|

Edebiyat eyleminin ‘irtibat noktası’: Edebiyat dergisinin bürosu

Hüseyin Su bu ay ‘edebiyat mekanları’nda bir dönem Ankara’da edebiyat dünyasının kalbi olan ve Nuri Pakdil’in önderliğinde çıkarılan Edebiyat dergisinin bürosunu ve oradaki dostlukları kaleme aldı.

Yeni Şafak
04:00 - 14/10/2015 Çarşamba
Güncelleme: 20:23 - 13/10/2015 Salı
Yeni Şafak
HÜSEYİN SU


Edebiyat dergisinin düşüncesini, dilini oluşturan lügatte, 'büro' sözcüğü, çok anlamlı bulunan ve sık kullanılan bir kavram değildi. Ancak bu lügate pek âşina olmayan ve Edebiyat'ı yalnızca bir edebiyat dergisi olarak bilip izleyen insanlarla iletişimde ve daha çok da ikinci dereceden bir ilgiyle gelip gidenler tarafından kullanılırdı. Hatta 'büro' yerine, okur yazar literatüründe daha çok yönetimevi sözcüğüyle yazılır, konuşulurdu. Derginin içiletişimindeyse 'eylemin irtibat noktası'ydı Edebiyat'ın yönetimevi. Dergide yazan, yazmasa bile dergiyle birinci dereceden ilgili arkadaşlarımızın kaldığı Edebiyat Evleri'yse 'hücre' olarak bilinir ve telaffuz edilirdi. Bu kavramlarla, bu ifadelerle, bu dille konuşmaya önem verilir ve bu ayrıma dikkat edilirdi. Böylece hem bir dikkate hem de Edebiyat dergisiyle amaçlanan düşünceye vurgu yapılmış olurdu.



DERGİNİN ADI EDEBİYAT OLACAK


Genel olarak bu dikkat bağlamında Edebiyat dergisiyle ilgili her bilgiyi ve bütün geçmişini somutlaştırmak ister, bütün ayrıntılarıyla altını çizerek anlatırdı Nuri Pakdil. Yine böyle bir günde, Edebiyat dergisinin adını nasıl koyduğunu sordum kendisine. Gün boyu yürümüştük. İkindi sonrasıydı. Durdu, biraz hüzünle, biraz da kıvançla baktı; 'Göstereyim beyefendi.' dedi. Tekrar yürümeye başladık. Kızılay'dan Bahçelievler'e kadar yürüdük ve 1968-1969'da D.P.T'nda çalışırken oturduğu evin önünde durduk. Evi gösterdi, girişte bir de ağaç vardı; “O yıllarda işte bu evde oturuyordum. Hep bir edebiyat dergisi çıkarmayı düşünüyorduk ve arkadaşlarla bir araya geldiğimizde bunu konuşuyorduk. Bir akşam Atilla Koç'la birlikte eve dönerken şu gördüğünüz ağacın altında durduk; 'Atilla, bir dergi çıkaracağız, adı da Edebiyat olacak.' dedim. Beyefendi işte Edebiyat dergisinin adını böyle koydum.” dedi.


Edebiyat dergisinin hem bir düşünce olarak doğduğu hem de adının konduğu ilk Hücre Evi burasıydı demek ki...



İLK ADRESİ BİR KİTABEVİDİR


Derginin yayımlandığı Şubat 1969 tarihinde büro veya yönetimevi işlevi gören bir mekânı yoktur. İlk sayıdan itibaren Edebiyat dergisinin jeneriğindeki adres şöyledir: “Yönetim yeri: Ankara, Cebeci, No; 45/C” Burası, Sabri Aytemiz'in Cebeci'de, Hukuk Fakültesinin karşısındaki Aytemiz Kitabevi'nin adresidir. Adres zorunlu olduğundan burası gösterilmiştir. Dergiyle asıl iletişimse; “Her türlü haberleşme ve havale adresi: P. K. 50 Bakanlıklar/Ankara” adresiyle kurulmuştur. Bu adres, bugün de Edebiyat Dergisi Yayınlarının ve Nuri Pakdil'in iletişim adresi olarak geçerlidir. Cebeci'deki zorunlu adres, Edebiyat dergisinin 19. sayısından (Kasım-Aralık 1971) itibaren neredeyse iki yıl, “No; 54/C” olarak yazılmıştır. Ama Aytemiz Kitabevi'nin taşındığına dair bir bilgimiz yoktur. Muhtemeldir ki “45/C” yanlışlıkla “54/C” olarak dizilmiş, fark edilmemiş ve öylece kalmış olmalı. Bu durum, Edebiyat dergisinin dizgi ve düzelti konusundaki dikkati açısından kaydedilmeye değerdir. Belki de bu yanlışlık (eğer yanlışlıksa) Nuri Pakdil'in Paris'te olduğu aylarda gerçekleşmiştir. Edebiyat dergisinin geçmişi konuşulduğunda her zaman; “Ben Paris'teyken çıkan sayılara dikkatle bakamıyorum, atlıyorum, önemli ve ilkesel bir yanlışla karşılaşacağım korkusuyla.” derdi.



Nisan 1973 tarihi de dahil derginin yönetimevinin adresi Aytemiz Kitabevi'nin adresi olarak görünür ama dergi bütünüyle Nuri Pakdil'in ve arkadaşlarının evlerinde hazırlanır. Mayıs 1973 tarihinden itibaren artık Edebiyat dergisinin bir bürosu, yönetimevi, daha doğrusu irtibat noktası vardır: “Yönetim yeri; Esat Caddesi, Demirler Pasajı, No: 15/7, Küçükesat/Ankara” Pasaja girildiğinde, soldan en sonda, beş altı metrelik küçük bir dükkândır burası. Arkada daha küçük bir bölmesi vardır; burası depo olarak da kullanılır. Lâvabosu da olan bu bölme aynı zamanda çay, yemek gibi ihtiyaçların da karşılandığı yerdir. Asıl büro işlevi gören kısım öndeki odadır. Edebiyat dergisinin bu mekâna geçişinin üçüncü ayında, Ekim 1973'te gördüm burayı. 1976 Ağustos ayındaysa derginin jeneriğindeki adres Demirler Pasajı içinde yine değişir: “No: 15/5” olur ve artık tek odadan ibarettir. Çaylar, pasajın çay ocağından (Raşit beyden) içilir. Gerek 7, gerekse 5 nolu bürolarda düzen büyük oranda aynıdır. Eski ahşap bir masa, arkasında basit bir sandalye, masanın yanında ve karşısında büyük, eski deri koltuklar. Kapının hemen yanında üzerinde paket yapılan muşambayla örtülü bir başka masa. Koltukların arkasında kalan geniş raflarda, büroda bulunması gerektiği kadar dergiler ve kitaplar ve bazı koliler (Dergi kapandıktan ve Nuri Pakdil evden çıkıp otele yerleştikten sonra kimi kişisel eşyaları da büro boşaltılıncaya dek koliler hâlinde bu raflarda kaldı). Masanın üzerinde yaprakları el yapımı, tarihi her gün değiştirilen bir takvim, kalemlik ve masa üstü başka malzemeler. Masanın sağ tarafında bir telefon: (4)25 03 15. Arka duvarda Edebiyat dergisinin her sayısının bir ay boyunca asılı durduğu bir pano. Picasso'nun Guernica adlı tablosu. Biraz sağda yaşlı bir kadın fotoğrafı. Daha sonraki yıllarda da bir Kudüs fotoğrafı. Şimdi ne olduklarını tam olarak hatırlayamadığım ama bir iki küçük fotoğrafın daha olduğu konusunda hafızam beni zorluyor.



ADAP VE ERKAN TERBİYESİ ALINIRDI


Edebiyat dergisinin bürosunu, yönetimevini, 'irtibat noktası' yapan hususlar neydi peki? Edebiyat dergisi bağlamında hep bir içişleyişten, manifestodan, içbağdan ve içdisiplinden söz ediyoruz. Kuşkusuz Edebiyat bir örgüt değildi. Bir Tarikat ya da Dergâh da değildi. Şirket hiç değildi. Buna rağmen, hiçbir dergide görülmeyen ve yüzde yüz kendine özgü bir 'âdâp ve erkân' vardı Edebiyat dergisinin irtibat noktalarında ve evlerinde. Bu âdâp ve erkân, Edebiyat dergisi yazarlarının, dostlarının dilini, üslûbunu, davranışlarını, bütünüyle hayatlarını belirler, hatta birörnek hâle getirirdi. Birbirlerine hitap cümlelerinden, okuduklarından, izledikleri dergilerden, gazetelerden, sinema, tiyatro ilgilerinden, dinî kavramları kullanışlarından, son derece modern, bir açıdan çok sosyal, bir başka açıdansa asosyal tavır ve davranışlarından... onların 'Edebiyat dergisinde âdâp ve erkân terbiyesi' aldıkları hemen fark edilirdi.



Edebiyat dergisinin bu küçük yönetimevinde, çok özel bir ilişki biçimi sürer ve çok özel bir dil konuşulurdu. İlk kez gelen bir insan bile bir süre oturduktan sonra, oradaki ilişki biçimine, dile ve havaya teslim olurdu. Yanlış anlamaya açık bir ifade olmakla birlikte şöyle denebilir: Hiç kimse orada kendisi olamaz ve ancak Edebiyat dergisinin bağlılarından biri olurdu. Her hangi bir derginin, yayınevinin, kitabevinin, örgütün, tarîkatin, sosyal ve siyasal derneğin, vakfın yönetimevinde alışılagelen rahat, ölçüsüz tavır ve davranışlara, dedikodu diline burada rastlanmazdı. O an orada bulunmayan özel isimler, dergiler, kurumlar anılmaz, başkalarının da anmasına izin verilmez, eleştiri adıyla hiç kimse çekiştirilemezdi. Eğer orada eleştirilmesi gereken bir insan varsa, bizzat kendisine en ağır sözcüklerle durduğu yerin, davranışlarının, düşüncelerinin tanımı yapılırdı.



TURGUT ÖZAL'I POSTANEYE GÖNDERDİ


Titizlik, incelik, ilkeli olmak, dikkat, sorumluluk... gibi hususlar, burada yapılan her işte mutlaka gözetilir ve bunun aksi düşünülemezdi. Çay ocağına çay söylemenin, çayı mutlaka şekersiz içmenin, kullanılmayan şekerlerin nasıl değerlendirileceğinin, birlikte yemek yemenin, yemek için alışveriş yapmanın, matbaadan dergilerin veya kitapların geldiğinde sayfaların baştan sona mutlaka kontrol edilmesinin ve sonra da bunların iç ve dış kâğıtlarla paketlenmesinin atlanmadan, acele edilmeden ama mutlaka zamanında yetiştirilmesi koşuluyla yapılması gereken yöntemleri ve dili hiç aksamadan işlerdi. Çaycı Raşit ustayla, berberle, terziyle, lokantacıyla, çiçekçiyle ve pasajdaki her esnafla son derece düzeyli bir ilişki dili vardı. Herkes, buraya girip çıkan bu insanların 'başka birileri' olduğunu fark eder, ona göre davranır ve herhangi bir lâubâliliğe yeltenemezdi.



Edebiyat eyleminin irtibat noktasında, kapandığı güne dek, bir kez bile para alınıp verildiğine tanık olmadım. Dergi abonesi yapılmaz, kitap satılmaz ve bunların bedeli olarak tek kör kuruş bile alınmazdı; paralı bir ilişki vaki değildi. Dergiye abone olacaklar, bu her kim olursa olsun, 77003 numaralı bir posta çeki doldurarak postaneden yatırmak zorundaydı bedelini. Tek dergi veya Edebiyat Dergisi Yayınları'ndan kitaplar alacaklar da kitabevlerinden almak zorundaydı. (Bir başka dergi ve yayınevinin bürosunda, yazar ve saygıdeğer bir ağabeyimizin masasının çekmecesinden kitapları çıkartıp satarak bedelini alıp çekmeceye koyduğunu gördüğümde hayretler içinde kalmıştım.) Edebiyat dergisinin irtibat noktasında Nuri Pakdil ve iki arkadaşımızla birlikte otururken, yanında iki kişiyle Turgut Özal geldi (1976-77 sonbaharı olmalı). DPT'dan iyi tanışıyorlardı Nuri Pakdil'le. Çay ve sohbetten sonra kalkacakları zaman Turgut Özal elini cebine soktu; 'Nuri bey, buraya kadar gelmişken abonemi de yenileyeyim.' dedi. Nuri Pakdil hemen ayağa kalktı, ellerini kaldırdı; 'Hayır efendim, kesinlikle olmaz. Burada para alınıp verilmez. İlkelerimize göre şu posta çekini (bir posta çeki uzattı) doldurup herhangi bir postaneden yatırmanız gerekir abone bedelini.' dedi. Heyecanlı bir gerginlik oldu bir an. Hepimiz ayaktaydık. Turgut Özal gülümsedi, posta çekini aldı; 'Tamam Nuri bey, öyle yapalım ve postaneden yatıralım.' dedi.



BİR TERBİYE YERİYDİ


Dergiye yazı ve şiir vermek, başka dergilerde olduğu gibi yazdıklarınızı göndermekten ibaret değildi. Öncelikle Edebiyat Eyleminin içinde olmanız gerekirdi. Yazarlık, bu birliktelikten sonra gelirdi. Hem yazmak hem düşünmek hem de yaşamak bağlamında bir terbiye yeriydi Edebiyat dergisinin irtibat noktası. İlerleyen süreçte ise bir 'Karargâh'tı burası.



Demirler Pasajı'ndaki 15/5 nolu bu mekân, Edebiyat dergisinin kapanışından (Aralık 1984) sonra da üç yılı aşkın bir süre Nuri Pakdil ve Edebiyat Eylemi için 'İrtibat Noktası' ve 'Karargâh' olma işlevini sürdürdü. Nuri Pakdil'in gündüzleri uğradığı, kendisiyle görüşmek için gelenleri kabul ettiği, okuduğu, yazdığı, yemeklerini yediği, bir leğende abdestini aldığı, masanın arkasında namazını kıldığı, konuştuğu, dünyayı izlediği, öfkelendiği, öfkesini, kinini toprağa verdiği bir irtibat noktası ve karargâhtı...



Artık burası da ağırlaşan koşullar nedeniyle taşınılamaz ve sığınılamaz duruma gelmişti. Nuri Pakdil, on beş buçuk yıl sonra irtibat noktasını kesip karargâhı boşaltmaya karar verdi. Hasköy'de küçük ve boş bir dükkânı depo niyetiyle kiraladık, 30 Ocak 1988 tarihinde bir cumartesi günü Demirler Pasajından taşındık. Pasajdan çıkarken Nuri Pakdil bize döndü; 'Kesinlikle arkamıza bakmıyoruz beyler!' dedi. Dört kişiydik, arkamıza bakmadan Akay Caddesinden aşağı yürüdük. Edebiyat Eyleminin artık bir bürosu, irtibat noktası ve karargâhı yoktu.


#Edebiyat dergisi
#Demirler Pasajı
#Nuri Pakdi
9 yıl önce