|

Cemil Meriç’in kaleminden Balzac’ın eserleri

Cemil Meriç’in tercüme ettiği “Onüçlerin Romanı” alt başlığını taşıyan seri, üç epizoddan oluşur: Ferragus (1833), Langeais Düşesi (1833), Altın Gözlü Kız (1835). Mütercim Cemil Meriç, bu üçlemeyi sondan başa doğru çevirir. İletişim Yayınları tarafından Mahmut Ali Meriç’in oldukça zengin sunuşuyla yeni baskısı yapılan Altın Gözlü Kız, üçlünün son epizodu.

Yeni Şafak
04:00 - 12/10/2016 Çarşamba
Güncelleme: 19:35 - 11/10/2016 Salı
Yeni Şafak
MELİKE GÖKCAN


Cemil Meriç, dünyada romanın kaderini çizen Balzac'tır, der. Balzac'ın kendisi ise roman yazmayı ülkeler fethetmeye benzetir.


Dünyayı ele geçirip Paris'i tüm dünyanın merkezi haline getirmek sevdasındaki Napolyon'a hayrandır, Balzac. İlk gençlik yıllarında bir Napolyon resminin altına yazdığı “Onun kılıçla sona erdiremediğini ben kalemle tamamlayacağım”, sözüne ömrünü adayacaktır. Belki bu yüzden Napolyon gibi davranır, hayata atıldığı yıllarda. Noter olup ailesinin beklentilerini gerçekleştirmektense açlıktan ölmeyi göze alarak tutkuyla sarılır kalemine. Çünkü Napolyon, çağdaşlarına sıfır noktasından zirveye giden bir yol olduğunu göstermiştir. O, Avrupa'daki kalıplaşmış sosyal yapıyı alt üst edebilen bir modern insan prototipi.


Balzac'ta Napolyon imgesi öylesine derindir ki, içine tüm dünyayı sığdırmak istediği romanlarını merkeze bağlı eyaletler gibi büyük bir yapının parçaları olarak kurgular. Zweig'ın deyişiyle Napolyon gibi Fransa'yı dünyanın kendisi, Paris'i de onun merkezi haline getirir. (Üç Büyük Usta, 24) Bir başlık altında toplanan 97 romanın her biri bir epizoddur, devasa bir metnin bir cümlesi. Ana metin ise hayatın ta kendisi.



Dante'nin mistik “öteki dünya” kurgusunu realist Balzac, bu dünya için gerçekleştirmek, tüm katmanlarıyla bir “insanlık âlemi”ni kalemiyle inşa etmek ister. Bu sebeple romanlarını Dante'ye açık bir göndermeyle “İnsanlık Komedyası” ana başlığıyla toparlayıp alt kümelere ayırır.



Balzac, cehennemden daha güçlü bir tragedyayı anbean yaşamakta, zâlim bir hayatın karşısında hayattan da zalim hırsların enerjisiyle dikildiğini kaleminin acı dolu ve acımasız her vuruşunda açığa çıkarmaktadır. Onun kaleminde bir nabız gibi akan hırs dolu hayat enerjisini Zweig en derinden yakalamıştır.



“Modern hayatın dümdüz yüzeyi altında mücadeleler alttan alta devam eder. Çünkü dışsal aldırmazlıkla içsel hırs ters orantılıdır. Hiç kimseye, bir zamanlar krala, soyluya, rahiplere yapıldığı gibi belirli bir yer ayrılmamış olduğundan, herkesin her şeye hakkı bulunduğundan bu durum onların güçlerini on katına çıkarır. Olanakların küçülmesi hayatta enerjinin iki katına çıkması şeklinde tezahür eder. Balzac'ı çeken şey enerjilerin hem dışa, hem de kendine karşı olan bu öldürücü mücadelesidir.”(age.,42-43)


İnsanlık Komedyası her biri bir Napolyon olup dünyayı ele geçirmek isteyen insanlarla doludur. Zweig'a göre modern çağı başlatan büyük bir ideali gerçekleştirmiştir. Aristokrasiye mensup olmayan, üstelik de parasız bir dehanın, normal seyrinde akması beklenen hayatın rotasını hırs enerjisiyle savurabileceğini göstermiştir. Avrupa sosyal yapısında toplumsal sınıfların içinden roket gibi fırlamaya hazır Napolyonlar yetişecektir artık. Balzac'ın insanları büyük oranda bunlardır. Egoizmin pompaladığı arzularından başka hiçbir gücün emrinde olmamaya kararlı, çoğu da toplumda teşhis edilemeyen sosyopatlar.



SIRADAN İNSANLARLA İLGİLENMEZ


Balzac'ın roman dünyasında hayata atılan gençler başlangıçta değilse de yolun bir yerinde, yaşlı bir adam için üzülen kalbin sahibi Rastignac'tan sinsi ve soğuk, kalpsiz Baron Rastignac'a dönüşür. Kaşarlanmış kahraman Vautrin de insanlara posta atı muamelesi yapmak, arabaya koşup kamçılamak ve hedefe varınca da gebermeye terk etmek gerektiğini bir mahkûmdan muktedire dönüşürken söylemiştir.



Bu dönüşüm tüm Balzac kahramanlarının kaderidir. Zweig'ın ifadesiyle, “herkesin herkese karşı yürüttüğü savaşta asker haline gelirler, herkes ileriye doğru atılır, birinin yolu diğerinin cesedi üzerinden geçer”. ( age.,42)



Sıradan insanlar Balzac'ı pek ilgilendirmez. O, tutkuyla sarmalanmış, ihtirasla arzulayan, bir ideale olmazsa, basit bir hırsa ölümüne bağlanan insanları görür. Para, politika, aşk, haset, düşmanlık, sanat, her ne olursa olsun, bir merkezi kuvvete bağlanıp gözü dünyayı görmeyen insanlar, İnsanlık Komedyası'nın fertleri. Paris, bu komedyanın sahnesidir, o yüzden Paris Hayatından Sahneler Cemil Meriç'in tespitiyle bir toplumun otopsisi mahiyetindedir. (Jurnal II,s.73) Tıpkı bir Balzac kahramanı gibi kitapların dünyasında tutkuyla yaşayan Cemil Meriç için de Balzac külliyatı hayatın kristalizasyonudur. Hayatı kitaplarda yaşayan Cemil Meriç, Jurnal'inde Balzac'a otuz yılını verdiğini söyler. Böylesi bir adanmışlığın ürünü olan etüdü yayınevince 200 sayfadan 75'e indirilerek, parçalanmış olsa da her satırında kılı kırk yaran yazarın emeği hissedilmektedir. Meriç, tercüme yapmak için tüm Balzac külliyatı içinde modern sosyolojinin en önemli kaynaklarından biri olarak gördüğü Paris Hayatından Sahneler'i seçer.



CEMİL MERİÇ'DEN BALZAC ÇEVİRİSİ


Cemil Meriç'in tercüme ettiği “Onüçlerin Romanı” alt başlığını taşıyan seri, üç epizoddan oluşur: Ferragus (1833), Langeais Düşesi (1833), Altın Gözlü Kız (1835). Mütercim Cemil Meriç, bu üçlemeyi sondan başa doğru çevirir. İletişim Yayınları tarafından Mahmut Ali Meriç'in oldukça zengin bir çalışmayı içeren sunuşuyla yeni baskısı yapılan Altın Gözlü Kız, üçlünün son epizodudur.


“Onüçler” kendi dünyalarını kutsal sayan on üç narsist, hedonist adamın kurduğu gizli bir teşkilatın adıdır. Kişisel hırslarına olduğu kadar birbirlerine de aşınmaz bağlarla sarmalanmış bir menfaat çetesi.



Zweig'ın deyişiyle, Dante'nin “Cehennem”i gibi başlayıp “Binbir Gece” gibi biten kitap, duygusuz ve acımasız Paris'in içinde yitip giden bir hayatı adeta sahneler. Metnin önemli bir kısmı Dante'nin cehennemine doğrudan göndermeler yapan bir fasıldan oluşmaktadır: Paris. Paris, her sınıftan günahkârların şekillendirdiği beş katmanlı bir “cehennem”dir. Bu Dante'nin cehennemi gibi günahkârların cezalandırıldığı mistik âlem değildir. Günahkârların çekip çevirdikleri, günahların şekil verdiği bir arenadır. Bu arenada hayatlar parçalanır, insanlar öğütülür. O sebeple vicdanlar ezilmiş, ahlâk törpülenmiş, hayatlar kirletilmiştir. Yine bu sebepledir yüzlerdeki solgun ve aşınmış maske. Maskelerin gerisinde insan yoktur, çünkü eriyip tükenmiş ruh değil, palazlanmış hırslar canlandırır bu enkaz insanları. Kalp ve vicdanın yerini zevkler; tüm değerlerin yerini ise para almıştır.



'DOĞULU KADIN' İMGESİ


Altın Gözlü Kız'da toplum dört kategoriye ayırılmıştır: Ezici şartlarda nefes almaksızın çalışan işçi sınıfı, para kazanma hırsının pençesinde can veren burjuvazi, ortada kalıp da aristokrasiye yaranmaya çalışan ya da vicdanıyla hayat şartları arasında sıkışan entelektüel sınıf, zevk ve eğlence peşinde koşan aristokratlar. Ancak, hangi sınıftan olursa olsunlar hiç birinde hayata karşı samimi bir duruş yoktur. Hepsi de içi boş kalıplar, altında sahici bir yüz olmayan maskelerdir.


“Beyinlerini şişiren zekâyı, arzuları, zehirleri; şekilsiz, acayip yüzlerinin her bir gözeneğinden dışarı verirler; hayır, bunlar yüz değil birer maskedir: zaaf maskeleri, kudret maskeleri, sefalet maskeleri, ikiyüzlülük maskeleri; hepsi de bir gözü doymazlığın izlerini taşır.” (Zweig,age, 363)







Sembolik anlamı göz ardı edilemeyecek olan “Onüçler” böylesi bir hayat felsefesinin organizasyonudur. Cehennem sahnesi olan Paris'te bağlı bulundukları tek kutsal Mesih kendi egoları olan bu on üç yoldaş, hiçbir şekilde ihanet etmeyeceklerdir birbirine, çünkü anlaştıkları şey, nefislerinin saltanatı; benimsedikleri yol, ahlak ve vicdanı hiçe saymaktır.



Altın Gözlü Kız, tüm cehennemî katmanlarıyla uzun bir Paris analizinden sonra zevk ilahının kölesi Hanry de Marsay'ın Altın Gözlü Kız'a rastlamasıyla kırılma noktasını yaşar. Tam da burada Zweig ve Meriç gibi araştırmacıların dikkatini çekmemiş olmakla beraber, hikâyede yüzey yapının derinlerine gömülmüş bir başka hikâyenin varlığına işaret etmek istiyorum: Batı'ya âşık olan Doğu'nun hikâyesi. Romanda, dillere destan güzel, İspanyol-Çerkez kırması Paquita'yla “Doğulu kadın” imgesi satır aralarından sızmaktadır. Annesi tarafından markize satılan bir zevk kölesidir, Altın Gözlü Kız. Kendi iradesiyle yön veremediği hayatını sevdiği uğruna feda etmek onun için var oluşun anlamıdır. Oysa ayakları dibine serilen kızın hayatı Avrupalı hodgâm için hiçbir şeydir. Marsay, gönül eğlendirdiği kızın hunharca katledilmesinden irkilmiştir aslında, ta ki, yüz yüze geldiği katilin o ana kadar tanımadığı kardeşi olduğunu anladığı ana kadar. Avrupalı bir zihnin işleyişini o satırlarda görmek mümkün. Marsay, kendini sevenin değil, aynı aristokratik soydan gelenin yanında olmuştur.



Cemil Meriç, bu üçlemenin çevirisine yıllarını vermiştir. Faust kadar kuvvetli ve üstelik realist olması hasebiyle daha etkili bulduğu Balzac karakterinin ona bir medeniyetin sosyo-psikolojisini açtığı kesindir. Bu titiz işçinin romanını aynı titizlikle çevirmeyi hedefler. Ama her çeviri bir problemdir.



Üçlemenin ilk eseri olan Ferragus tercümesinde bir aforizmadan hareketle, tercüme kadın gibidir, güzeli sâdık, sâdığı güzel olmaz, diyen Cemil Meriç'in biraz insafsızca bulsa da hak verdiği bir diğer hüküm, en başarılı çevirinin bile nihayeti bir elbisenin tersi gibi olduğuna dairdir. Aslına sâdık kalma çabası kaynak dildeki şaheseri hedef dilde çirkin ve kuru bir metne dönüştürebilir ki, bu durum bir çeviriyi bekleyen en yaygın akıbettir. Cemil Meriç de Ferragüs'te kendi tercümesinin Balzac'ın o muhteşem kumaşının tersi gibi olduğunu ifade eder. “Balzac'ın oynak, azametli ve hayat dolu uslûbunu taklid edebilmekten çok uzağız. Onun, canlı konuşan, ahenkli kelimeleri elimizde donuklaşmış, sönmüş, kadavralaşmıştır.”(s.24)



Cemil Meriç çok yakınır Balzac cümlelerinden. Oyunlarla dolu upuzun cümleleri tercüme açısından yenilir yutulur değildir, bölmeye kalkışınca da cam gibi dağılıverir. Balzac'ın, kâh bir sayfa süren cümleleri, kâh da bir asır önceki Fransızcanın kitabî ifadeleriyle konuşabilmesi yüzündendir ki, romanlarını bir başka dile aktarmak oldukça zordur. Çeviren ya da üzerinde çalışan her yazarın baltayı taşa vurduğu zorlu bir madendir, Balzac kitapları.



Aslında her tercüme bir post-modern kuramcıların dediği gibi bir “yeniden yazma”dır. Meriç'in titiz entelektüel yapısı bir kurgusal metni “yeniden yazma”ya değil, titiz bir işçilikle birebir aktarmaya uygundur. Ancak, Balzac'a yıllarını veren Cemil Meriç'in çevirisini bu denli değerli kılan şey de budur. O, belki de bir edebi metni bir başka edebi metne dönüştürecek bir dil başarısının peşinde değildir. Cemil Meriç'te tercümecilik çalışmalarında pek de ele alınmayan bir başka özellik var: Kitabın ruhuna ulaşabilmek, yazarın yazma macerasını her satırda takip edebilmek. Cemil Meriç, “İnsanlık Komedyası”nı vücuda getirmek için bir ömür sarf eden, bir kolleksiyoner hırsıyla, hayatın her yönünü, insanlık âleminin her ferdini tek tek toplayıp kalemiyle zapt eden Balzac'ı derinlerde yakalamış, onun fikir işçiliğini anbean yeniden yaşamıştır.







• • •


Altın Gözlü Kız


Honoré de Balzac


Çev: Cemil Meriç


İletişim Yayınları


Eylül 2016


184 sayfa




#Cemil Meriç
#Langeais Düşesi
#Onüçlerin Romanı
#Honoré de Balzac
8 yıl önce