|

Katar Körfez’de krizi yönetebilir

Katar, Körfez'in ortasında, tüm çevresiyle ailevi ve sosyal bağlara sahip, Sünni bir ülke olarak bu krizi yönetebilir. Bununla birlikte bölgedeki pekçok ülkeye siyasi ve ekonomik yardımlarda bulunan Katar’ın dış politikada yalnızlaştırılması kolay olmayacaktır. Bu nedenle, kriz patlar patlamaz, Türkiye, Kuveyt, Umman ve Pakistan başta olmak üzere pekçok devlet devreye girdi.

Yeni Şafak ve
04:00 - 15/06/2017 Perşembe
Güncelleme: 07:03 - 15/06/2017 Perşembe
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Betül Doğan Akkaş- DOHA/KATAR

Geçen haftanın ilk gününe Katar’la diplomatik ilişkilerini kesen ülkelerin isimleriyle uyandık. Peki Katar bu yoğunlukta bir izolasyona maruz kalmadan önce bölgesel anlamda nasıl bir dış politika geleneği oluşturmuştu? Bu soru önemli zira mezkur krizin yönetilmesine dair ipuçları Katar’ın dış politika kodlarında bulunabilir. Arap coğrafyasından Osmanlı’nın çekildiği 20. Yüzyılın başlarında diğer Arap ülkelerinden farklı olarak Katar, hem Osmanlı yönetimiyle hem İngilizlerle ilişkilerini aynı anda yürütmeyi başarmıştır. Aslında Katar’ın başarılı diplomasisinin temellerini bu erken dönem bağımsızlık sürecine dayandırmak mümkün; birden fazla aktörle başarılı iş birliği yürütmek. Kurumsallaşma ya da devletleşme süreçlerinden çok rejimlerin güvenliğinin her türlü dış politika önceliği veya ilkeden önemli olduğu Körfez coğrafyasında bölgesel veya küresel aktörlerle kurulan ilişkiler veya ittifaklar genelde gri alan bırakmayacak kadar keskin biçimde olur. Ancak Katar bu bölgenin istisnai sayılacak bir aktörüdür. Zira rejim güvenliğinden ziyade kurumsallığa önem veren ve bölgenin hassasiyetlerini de dikkate alan bir devlet profili çizen Katar’ın küçük bir ülke olmasına rağmen diplomasi sanatında mahir olduğu ifade edilebilir.

Önceleri ekonomileri inci avcılığı ve ticarete dayanan Körfez ülkeleri, petrolün çıkarılması ile gerçek refahlarına kavuşmaya başlamıştır. Katar 1971’de bağımsızlığını ilan ettiğinde daha önce İngilizlerin ve Osmanlıların siyasal olarak muhatap aldığı El Sani ailesi ülkenin yasal yöneticileri olmuştu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Katar doğalgaz rezervlerinden gelir elde etmeye başlasa da ülkenin altyapı, sosyal ve siyasi gelişimi 1995 yılında Şeyh Hamad’ın tahta geçmesiyle başladı. Şeyh Hamad, babası Şeyh Halife, yurt dışında iken kansız ve şiddetsiz bir saray darbesi yaptarak zaten büyük oranda elinde tuttuğu Katar yönetimini resmen devralmıştı. 1996’da Suudi Arabistan destekli bir karşı darbe girişimi olsa da Katar, 1995’ten günümüze kadar bağımsız kalmaya çalışarak barış ve toplumsal refahı önceleyen bir düzen oluşturmaya çalıştı. 2013 yılında Şeyh Hamad sağlık sorunları nedeniyle tahtı oğlu Emir Tamim’e devretti. Emir Tamim de pek çok Ortadoğu lideri gibi Sandhurst Kraliyet Askeri Akademisi'nden mezun olup babası gibi Katar’ın çok yönlü bir iç ve diş politika uygulamaya devam etti.

İPLER NE ZAMAN GERİLDİ?

23 Mayıs’la başlayıp, 5 Haziran’da açığa çıkan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Katar’a karşı başlattığı ve kısa zamanda yeni tarafların eklenmesiyle büyüyen kriz aslında 2011 Arap Baharı'ndan bu yana şişen bir balonun patlaması. Katar, uluslararası ilişkilerde küçük devlet olarak tanımladığımız, nüfus olarak ortalama bir milyondan az, küçük bir coğrafyaya yayılmış ve siyasal etkisi sınırlı ülkeler arasında sayılmaktadır. Fakat diğer küçük devletlerde de görüldüğü gibi, Katar bu fiziksel sınırlamaları aşıp belli alanlarda kendine özgün bir siyaset edindi. Çatışma çözümlerinde edindiği arabulucu rol ve El Cezire kanalı ile bölge endeksli haberlerin yapılmasını ve dünyaya bölgenin doğru aktarılmasını hedefleyen küresel odaklı medya projesi gibi etkinlikler Katar’ı bölgede öne çıkardı.

2011 yılında Arap Baharı başladığında Şeyh Hamad görevdeydi ve Tunus, Mısır, Suriye ve Libya’daki Müslüman Kardeşler'in merkezde olduğu devrimler dalgasına karşı çıkmadı. Özellikle El Cezire’nin Tahrir meydanından yaptığı yayınlar, bölgeyi takip etmek isteyen uzmanların fikirlerini etkileyen kilit bir role sahipti. Bu devrimci hareketleri aynı zamanda kendi rejimlerini tehdit eden bir dalga olarak algılayan bölge ülkeleri, Katar’ın medya ve politika araçlarıyla, sürece etki etmesini de bu tehdidin en önemli boyutu olarak gördü. Körfez'deki Katar krizinin kökeni mercek altına alındığında bu sorunun belki de en önemli gerginlik sebebi olduğu anlaşılacaktır. Dolayısıyla gerçek bölgesel dinamikleri yok saymayan ve Ortadoğu toplumlarının çoğunluğunun talep ve hassasiyetlerini dikkate alan küçük bir ülke konumundaki Katar ile meşruiyet sorunları nedeniyle rejim güvenliği için her türlü kirli ittifaklar kurmayı ve kan dökmeyi göze alabilen Körfez'in baronları konumundaki Suudi Arabistan ve BAE arasında öncülüğündeki ittifakın arasındaki kavga gerçekten çok zor ve sofistike bir kavgadır. Zira Trump ve İsrail’in de desteğiyle boğmaya çalışılan Katar, beklenenin aksine bu iki unsur sayesinde bölgede daha fazla toplumsal destek elde edebilir.

Bunun yanı sıra Arap Baharı sürecinde, Körfez ülkelerinden yalnızca Bahreyn’de bir ayaklanma oldu ve Katar bu meselede, KİK ülkeleri ile ortak hareket edip, Bahreyn Kraliyet ailesini destekledi. Yemen’de Arap Baharı süreciyle başlayıp 2014’te tırmanan ve iç savaşa evrilen siyasi sıkıntılarda da Katar, KIK ülkelerinin politikalarına destek verdi ve Yemen’e asker gönderdi. Hem kendi çizgisini koruyup hem yakın komşularıyla iş birliğine devam etmek isterken Katar, KİK ile uyumlu olmasına rağmen Müslüman Kardeşler üzerinden sıkıştırılmaya çalışıldı. Buna, El Cezire’nin defalarca KİK ülkelerinde sınırlamaya maruz bırakılması ve hedef tahtası haline getirilmesi eklendi. Öyle ki bu yıl aralık ayında Bahreyn’de gerçeklesen 37. KİK zirvesine El Cezire’nin girmesi yasaklandı.

  • Katar fiziksel sınırlamaları aşıp belli alanlarda kendine özgün bir siyaset edindi. Çatışma çözümlerinde edindiği arabulucu rol ve El Cezire kanalı ile bölge endeksli haberlerin yapılmasını ve dünyaya bölgenin doğru aktarılmasını hedefleyen küresel odaklı medya projesi gibi etkinlikler Katar’ı bölgede öne çıkardı.
ABLUKA TARİHE GEÇTİ

ABD Başkanı Donald Trump’in 20 Mayıs’ta ilk yurt dışı gezisi olarak Suudi Arabistan’ı tercih etmesi ve Arap ve İslam liderleri Zirvesine katılmasının ardından Katar konusunda düğmeye basılması zihinleri netleştirdi. Her şey tam olarak bu görüşmelerden sonra başladı ve 23 Mayıs’ta Katar Ulusal Haber Ajansı heklendi. Heklenen sitede, Emir Tamim’in İran ve İsrail yanlısı gösterildi. Bunun bir siber saldırı olması aşikâr olduğu halde S. Arabistan ve BAE, Katar medyasını ülkelerinde yasakladılar. 5 Haziran sabahı bu diplomatik kriz, ete kemiğe büründü ve S. Arabistan , BAE, Yemen, Mısır, Libya Geçici Hükûmeti ve Bahreyn Katar’la teröre destek verdiği nedeniyle diplomatik ilişkileri askıya aldı.

Aslında 2014 yılında Katar’ın Müslüman Kardeşler'le olan bağı nedeniyle yine bir diplomatik kriz olmuş ve S. Arabistan ve BAE Doha büyükelçiliklerini geri çağırmışlardı. Ancak bu kez durum daha da ileriye gitti ve Katar’ın kara ve deniz sınırları da kapatıldı. Katar’ın tek kara sınırı S. Arabistan ile olması nedeniyle bu karar bir çeşit abluka olarak bölge tarihine geçti.

KÖRFEZ İŞBİRLİĞİ KONSEYİ (KİK) VE KATAR KRİZİ

Yaşanan bu krize 6-7 Haziran’da Maldivlerin, Moritanya’nin ve Ürdün’ün de eklenmesi çemberi daralttı fakat bundan yalnızca Katarın etkilenmediği apaçık ortada. KİK ülkeleri başarıları ve güvenlik sıkıntıları birbirine oldukça yakın, kabile sistemi nedeniyle ortak ailelere ev sahipliği yapan aynı siyasal rejime sahip 6 ülkeyi içeriyor. Buna rağmen, S. Arabistan vatandaşlarının Katar’da ikamet ediyorlarsa, 2 hafta içinde ülkelerine dönmelerini; Suudi Arabistan sınırlarında yasayan Katarlıların da aynı süre içinde Katar’a dönmelerini talep etti. KİK’in iş birliği teşkilatı olmaktan AB modeli gibi bir birlik olmasının konuşulduğu günlerden sınır dışı edilmelere geçilmesi konseyin oldukça ani ve sert bir şekilde hedeflerinden uzaklaşmasına neden oldu. BAE, Katar sempatisi taşıyan herhangi bir sosyal medya içeriğinin cezalandırılacağını belirtmesi de bu işin toplumsal boyutunun kontrol altına alınması yönünde bir panikleme göstergesi. Bu sorunun Katar yerine kendi aleyhlerine dönüşme noktasında bir kaygı olduğu ifade edilebilir. Katar Havayolları’nın lisansı da onu cezalandıran Körfez ülkelerinde iptal edildi ve bu Katar’ın havayolu rotasını İran’a taşımak mecburiyetinde bıraktı. Bu nedenle, Katar Dış İsleri Bakanı Muhammed Bin Abdulrahman El Sani, El Cezire’ye verdiği demeçte, olayların böyle tırmanmasının ve bu noktaya gelmesinin ardındaki nedeni anlayamadıklarını; bu tutumun gerçek dışı ve gerekçesiz olduğunu söyledi.

David Hearst’in 7 Haziran’da Middle East Eye’da çıkan yazısında da belirttiği gibi, S. Arabistan ve BAE “başlarından büyük işlere” mi kalkıştılar? Hearst, geçtiğimiz haftadan itibaren yaşanan olayları, Suudi Arabistan’ın “yanlış bir stratejik hesaplaması” olarak değerlendiriyor. Bu görüş gerçekle örtüşüyor mu? Pek çok noktada, evet cevabını verebiliriz. Öncelikle, Katar’ı izole etmek ve İran tarafından desteklenen, kardeş ülkeleri tarafından dışlanan bir konuma koymak sürdürülebilir bir politika değil. Katar, Körfez'in ortasında, tüm çevresiyle ailevi ve sosyal bağlara sahip, Sünni bir ülke olarak bu krizi yönetebilir. Bununla birlikte bölgedeki pek çok ülkeye siyasi ve ekonomik yardımlarda bulunan Katar’ın dış politikada yalnızlaştırılması kolay olmayacaktır. Bu nedenle, kriz patlar patlamaz, Türkiye, Kuveyt, Umman ve Pakistan başta olmak üzere pek çok devlet devreye girdi.

KRİZ TOPLUMSAL RAHATSIZLIK OLUŞTURDU

İkinci olarak, yaşanan bu durum Katar’da ve diğer Körfez ülkelerinde ciddi bir toplumsal rahatsızlık oluşturdu. Bunu sosyal medyadan da görmek mümkün ancak bölgeden arkadaşlarım ve meslektaşlarım ile yaptığım görüşmelerde bu rahatsızlığın gerçekliği konusunda daha fazla ikna oldum. Katarlı bir meslektaşım, bu kriz nedeniyle önümüzdeki Ramazan Bayramı'nda, ailesinin diğer kolunun ikamet ettiği BAE'ye gidemeyeceklerini ve belki de bir süre bölge ülkelerine dağılmış akrabalarını göremeyeceklerini söyledi. Bu durum, Körfez toplumunun temel yapısının hasar göreceğine işaret etmektedir. İnsanların ulusal kimlikleri ve bağlılıkları olsa da, bölgenin köklü kabile geleneği, kimlikleri ve bağlılıkları sınırlar-arası hale getiriyor. Mesela biri Katar vatandaşlığına sahipken, 1971’de BAE'de ya da S. Arabistan’da olan bir yakın akrabası başka bir vatandaşlığa sahip olabilir. Körfez geleneğinde bu durum, birini asla temeldeki kabile bağından koparmaz ve bu ulusal-uluslararası kimlik bağı güçlü bir şekilde devam etmektedir.

O nedenle, ikinci görüşmemi yaptığım meslektaşım, Suudi Arabistan’daki kardeşlerinden böyle bir saldırıya maruz kalmayı beklemediklerini ve Katarlıların meseleye daha olumlu baktıklarını söyledi. Üçüncü görüşmemi yaptığım meslektaşım, Katarlılar için bu krizin kısa zamanda çözülmesi beklenen bir siyasi anlaşmazlık olduğunu ve halkın Emir Tamim’i desteklemek üzere birleştiklerini; medyada gösterilenin aksine yerel halkın gıda güvenliği nedeniyle panik yaşamadığını söyledi. Yukarıda da belirtildiği gibi, gıda güvenliği daha çok yabancıların ön plana çıkardığı ve yerel grubun sakin karşıladığı bir durum. Üçüncü meslektaşım, BAE'de takip ettiği sosyal medya hesaplarının Katar’a ve politikalarına karşı çok sert ve tepkisel tutum sergilediklerini fakat Katar’da yaşanan bu duruma rağmen toplumsal sağduyunun devam ettiğini vurguladı. Bu olumlu yaklaşım oldukça doğru çünkü yalnızca sosyal medyada halkın yazdığı ifadeler değil, Katar resmi yetkilileri de yaptıkları açıklamada yerel halkın ve yabancı oturum sahiplerinin herhangi bir gıda sorunundan etkilenmeyeceğini ve gerekli önlemlerin alındığını duyurdular. Şahsıma ulaştırılan ve sosyal medyada Katar süpermarket zinciri Al-Meera’nin paylastigi resimlerde görüldüğü üzere reyonlar dolu.

#Katar
#Körfez
#Kriz
7 yıl önce