kitaba irtifa kaybettirmiştir. Tıpkı, gün be gün karşımıza çıkan kara propaganda ile ülke olarak bir sarmalın içine çekilmemiz, yine ülke olarak farklı sorunlarla ve iddialar ile cedelleşmemiz ve itham edilmemiz gibi. Mesele anlaşılmıştır.







• • •


Tanpınar'ın İzinde Beş Şehir


Alberto Manguel


Çev.: Sevin Okyay, Kutlukhan Kutlu


Yapı Kredi Yayınları


2016


104 sayfa



#Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir
#Tanpınar'ın İzinde Beş Şehir
#Alberto Manguel
8 yıl önce