|

İpek Yolu ekonomik kemeri ve Çin

Çin, kimi analistlerin II. Dünya Savaşı sonrasının Amerikan patentli Marshall Planı ile mukayese ettiği ve “tek kuşak, tek yol” sloganıyla ifade edilen inisiyatifini İpek Yolu projeleri ve bu projelere fon sağlayacak olan AIIB ve İpek Yolu Fonu gibi finansal açılımlarla planlı bir stratejiye dönüştürmekte

Yeni Şafak ve
03:00 - 4/05/2016 Çarşamba
Güncelleme: 23:34 - 3/05/2016 Salı
Yeni Şafak
Eşref Yalınkılıçlı

Avrasya Analisti


Dünyamızın olabildiğince küreselleştiği ve ekonomik ilişkilerin genel itibariyle uluslararası politikalara yön verdiği 21. yüzyılda Asya'nın günden güne dünyanın iktisadi ve finansal çekim merkezi haline geldiği tartışmaları çoktandır yapılıyor. Amerikalı ekonomi tarihçisi Andre Gunder Frank'ın, “Yeniden Doğu: Asya Çağı'nda Küresel Ekonomi” başlıklı çalışmasının 1998'de yayınlanmasından beri Çin Halk Cumhuriyeti ve onun sözüm ona, “sosyalist piyasa ekonomisi” bütün bu tartışmaların ortasında yer alıyor. Çünkü tartışmanın özünde Çin'in Batı merkezli dünya ekonomik sistemine meydan okuduğu ve 21. yüzyılda ABD'yi de geride bırakarak dünyanın en büyük ekonomisi olacağı varsayımları ve tahminleri yatıyor.



Ekonomik ilişkilerindeki mukayeseli üstünlüğünün yanı sıra dünyanın en kalabalık ülkesi ve ikinci büyük askeri gücüne sahip olması hasebiyle Çin, bu tartışmaların bizi götüreceği yer itibariyle hem Batı'da hem de Doğu'daki akademik ve entelektüel çevrelerde dünyanın bir sonraki süper gücü olmaya namzet en önemli ülkesi olarak öne çıkıyor. Jiang Zemin ve Hu Jintao liderliğindeki Çin yönetimleri ülkenin Dünya Ticaret Örgütü'ne üye olduğu yeni milenyumun başından itibaren temelleri 1980'lerde Deng Xiaoping reformlarıyla atılan içerideki ekonomik büyüme modelini dış politikaya da taşıyarak bütün bu beklenti ve tartışmaların çok da gerçek dışı olmadığını gösterdiler. Bununla beraber dış politikada esaslı bir ekonomik açılım yaparak iddialı projeler ortaya koyan Xi (Şi) Jinping liderliği adeta Çin'in dünyayı ekonomik fethine soyunmuş görünüyor.



İPEK YOLU KEMERİ: ÇİN'İN EKONOMİK AVRASYACILIĞI


Yönetime gelir gelmez Çin ticari pragmatizmini yaymak ve Batı'nın içine düştüğü siyasal ve iktisadi krizleri lehine çevirerek sürdürülebilir ekonomik büyümesini daha da kalıcı hale getirmek isteyen Xi Hükûmeti İpek Yolu Ekonomik Kemeri Projesi'ni hayata geçirmeye başladı. İlk defa 2013'teki Kazakistan ziyareti sırasında gündeme gelen bu tasarıyla Xi yönetimi, adından da anlaşılacağı üzere, kadim İpek Yolu güzergâhını modern şartlarda yeniden canlandırma niyeti taşıyor. Bu düşünceden hareketle Çin hükümeti, Orta Asya'dan başlayarak, ön Asya (Pakistan-İran-Türkiye), Kafkaslar ve Hazar bölgesi, Baltık Cumhuriyetleri ve Orta Avrupa'yı da içine alacak şekilde tüm Doğu Avrupa ve Rusya üzerinden Batı'ya doğru ekonomik bir koridor açmayı hedefliyor. Bu hedefe yönelik somut adımlar atan Pekin, Kasım 2014'te İpek Yolu Fonu'nu kurarak 40 milyar dolarlık bir sermaye ile bölgeye açılmaya başladı. Dünya Bankası ve IMF gibi finansal kurumların aksine katı kurallar ve bağlayıcı liberal reformlarla borç vermek yerine, Çin bölge ülkelerindeki altyapı yatırımlarına talip oldu. Böylece, bu ülkelerin en çok ihtiyaç duyduğu finansal likidite akışı ve teknolojik desteği sağlayan Pekin, büyük satranç tahtası diye tabir edilen “Avrasya Kalpgh”ındaki yeni jeopolitik oyunda başat bir bölgesel güç konumuna yükseldi.



Projenin nihai hedefinde, Avrasya'dan sonra kıta Avrupa'sına da uzanmak isteyen Çin, İpek Yolu inisiyatifini stratejik bir hedef olarak sunmakta ve bu gündemini hem devlet başkanı Xi ve Başbakan Li Keqiang'in bölge ülkelerine yaptığı ziyaretler sırasında, hem de resmi haber ajansı Xinhua aracılığı ile birincil ağızdan bütün dünyaya ilan etmektedir. Çin'den başlayarak Almanya ve Fransa'ya kadar uzanacak kara ve demiryolları ağlarının geliştirilmesi ve enerji boru hatlarının inşası için Pekin yönetimi Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi ülkeleri ile son yıllarda imzaladıkları anlaşmalar ile çok kazançlı ortaklıklar kurdular. Küresel ekonomiyi domine etmek adına geleneksel Asya-Pasifik deniz yollarına bağımlılığının yanında, Avrasya üzerinden Batı'ya yayılmak isteyen Çin, hem ticari çıkar elde etmek, hem de ulusal güvenliği için sorun teşkil eden ve istikrarsız komşularının yer aldığı bu bölgede ekonomik gücüyle var olmak istiyor.



Avrasya politikasının esas nüvesini oluşturan bu yaklaşım ile Pekin yönetimi, Moskova'nın bu coğrafyadaki askeri ve siyasal gücünün ötesinde, bölgeye ekonomik bir canlılık kazandırarak batısındaki güvenlik risklerini asgari seviyede tutmaya çalışıyor. Bu anlayış çerçevesinde çıkarları örtüşen Çin ve Rusya'nın şimdiye kadar Şanghay İşbirliği Örgütü'nün bölgesel kolektif güvenlik hedefleri konusunda beraber hareket etmeleri ve küresel politikalar konusunda 'ortak düşman' Batı'ya karşı safları sık tutmuş olmaları her şeyin yolunda gittiği anlamına da gelmiyor. Zira Rusya'nın yeni Avrasyacı yaklaşımının jeopolitik motivasyonlarıyla yakın komşuluk politikasını empoze ederek geçen sene başında hayata geçirdiği Avrasya Ekonomik Birliği projesi de bölgeyi yeniden Kremlin'in ekonomik yörüngesine oturtmayı amaçlıyor. Rusya'nın kırılgan ve yalnızca enerji kaynakları ve askeri sınai kompleksine dayanan ekonomisinin Çin›in ticari ilişkilerindeki bariz üstünlüğü ve sağlam makro-ekonomik dengeleri karşısında bölgede doğal sınırlarının olduğunu söylemek gerekir. Bu durumda, yeni Çin yayılmacılığının jeoekonomik hedefler ve ticari çıkarlar üzerinden, Sovyet sonrası Avrasya'daki geleneksel Rus rezervleri üzerinden orta ve uzun vadede karşı karsıya gelmeleri de kaçınılmaz görünüyor. Hele ki Batı'nın ekonomik krizlerini fırsata çevirmekte mahir olan Çin'in böylesi bir zamanda Rusya'nın gittikçe kötüleşen ve daralan ekonomisi karşısında bilhassa Orta Asya ve Doğu Avrupa'da yaptığı ve yapacağı finansal-ekonomik hamleleri yakından izlemek gerekiyor.



DENİZ İPEK YOLU: ÇİN'İN 21. YY. ASYA-PASİFİK RÜYASI


Avrasya'da kara hâkimiyetine dayalı bir stratejiyle 21. yy. hedeflerine koşan Çin yönetiminin kendi geleneksel hinterlandı olan Asya-Pasifik'te ise deniz hâkimiyeti ile ticari üstünlüğünü kabul ettirmeye giriştiğini görüyoruz. Pekin'in bu bölgedeki temel stratejisi ise, yine Xi liderliğince teşvik edilen ve Pasifik Okyanusu'nun batısından başlayarak, Güney Çin Denizi koridoru yoluyla Hint Okyanusu ve oradan da Arap yarımadası sularına ve Doğu Afrika sahillerine kadar uzanan ve şaşalı bir proje olan Deniz İpek Yolu açılımıdır. Son yıllarda Pekin'in Güney Çin Denizi ve Hint Okyanusu'ndaki proaktif dış politikası ve ordu modernizasyonu ile askeri caydırıcılığını arttırmaya çalışması yükselen ticaret hacminin Çin lehine sürdürülebilir hale getirilmesini garanti etmek için başvurulan politik manevralardır.



Finansal anlamda ise geçen yılın sonunda Çin'in önderliğinde hayata geçirilen ve aralarında İngiltere, Almanya, Fransa, Norveç, İsveç, Rusya, İsviçre, İsrail, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Hindistan, Brezilya, Avustralya, Güney Kore ve Endonezya gibi hatırı sayılır 31 kurucu üye ülkenin bulunduğu Asya Altyapı ve Yatırım Bankası (AIIB) Pekin'in bölgesel ve küresel vizyonunun bir yansıması olarak ortaya çıktı. Şanghay merkezli ve 100 milyar dolarlık sermaye ile kurulan bu oluşum, Çin tarafından Dünya Bankası'na bir alternatif olarak sunuldu ve Asya-Pasifik, Ortadoğu, Orta Asya, Afrika, Okyanusya ve Latin Amerika ülkelerinin altyapı ve finansal gereksinimlerini gidermek amacıyla işe koyuldu.



Trilyonlarca dolarlık deniz ticaretinin Doğu-Batı ekseninde taşındığı suyolları Çin'in deniz İpek Yolu koridoru tasavvurunun tam üzerinde bulunuyor. Bu güzergâhta hâkimiyet kurmak Çin başta olmak üzere, aynı ideallere sarılan Hindistan ve ABD'nin de diplomatik ajandasının en önemli ekonomik başlıklarını oluşturuyor. 1990'lı yılların sonundan itibaren Afrika'da ağırlığını hissettiren ve yeni milenyumla beraber Ortadoğu ve Latin Amerika ile de deniz aşırı ilişkilerine hız veren Çin, bu bölgeleri kendi arka bahçesi gibi gören başta ABD olmak üzere diğer Batılı güçler bir hayli rahatsız etmişe benziyor. Diğer yandan Güney Çin Denizi'nde ABD ve ASEAN ülkeleriyle tırmanan askeri ve jeopolitik gerginlik ve komşusu Hindistan'da kendisi gibi paralel ideallere yelken açan Narendra Modi hükümetinin iktidara gelişiyle beraber hızlanan geleneksel Çin-Hint rekabetinin gölgesinde Xi-Keqiang liderliğindeki Çin yönetiminin işi bir hayli zor görünüyor. Ancak, Çinliler şu ana kadar sağlam ve kararlı adımlar ile yol almaktan da çekinmediler ve bir zamanlar Japonya'nın askeri bir saldırganlıkla sahip olmak istedikleri Asya'da bu sefer kendileri hem askeri hem politik ve daha da önemlisi karşı konulamaz bir ekonomik yayılmacılık ile güçlerini hissettiriyorlar.



EKONOMİK BÜYÜME SÜPER GÜÇ OLMAYA YETMEZ


Çin, kimi analistlerin II. Dünya Savaşı sonrasının Amerikan patentli Marshall Planı ile mukayese ettiği ve “tek kuşak, tek yol” sloganıyla ifade edilen inisiyatifini İpek Yolu projeleri ve bu projelere fon sağlayacak olan AIIB ve İpek Yolu Fonu gibi finansal açılımlarla planlı bir stratejiye dönüştürmektedir. Böylece geçmişlerinde bulunmayan emperyalist yayılmacı geleneğin eksikliğini, Çinliler bugün modern çağda kurdukları ekonomik ve finansal ilişkiler ağı ile gidermeye çalışıyorlar. Ancak ülkenin içerde ve dışarıda yaşadığı ve yaşayacağı bir takım sorunlar bu ülkenin bir sonraki süper güç olmaya yetmesini şimdilik sağlayacak gibi de durmuyor. Zira içerde Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan'taki etnik sorunlar ve ülkenin 1989 Tiananmen Olayları'ndan beri Batılılarca yakından takip edilen yüz kızartıcı insan hakları karnesi, şeffaf yönetim ve demokratik teamüllerden yoksunluk gibi geçen yüzyıldan devraldığı siyasal problemleri bu yüzyılda da çözüm beklerken, Çin'in kat etmesi gereken bir çok yol olduğunu söylemeye gerek yoktur.



Dahası, ülkenin doğusu ve batısı arasındaki sosyo-ekonomik uçurum, merkezi ve yerel hükümetlerdeki yönetişim sorunları, yaygın yolsuzluk, rüşvet ve adam kayırmacılık eski komünist sistemden devralınan kronik sorunlar olarak baş gösteriyor. Kalabalık nüfusuna istinaden uygulanan katı nüfus politikaları, bu nüfusun üzerinde yaşadığı kısıtlı çevresel imkânlar ve yetersiz beslenme kaynakları, hava kirliliği, iklim değişikliği ve doğal felaketler henüz Çin'in süper güç olmaya hazır olmadığına dair somut deliller sunuyor. Diğer taraftan süper güç kavramının sadece kaba güç ve ekonomik büyüme ile ilintili olmadığını, o ülkenin yumuşak güç üretme potansiyeli ile de ilgili olduğunu farzedersek, Çin'e bu etiketi yapıştırmak için henüz erken olduğunu söylemeliyiz. Günümüzün süper gücü ABD ile mukayese edildiği zaman, belki de Çin için bu tartışma bağlamındaki en büyük engelin dil, kültür ve küreselleşme anlamında Çin'in Anglo-Sakson merkezli dünyaya ciddi bir meydan okumasının da olmadığını görürüz. Batılıların modern dünyayı inşa ederken Batı-dışı dünyada kendi dil ve kültür politikalarını dayattığı sömürgeci tarihsel gerçekliği hatırlarsak, bugün Çin dili ve kültürünün aynı hızla büyüyüp yayılmadığını görürüz. Kısacası, Çinlilerin dünyaya ticari ve ekonomik yayılmacılık ile açıldıklarını, ancak Batı-merkezli kapitalist dünya sistemine henüz alternatif bir model ortaya koyamadıkları sonucuna varabiliriz.


#İpek Yolu
#Çin
#Eşref Yalınkılıçlı
#Avrasya politikası
#Marshall Planı
8 yıl önce