|

Kadın şairin fıtratında gözlem gücü var

Emel Özkan ikinci şiir kitabı Yolda Anlatırım ile bizi 80 sayfalık bir yolculuğa davet ediyor. Günümüz insanı hakkında yaptığı tespitlerle dikkat çeken Özkan, “Kadın şairin fıtratında ayrıntı, gözlem gücü ve bu ikisini duyguyla buluşturabilme imkânı var” diyor.

Yeni Şafak
16:00 - 17/09/2016 Cumartesi
Güncelleme: 13:04 - 17/09/2016 Cumartesi
Yeni Şafak

Beş yıl aradan sonra şiirlerini bir araya getiren Emel Özkan ikinci kitabı “Yolda Anlatırım” ile çıkageldi. Sayfalar boyunca insanın zamansızlığını, banka ve mezarlıkları kendi üslubunca mısralara taşıyor. 2000 Kuşağı'nın sayılı kadın şairlerinden olan Özkan, üretkenliğine hem şiir hem de düzyazı alanında devam ediyor. “Bahçesizlik cehennemdir” diyen Özkan'ın şiir yolculuğunu, çağımız insanını ve kadın şairleri konuştuk.



“Dar Zaman”dan sonra şimdi de “Yolda Anlatırım”. Zamana karşı en güçlü silah olarak şiiri kullandığınızı söyleyebilir miyiz?


Zamanın karşısındayım, evet. Fakat, onu bir ayna olarak gördüğüm için. Dolayısıyla, kitapların ismi ve içerikleri, bir hükümden ziyade bir durum tespiti özelliği taşıyor. Zaman üzerinden; varlık, hareket ve hali görmeye çalışıyorum. Şiir, bu aynanın sırrı.



KALBİN HUKUKUNU KORUMAK GÜÇLEŞİYOR


Sizi yazmaya sevk eden duygu ve/veya olaylar nelerdir?


His yönüyle, mesuliyet ve adalet duygusu; olay yönüyle ise, ferdi yalnızlaştıran toplumsal değişimlerdir diyebilirim ki uzun bir liste çıkarmak mümkün. Burada bir denge kurmaya çalıştım. Ne salt ferdiyetçi, ne salt toplumcu bir şiir olsun istedim. Birey üzerinden, büyük hikâyeyi sezdirmenin yollarını aradım. Mesela; günümüzün çalışma alanlarından birini, mavi yakalılar diye nitelendirilen, hizmet sektörü teşkil ediyor. Burada çalışanların 'Yuvadan uçsa da gençliği', işinin bir gereği olarak müşteriye -velinimete değil- hizmet etmesi gerekiyor. Oysa sair zamanda, yanında duruşumuzu dahi değiştiririz bizden büyük bir kimsenin.


Mevcut iş örgütlenmesi ve hiyerarşisi, anlam dünyamız ve yaşama alışkanlıklarımızla, böylesi çelişkili haller meydana getirebiliyor. Kalbin hukukunu korumak, güçleşiyor. Hem görüyoruz ki, kendi işinin efendisi neredeyse kalmadı. Esnaf ve zanaatkâr, zor nefes alıyor. Mesleklerle birlikte, insani ilişkilere nitelik kazandıran mekânlar, ayağımızın altından kayıyor. Bu minvalde, çalışma süreleri de bir problem; anne-çocuk ilişkisini yıpratan temel sebeplerden biri olarak, karşımıza çıkıyor. Bütün bunlarla birlikte, halihazırdaki şehir mimarisi, ruhumuzu köşeye sıkıştırmış durumda. Bir ağaç yüzü görsek, nasıl da seviniyoruz. Bahçesizlik cehennemdir desek, abartmayız herhalde. Zaten cennetin anlamı, bahçe değil mi? Üstelik, “Sana yalan, bana gerçek.” sözünü hatırlatırcasına, yaşlı ve engelliler için de, oldukça sıkıntılı bir durum bu yaşadığımız. Hepimiz mânen yoruluyoruz velhasıl. İşte, şiire, aslımızı örten perdeleri aralayabilmek gayesi sevk ediyor diyebilirim. Çünkü eşref-i mahlukat olarak, hakikati aramak ve hayatı güzelleştirip anlamlı kılmakla mesulüz; birbirimizden sorumluyuz. Necati Bey'den himmetle halimi arz edersem: “Nâr-ı gayrette kebap oldu ciğer döne döne.”



KÖROĞLU, KİMYASAL SİLAHLARI GÖRSE NE DERDİ?


“Vitrinler söyler mi hiç vaktin geçtiğini”, “Çocukluk çok durmuyor kimsede”, “Mutluluk, gözünde büyüyor insanın”, “Suskun köşelerine aklın / Tutunacak bir korkuluk aradık” mısraları sayesinde insan hallerine hem geniş zamanlı hem de anlık olarak şahit oluyoruz. Günümüz insanı hız çağından nasıl etkileniyor sizce? Gözden ve gönülden kaçan şeyler neler?


Ahvalimizi anlamak için, irfan mektebi olan şifahi kültüre de başvuruyorum. Geleneğin anlam dünyasında yetişmiş nesiller, bu konuda şöyle bir bilgi aktarıyor: “Ahir zamanda bir gün bir hafta, bir hafta bir ay, bir ay bir yıl gibi geçecek.” Bahsi geçen sözün doğruluğuna, yakinen şahidiz. Ulaşım ve iletişim araçları, zaman ve mekân arasında kurduğumuz bağı, şaşırtıcı bir şekilde değiştirdi.



Evvel zamanda günler süren bir yolculuk, saatler içinde tamamlanıyor şimdi. Artık, mekanik hareket edip, mekanik düşünüyoruz. Zaman ve ölüm algımız ise, kitle imha silahları marifetiyle değişti. Bir anda, tek bir kişi, nice insanı canından ediyor ya da sakat bırakabiliyor. Acaba, “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” diyen Köroğlu, kimyasal silahları görse ne derdi? Evet; hız ile insani durumumuz arasında, yakın bir ilgi var. Hem biliyoruz ki, hızın arkadaşı kapitaldir. Dolayısıyla, burada düşünmek farz oluyor bize. Çünkü efendimiz şöyle ikaz ediyor: “Her ümmetin bir imtihanı vardır. Benim ümmetimin maldır.”



Öte yandan, tadımız kaçmış durumda. Meyve ve sebzeler dahi standartlaştı. Ne gariptir ki; gözümüz, tabii olanı reddediyor. Seri üretim, yeni bir çöp türü olan ambalajı da boca etti günlük hayatımıza. Mekânı idrak ve temaşa etme imkânlarımız da, gitgide daralıyor. Sürat, mekânla konuşmamıza izin vermiyor. Üstelik, gelen gidene rahmet okutuyor. Mesela, hızlı tren, yavaş seyredenle aldığımız temaşa zevkini sunmuyor bize. Kim bilir, nereye yetişiyoruz? Yavaşın hızdan alacağı var; onun derdindeyim biraz da.



Ölüm ve fotoğraf kitapta sık geçen 2 kelime. “Bir bilene sormak dünyayı / Ayakucunda, bir türbenin” mısraı da güçlü bir etkiyle zihinde yer ediyor. Ölümü sık kullanmanızın sebebi nedir?


Başlıca sebebi, “Ağız tadını kaçıran ölümü sıkça anınız” tavsiyesine kulak vermek. Fotoğrafla arasında ise bir benzerlik görüyorum. Resim, anın cesedi âdeta. Hareketin mumyalanması da diyebiliriz. Varlığı ve hareketi ortaya çıkaran zamanın bir cüzü olan anın bittiğini, kabul etmekten kaçınmak gibi. Hayatın hızlı ve yoğun akışı karşısında, tutunduğumuz bir dal haline geliyor belki de. Bu zaviyeden bakınca, dramatik bir eylem diye nitelemek mümkün. Modern bilincin fotoğrafa olan düşkünlüğü, kendisi hakkında ipuçları sunuyor böyle… Tabii; söylediklerim, belge değerinin dışındaki kullanımlar için geçerli.



NESİR ŞAİRİN ZİHİN HARİTASIDIR


Dar Zaman'dan aşina olduğumuz ses ve biçim özellikleri büyük oranda korunmuş. Ara ara farklı denemeler de var. Emel Özkan şiiri yoluna nasıl devam edecek?


Kısmetse, geleneksel duyuş ve ifade zenginliğinin izini sürerek diyelim. Burada önemli olan, içeriden konuşabilmek. Geleneğin anlam ve duygu dünyasına nüfuz ederek; formla birlikte ama onun ötesinde nazar, kavrayış, his, tavır ve yorum tarzını idrak edebilmek… Yani, mânanın temellük etmesi gerekiyor. Yoksa şiir, retorikten öteye geçmiyor. Günümüz insanına bir şey söylemediği gibi, kültür zincirine bir halka da eklemiyor. Bir yandan, divan şiirindeki nazım türlerinde kendine yer edinen hissiyat ve zirveye çıkan söz işçiliği üzerinde düşünüyorum. Burada, âyet-i kerimedeki “… türlü türlü açıklıyoruz” nüktesine binaen, beyana en üst seviyede değer verildiğini görüyoruz. Bir yandan ise, doğrudan ifadenin üretildiği, dolayısıyla somut ve anlatıma yaslanan halk şiirinin dayanak noktalarını anlamaya çalışıyorum. Şiirin neşet ettiği iklim, zaman, insan unsuru, kavrayış, bilincin aktığı diğer söz mecraları hep aynı cümleden. Bu geniş manzarada menzil nereye varır, Allah bilir. Bunlar, yolda anlattıklarım kabilinden.



Şiirin yanında bazı dergilerde düzyazılarınıza da rastlıyoruz. Şair için nesrin önemi nedir sizce?


Nesir, şairin zihin haritasıdır denebilir. Düşünce dünyasının iklimi, fikir kaynakları, menzilleri, hudutları ve gayesini, daha kolay tespit edebilirsiniz. Bu fark ediş, şair için de geçerli. Çünkü nesir yazarken, kendinizi çözümlersiniz.



KLASİK DÖNEMİ KONUŞMAK KOLAY DEĞİL


Son yıllarda, dergilerde şiirlerine rastladığımız kadın şairlerin sayısı arttı diyebiliriz. Bu durumun edebiyatımıza etkileri hakkında ne söylemek istersiniz? Günümüz edebiyatından veya geçmişten takip ettiğiniz kadın şairler kimler?


Kadın şairin, fıtratından getirdiği bir imkânı var: ayrıntı, gözlem gücü ve bu ikisini duyguyla buluşturabilme kolaylığı. Günümüzün kadın şairlerinin, buradan kuvvet alarak eşyadaki anlamı açığa çıkaran dikkatini, bilhassa önemli buluyorum. Yakın döneme baktığımızda ise, Didem Madak şiirinin değerli ve yol açıcı bir örnek olduğunu görüyoruz. Annelik idraki ve mütevekkil tavrı da, şiirimize alan kazandırmasıyla mühim. Eskilerin deyişiyle “Kalbi dakik, nazarı müdakkik.” bir diğer isim: Gülten Akın. Elbette sayabileceğimiz nice kıymetli imza var. Ruh akrabalığı kurabildiklerimi anıyorum sadece. Klasik dönem için, konuşmak kolay değil doğrusu. Çünkü eserlerin hepsinden haberdar değiliz. Ama ilk anda, imparatorluk döneminin tınısını yakaladığımız Mihri Hanım'ın; tarihi kaydetme iştiyakıyla Leyla Hanım'ın; geçiş dönemine rağmen tutunduğu gazelleriyle Nezihe Hanım'ın, Türk şiirinin canına can kattığını ifade edebiliriz. Üçünün de şiirindeki coşku ve akıcılık, okuru hemen yakalıyor. Temennimiz, Türk edebiyatı ve düşünce tarihini taşıyan birikimimizin, günümüze kazandırılması.



Kitabın künyesi:


Yolda Anlatırım


Emel Özkan


Profil Yayınları


2016


80 sayfa


#Emel Özkan
#Şiir
#Kadın
8 yıl önce