|

Halep: Unutmak artık daha zor

Bu güzel şehrin başına gelen katliamlar, Mostar’ın ardından dünyanın geleceğini yeniden belirleyecek zorlu bir dönüm noktası sayılabilir. Mostar, Batı’nın Müslümanlara karşı tahammülsüzlüğünün getirdiği bir yıkım felaketiydi. 23 yıl sonra Halep, küresel düzenin aktörleri arasında yaşanan krize özgü hesaplaşmaların ve güç çatışmalarının alanına dönüştü.

Yeni Şafak
04:00 - 27/12/2016 Salı
Güncelleme: 21:59 - 26/12/2016 Pazartesi
Yeni Şafak
Cihan Aktaş • Yazar


'Eriyordu soyulmuş yüzleri/ Araba durmuştu ve bir kan oku/ Gösteriyordu kayaların üstünde/ Halep yolunu…' Eugenio Montale



Montale bu dizeleri son birkaç yıl içinde yazmadı. Dünyaya ve bize medeniyetler çatışması olarak sunulan tezin aslında neyi murat ettiğini gecikerek, kalbimiz ağrıyarak fark ediyoruz yıllardır. Kendimize haksızlık etmemek için olguları açık seçik bir dille konuşmalıyız. Medeniyetler çatışmasını çeşitli sebeplerle içimize taşıdık. Medeniyet içi çatışmalar daha ön planda şimdi. Bir diktatörlüğün çeşitli ittifaklarıyla birlikte nasıl kıyıcı olabileceğinin öğretici “müzesi" artık Halep… Devletler ve yönetimler mevcut durum üzerinden kendi hayallerine inandı, kimisi için mesele sadece çıkardı, kimisi bir diktatörle mücadelenin biricik yöntemine kilitlendi, kimisi ise değişmez bir “direniş ittifakı" iddiasıyla uzlaşma yollarını tıkayan bir tavır sergiledi. Modern anlamda asi değil, postmodern bir kavrayışla “akıllı" da değil, ancak yürekli, görmüş geçirmiş ve iyi huylu bir şehir ancak bu kadar direnebilirmiş. “İnsana acımayan, insanların yüzlerce yıldır biriktirdiği şehre niye acısın... İki yılda kırk binden fazla ölü ve yok olmanın eşiğinde bir şehir, Halep" diye yazmıştım twitter'da, 2012'de.



Kimse kendini ve politik konumunu sorgulamadığı için de yıkımlar ve ölümler sürdü. “Durun bir dakika, nereye gidiyoruz, oturup konuşalım", diyenlerin ne dediğine kulak kesilmeden acımasızca hain muamelesi gördüğü yerde, bir şehir onca stratejik hesap karşısında nasıl savunabilir kendini?



ARAMIZDA YAŞAYAN ŞEHİR


İyiye yorduk, umudumuzu koruduk, dualarımızı eksik etmedik. Beş yıldır büyük bir mülteci nüfusunu ağırlıyoruz. Bu açıdan bakılacak olursa Halep, varlığını oluşturan çeşitli bileşimlerle kısmen aramızda. Beri taraftan kültürümüze derinlik katan şehir bir daha asla eskisi gibi ayağa kalkamayacağı bir yıkımı yaşadı. Umran, “şenlikli yer" demek; yani Halep›in eski hali. Halepli Umran, çocuk yitik neşemizin de sembolü nicedir. Avrupa'da kayıp binlerce mülteci çocuk, Halep'in çoktan yıkıldığını anlatıyordu zaten.



“Batı'nın en az ellişer yıllık planları var, biz ise kervanı yolda düzene sokarak yol alacağımızı sanıyoruz" diyen büyüğümüz haksız sayılmaz. Suriye katliamlarla sarsılırken umutsuzluğa düştüğümüz yerde, Halep nasılsa orada diyorduk. Kadim, sağlam güzelliğin sebepleri bütün çarpık arzuları dizginleyebilir, acımasız saldırıları geriye tepebilirdi. Yazımın bundan sonraki kısmında Halep'ten bir şehir olarak bahsedeceğim, yaşananlar karşısında bir nebze de olsa umudumuzu diri tutabilmek için.



Halep, 1986 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine alınmıştı. Tarihi MÖ. 3000 yıllarına kadar uzanıyor. Çeşitli imparatorlukların gözde şehri olarak öne çıktı geçen zaman içinde, 636 yılından itibaren ise Müslüman dünyanın bereketli bir şehri olarak anılıyor. Cazip, ilgi çekici, dingin şehir, zenginlik ve itibar göstergesi olarak bilinirmiş. İsmi Arapça ve diğer Sami dillerinde “süt veren" anlamına geliyor. Ortadoğu bölgesindeki önemli hiçbir dönüşümün buradaki yerleşim şeklini, nüfusun sosyal yapısını, geçim tarzını, teknolojiyi ya da düşüne ve inanç sistemini değiştirmediği hatırlanmalı. Burasının, savaşçı önderlerin sürekli fethedip yayıldıkları bir yer olmadığını belirtir Abraham Marcus Modernliğin Eşiğinde Bir Osmanlı Şehri Halep'te: “Bu topraklar ile üstünde yaşayan toplum köklüydü, yerleşikti ve mutantan hatıralarla doluydu. “(Küre, s. 33) Bununla birlikte Osmanlı İmparatorluğunun 18. yüzyılda içte ve dışta zayıflamasının getirdiği değişikliklerden etkilendiği muhakkak. Halep hüviyetini korurken çevresine karışmayı sürdürmüş, bununla birlikte kendine has olanı da korumayı başarmıştı.



İSTİKRAR BELGESİ 'GRİ ŞEHİR'


Osmanlı Halep'i, Kuzey Suriye'nin en önemli yerleşim yeri olarak seçilmiş bir vilayetti. Alçak yapılardan oluşan, ince uzun minarelerle bezeli, sağlam, taş cepheli “Gri Şehir" (el-Şehbe), bir istikrar belgesi gibiydi. Halepliler şehirlerinin soyut ve somut anlamda çevredeki şehirlerden farklı ve birçok açıdan üstün olduğunu düşünürlerdi. Bu üstünlüğü oluşturan kaynaklardan biri ise hem ekonomik hem de kültürel anlamda kendine yeterlilikti.



Şehir, yirminci yüzyıla özgü arz ve talebin oluşturduğu yeni yapılaşmalara karşılık, karakteristik özellikleriyle mevcudiyetini korumaktaydı, savaş çıktığında. Avlulu evler, karmaşık sokak yapısı, sırt sırta vermiş binalar, rast gele olmaktan uzak kapı ve pencere konumları, şehrin etrafında uzayıp giden bağlar, mezarlıklar, ortasında tarihi kalenin yer aldığı kare şeklindeki kadim dokuyu çevreleyen surlar… Kale ile Batı surları arasında uzanan şeritte yer alan merkezi bölgede tarihi değer taşıyan yüzlerce cami, han, hamam, dükkân yer alıyordu. Eşsiz bir güzelliğe sahip minaresiyle tanınan Halep Ulu Camii, 715'de inşa edilmişti. 2013'te içine yerleştirilen mühimmatın patlamasıyla minaresi ve caminin büyük bölümü yıkıldı. 45 metre uzunluğundaki minarenin en erken dönemdeki yenilenmesi Selçuklular zamanında, 1090 senesinde gerçekleşti. Eyyubiler döneminde, 1156›da yaşanan bir yangın sonrasında cami büyük ölçüde yeniden inşa edildi. 1260 Moğol İstilasında ise harap hale geldi. Minare son olarak 2003'te onarım görmüştü. Savaş dünyanın en eski ve en büyük kalelerinden biri olan Halep Kalesini de etkiledi. Suriye ordusu tarafından kışla olarak kullanıldığı için büyük hasar gördü. Şehrin tarihi seslerini bugünün sesleriyle harmanlayan EL Medine Çarşısı harap vaziyette…



Yazılı belgelerden çok bizzat mekânların tanıklık ettiği hayat tarzıyla açıklık kazanıyor tarih, söz konusu Halep olduğunda. Kaynaşan seslerin oluşturduğu uzamı hayal eder, içine bir cümleyle katılmayı umardık. Bazı yolların birleştiği noktalarda şehir meydanı niteliğinde, dükkân ve pazarların yer aldığı açık alanlar bulunuyordu. Camiler sadece ibadet yeri değil, özellikle yaşlılar için sohbet hatta iş toplantısı alanı sunuyordu. Çıkmaz sokaklara tanınan özerklik hakkı, o mahalleye özgü söylemlerin gelişmesini sağlayan bir platform anlamına geliyordu. Açık alanların çok yönlü kullanımı, özel alanlarda söz konusu olabilecek sıkışıklığa izin vermeyecek kadar yaygındı. Şehir elbette genişlemeye meyyaldi. 18. yüzyıla gelindiğinde nüfusunun neredeyse yarısının sur dışında kalan mahallelerde yaşadığı belirtiliyor. Geçen yüzyılın ortalarında ise, şehrin bir bölgesinde yaşayan insanların yarısının diğer bölgedeki tarihi mekân ve eserlerden habersiz olması şikâyet konusu olurdu. 18. yüzyılda kentsel meseleler etrafında dönen siyasetin büyük kısmının gayri resmi ortamlarda –şer'iyye mahkemeleri kayıtları dışında- yazıya dökülmeden vuku bulduğunu kaydediyor Abraham Marcus Halep konulu çalışmasında. Dolayısıyla şehir kendi mekânlarıyla tarihini açıklamaktaydı. Şimdi gerçekleşen yıkım, bu mekânların şahitliğinin büyük ölçüde yitirilmesi anlamına geliyor. Beri taraftan dünyaya yayılan Halep kültürü, şehrin kendi dokusunun sağladığı imkânları tamamen yanında taşıyamayacağı için de bize ilham veren, umutlarımızı canlı tutan Halep'i geriye döndürmek için çaba sarf etmemiz gerekecek.



Hafıza kaybı; Le Corbusier bunu önemsemezdi. Ne çok şey konuşabiliriz Halep üzerine ve artık çoğu, geçmiş zaman kipiyle gerçekleşecek. Unutmak artık daha zor oysa yine de, hatırlama kanallarını geliştirmeyi ihmal etmemek gerekiyor. Gülay Keleş Usta ve Ayhan Usta, “Bir Kentin Ölümü ve Çağdaş Mimarlık Tarihine Eleştirel Bir Bakış" başlıklı grafik sunuşu kültürel bellekte izi kalacak iki mimari yıkım örneği üzerinden gerçekleştirmişlerdi. Pruit–Igoe ile Mostar'ın yıkımları… 1994'te Mimarlar Odası'nın Grafik Sunuş Dalı Başarı Ödülü'ne layık bulunan çalışma, yıkım sebeplerinin sebep olduğu sorulara yönlendirmeyi amaçlıyor mimarların dikkatini.



ZORLU BİR DÖNÜM NOKTASI


Yıl 1972… St. Louis, Missouri'de “modern" anlayışla tasarlanan ve süreç içinde mukimlerini tedirgin eden hatta korkulara boğmaya başlayan toplu konutlar dinamitlenmek suretiyle yok edildi. Mimarlık tarihçisi Jencks'in Postmodernist eğilimleri temellendirdiği bu olaydan sonra mimarlar, bakışlarını tarihsel, kültürel ve toplumsal değerlere yönelttiler. Yıl 1993… Bosna Hersek'te insanlığın ortak ürünü olan tarihsel ve kültürel değerleri taşıyan kentler, anıtlar ve toplu konutlar bombalanarak mimarların esin kaynakları kurutulmak isteniyordu; tıpkı Mostar Köprüsü'nün başına geldiği gibi.



Yıl 2016. Distopya filmlerinden aşina olduğumuz yıkılmış, hayalet şehirleri hatırlatan Halep sahneleri, umutsuzluğa boğuyor yüreklerimizi. Bu güzel şehrin başına gelen katliamlar, Mostar'ın ardından dünyanın geleceğini yeniden belirleyecek zorlu bir dönüm noktası sayılabilir. Mostar, Batı'nın Müslümanlara karşı tahammülsüzlüğünün getirdiği bir yıkım felaketiydi. 23 yıl sonra Halep, küresel düzenin aktörleri arasında yaşanan krize özgü hesaplaşmaların ve güç çatışmalarının alanına dönüştü.



Biz ise sıkıştırıldığımız coğrafyanın benliğimizde oluşturduğu özlem ve mesuliyet hislerinin de etkisiyle, geride kalanları kurtarma umuduyla da, bütün bu olacakları öngöremediğimiz süreçlere savrulduk. Gördüğümüz için özleyeceğimiz, görmediğimiz için ise hayıflanacağımız nice güzelliğe ilişkin cümleler, kendini kirletilmiş saymaya zorlandığı için intihara yönelen genç kızlar söz konusu olduğunda utandırıyor şimdi. Halep'i, yıkımın olduğu kadar birlikte sağalmanın da atölyesi olarak görmeye bizi mecbur eden sebepleri saymakla bitmez. Ancak, elbette en önemli sebep çocuklar, çocuklarımız. Şehre özgü yok edilmiş veya kurtarılabilir gibi gelen her köşeye açık örtük kayıp çocukların gölgesi düşmekte.



#Mostar
#Eugenio Montale
#Halep
7 yıl önce