|

Güç mücadelesi dünyayı nereye götürüyor?

Batılı ülkeler ellerindeki gücün gerilediğinin farkında. Bu gerilemeyi durdurmak ve/veya geciktirmek amacıyla hem kendi içlerinde hem de dış dünyaya ilişkin yeni projeleri devreye sokuyorlar. Alternatif güçleri engellemek amacıyla, ekonomik ve siyasi şantaja başvururken, içeride ise popülist/ırkçı dalgaya yön veriyorlar.

Yeni Şafak ve
04:00 - 28/08/2017 Pazartesi
Güncelleme: 03:22 - 28/08/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Dünya değişiyor. Bu değişim de sancılı bir şekilde sürüyor. Ortada alenî bir büyük harp olmamasına rağmen, yaşananlar bir harbi andırıyor. Dünya krizlerden krizlere savrulurken, insanlar açlık, terör, çatışmalar, göç, istikrasızlık, haksızlık ve yolsuzluklarla iç içe yaşıyorlar. Her bir birey, her bir topluluk, her bir toplum, millet, devlet, organizasyon, bu yeni duruma göre pozisyon almaya ve kârlı çıkmaya çalışıyor. Umulur ki devletlerin sorunlardan sorunlara gark olmasına, insanların dehşet içinde yaşamasına sebep olan bu kaos ortamında, birileri de sorunlara çözüm bulucu olarak gayret göstersin. Ancak bu pek tercih edilmiyor. Hatta sorunların görüldüğü ve anlaşılabildiği bile söylenemez.

KRİZ İÇİNDE BİR SİSTEM

Dünya bundan yirmi beş sene önce, belli bir düzenin hâkim olduğu, düzen içindeki devlet, şirket ve milletlerin neredeyse rollerine razı bir şekilde yaşadıkları, oluşturulan ittifaklarla savaşların mevzi olarak görüldüğü, gelir pastasının bugün de olduğu gibi adilane paylaşılmadığı bir yerdi.

İki binli yıllara gelindiğinde, dünya gayri safi hâsılasının toplamı 60 trilyon dolar civarındaydı. Bunun yarısından fazlasını ABD, Avrupa Birliği ve Japonya alıyor, geriye kalanın yüklü bir kısmı da Rusya, Çin ve Hindistan başta olmak üzere G-20 ülkeleri tarafından paylaşılıyor ve dünyanın yaklaşık yüz seksenine ise çok küçük bir pay kalıyordu.

Soğuk Savaş'ın bittiği ve blokların yıkıldığı yıllarda, yani doksanlardan itibaren, dünya ekonomisi yeni krizlerle karşı karşıya kaldı. Bu süreçte Batı merkezli IMF ve Dünya Bankası gibi örgütler ve düşünce kuruluşlarının araştırmaları Batı’nın hakimiyetinin tartışılır hale geleceğine ve yeni güç merkezlerinin dünya ekonomisini ve siyasetini yönlendireceğine dair bulgular içeriyordu.

Batı dünyası bu tehlikeyi, oluşturduğu NATO ve AB gibi örgütleri genişletmek ve ekonominin araçlarını ele geçirmek suretiyle aşacağına dair bir fikre kapıldı. Örgütlerin üye sayıları artırıldı, enerji kaynakları ve ekonominin diğer araçları Batılı devlet ve örgütlerin kontrolüne girdi. Buna rağmen, değişen şartlar yeni güçlerin gelişmesini engelleyemedi. Bu çerçevede en öne çıkan devlet Çin oldu. 1978’den itibaren gelişmeyi öncelik olarak belirleyen Çin, ağır ama emin adımlarla milli gelirini artırarak dünya ekonomisinde önemli bir yer edindi. Hindistan, Brezilya, Endonezya, Meksika, Türkiye ve benzeri devletler de önemli gelişmelere imza attılar.

PANİK HALİ MEVCUT

Batılı devletler, kendileri dışında gelişen yapıları engellemek için bir yandan farklı farklı dış politika araçları uygularken, diğer yandan da kendi iç yapılarında farklı tercihlere yöneldiler. Aslında Batı dünyasındaki bu gayretleri bir başka gözle de değerlendirmek de mümkün. Batılı devletler, kendi manevra alanları daraldıkça çözüm için hiç beklenmeyen kişi, fikir, yönetim ve yöntemlere de başvurdu. Trump gibi sistem dışı bir aktörün ABD Başkanı seçilmesi, Fransa ve Avusturya gibi merkezi Avrupa devletlerinde ırkçı partilerin halktan teveccüh görmesi, İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı alması, özgürlüğün bayraktarlığını yapan Batılı devletlerin olağanüstü hâl uygulamalarını tercih etmeleri bu çerçevede ele alınabilir. Bu tercihleri, stratejik bir aklın sağlıklı değerlendirmeleri olarak kabul etmek mümkün görünmüyor. Daha çok, ne yapacağını tam olarak bilmeme hâli olarak açıklamak mümkün.

Ancak burada hesapta olmayan başka unsurlar ortaya çıkıyor. Öngörülen hedeflerin ötesine geçmek isteyen Türkiye gibi devletler ve pozisyonunu koruma gayreti içinde olan Batılı devletler ister istemez bir çatışma rotasına doğru hızla ilerliyor. İslam ülkelerindeki muhtemel yönetim değişiklikleri ile Türkiye ve diğer İslam ülkelerinin işbirliği, dünya dengelerini değiştirecek bir potansiyel sergiliyor. Bu durumun bir tek Türkiye farkında değil. Batı bu durumun önüne geçmek adına gerekli tedbirleri alma uğraşı veriyor. Afganistan, Suriye, Doğu Akdeniz, Mısır, Katar ve bölgedeki hadiseleri bu gözle okumakta fayda var. İslam ülkeleri arasında Türkiye’nin diğerlerine nazaran özel bir yeri var. Türkiye tarihi liderlik tecrübesinin yanı sıra, mevcut yapısı itibarıyla diğer ülkelere nazaran Batı’dan daha bağımsız politikalar belirleyebilecek durumda. ABD ve Avrupa Birliği devletleri ve onların oluşturduğu yapılar, Türkiye’nin bağımsız politikalar izlemesini arzu etmediklerini son dönemde açıkça ortaya koyuyorlar. Artık Batı, Türkiye karşıtı politikalarını kılıf kullanmaya gerek duymadan açık olarak uygulama aşamasına geçmiştir. Almanya ve ABD gibi Batı dünyasının lider devletlerinin, Türkiye’nin tehdit ilan ettiği PKK ile onun dış uzantıları ve FETÖ gibi örgütleri doğrudan desteklemeleri, 15 Temmuz darbe girişimine yol vermeleri, birer örnek olarak verilebilir.

KAOSTAN ÇATIŞMAYA GİDEN YOL

Türkiye özelinde varit olan durum, başta Çin olmak üzere başka devletler için de geçerlidir. Çin’in gelişen ve kontrol altına alınamayan ekonomisi, etkisi artmakta olan siyasi gücü ve güçlü teknolojik altyapısıyla yenilenen ve büyüyen silahlı kuvvetleri, başta ABD olmak üzere Batı’yı tedirgin etmektedir. Bu çerçeveden bakılınca Kuzey Kore-ABD geriliminin sadece bu iki devlet arasındaki bir anlaşmazlık olamayacağı anlaşılacaktır.

Batı, silahlı güçleri, taşeron örgütleri, sermayesi ve sivil toplum örgütleri ile Ortadoğu, Uzak ve Güney Asya, Afrika ve Güney Amerika’yı çevrelemeye çalıştıkça, hem yeni sorunlar oluşturuyor hem de yeni sorunlarla karşılaşıyor. Bu tür yöntemler geçmişte Batı’yı avantajlı kılabiliyordu. Bugün ise artık şartlar değişmiş vaziyette. Halklar ve devletler Batı’nın sömürü politikalarına karşı cesaretle mukabele edebiliyorlar. Ancak öte yandan Batı için de başka bir yol var. Dünya siyasi ve iktisadi yönetiminde devre dışı kalabileceğini fark eden Batı, bu süreç sonlanmadan çarkları tersine çevirme gayretinde.

Söz konusu gerilim, bir kaos ortamında bulunan dünyayı hızla büyük bir çatışmaya doğru götürüyor. 1991’den beri önce iktisadi ve siyasi enstrümanlarla başlayan bu çatışmanın, çok da uzak olmayan bir gelecekte silahlı bir büyük kapışmayı da ortaya çıkaracağını tahmin etmek müneccimlik olmasa gerek.

Dr. Fatih Erbaş – Güvenlik Uzmanı
#G-20
#ABD
#Çin
#Almanya
#Türkiye
7 yıl önce