|

Kitaplara postmodern darbe

1930’lu yıllardan günümüze kadar kütüphaneler ve devlet kurumlarındaki sayısız kitap ve belge kıyıma uğradı. Son büyük talanın örneği ise 28 Şubat sürecinde İstanbul Üniversite Kütüphanesi’nde yaşandı. Üniversitenin Nadir Eserler Kitaplığı ve seminer kitaplıklarından binlerce nadir eser çöpe atıldı.

Yeni Şafak ve
04:00 - 11/02/2016 Perşembe
Güncelleme: 21:37 - 10/02/2016 Çarşamba
Yeni Şafak

Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar yaşanan kitap ve belge talanıyla ilgili dönem dönem haberler yapıldı, kitaplar yazıldı. Kütüphaneler ve kamu kurumlarında hafızamızı oluşturan kitap ve arşiv belgelerinin rutubetli satıldığı, çöpe atıldığı konuşuldu. Arşiv talanının en çok konuşulan örneği, 1931 yılında Osmanlı arşivlerinin ihale usulüyle hurda kâğıt olarak satışa çıkarılması ve bunların vagonlarla Bulgaristan'a taşınmasıydı. Bu ilk örnekten günümüze kadar başta Milli Kütüphane olmak üzere, birçok kütüphane ve kurumda kitaplar, belgeler rutubetli depolarda çürümeye terkedildi, çöpe atıldı, satıldı. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nden özellikle 28 Şubat sürecinde hurdacılara, oradan da sahaflara kitap ve evraklar döküldü. Üzerlerinde eski harflerle Darülfünun, yeni harflerle İstanbul Üniversitesi mühürleri olan yüzlerce kitap yıllardır elden ele dolaştı. Bunlarla ilgili dönem dönem haberler yapıldı ancak talanın boyutu tam olarak bilinmiyordu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Atatürk Kitaplığı'nın müdürü Ramazan Minder, İstanbul Belediye başkanı Kadir Topbaş'ın sağladığı finansla bu kitaplardan 4 bin 500 kadarını kolleksiyonerlerden satın alarak, Taksim'deki Atatürk Kitaplığı'na kazandırdı. Araştırmacı gazeteci Murat Bardakçı, bu olayı 10 Ocak 2016 tarihli Habertürk'teki köşesine, “Abdülhamid'in kütüphanesi 28 Şubat'ta çöpe atılmış!” başlığıyla taşıyınca, kitap ve evrak katliamı yeniden gündeme geldi.



DEPOLAR KİTAP DÜŞMANLIĞINA İSYAN ETTİ


Prof. Dr. İsmail Kara'nın, Derin Tarih dergisinin Ocak 2016 sayısındaki yazısı da bu konuyla ilgiliydi. Ankara Milli Kütüphane'de yaşadığı bir olaydan hareketle Türkiye'deki kitaba ve belgeye karşı duyarsızlığa dikkat çeken Kara, gazetelerde çıkan; “Türkiye'nin belleği konumundaki Milli Kütüphane'nin depolarından, bugüne kadar çürümeye terkedildiği anlaşılan 346 bin eser çıkarıldı. Koleksiyon, aralarında Atatürk Belgeliği, Türk Ocağı tarafından 1976'da kütüphaneye bağışlanan 40 bin kitaptan ve yüzlerce Osmanlıca eserden oluşuyor” şeklindeki haberi, “Depolar, çuvallar, sandıklar bu vurdumduymazlığa, bu kitap- kültür düşmanlığına, bu bürokrasi bataklığına isyan etti, patladı” şeklinde yorumluyordu. Yazısında, İstanbul Üniversitesi kütüphanelerinin depolarından hurdacılara ve sahaflara dökülen kıymetli kitaplardan da bahseden Prof. İsmail Kara, aralarında Ahmet Hamdi Tanpınar, Abdülbâki Gölpınarlı, Babanzâde Ahmet Naim gibi değerli hocaların da yer aldığı üniversite personelinin özlük dosyalarının, yazışmaların, mektupların nasıl hurdacıya gittiğini ve bunların kadir kıymet bilen bir sahaf ve o dönem Türk Tarih Kurumu'nun başkanlığını yapan, kitap aşığı Ali Birinci hoca tarafından Türk Tarih Kurumu'na nasıl intikal ettirildiğini yazıyordu.



ABDÜLHAMİD'İN 300 CİVARINDA KİTABINI KURTARDIK


Prof. Kemal Alemdaroğlu'nun rektörlüğü sırasında talan edilen İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki binlerce kitaptan 4 bin 500 kadarını toparlayıp kendi kütüphanesine kazandıran İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı Müdürü Ramazan Minder, “Arşivler, kurumların ve milletlerin hafızasını oluşturur. Arşiviniz varsa geçmişe dair bilginiz, birikiminiz oluyor ve onu geleceğe taşıyabiliyorsunuz. Eğer arşiviniz kaybolduysa hafıza kaybına uğruyorsunuz. Gelecekle ilgili tasavvurunuz da olmuyor” diyor. Kaynaklarını zenginleştirmek, daha nitelikli eserlere sahip olmak, daha çok araştırmacıyı kütüphanelerine çekmek için birkaç yıldır sahaflardan, müzayedelerden ve kolleksiyonerlerden nadir eser alımları yaptıklarını söyleyen Minder, kıyıma uğrayan kitapları alım sürecini şöyle anlatıyor: “2015 yılı içerisinde İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ne ait olduğunu öğrendiğimiz büyük bir kolleksiyonla karşılaştık. İncelediğimizde içerisinde çok nitelikli eserler olduğunu gördük. Abdülhamid'e ait olan ve üzerinde Darülfünun damgası olan kitaplar vardı. Bir fiyat takdiri sonucunda Abdülhamid'e ait 300'ün üzerinde kitabın da içinde olduğu 4 binin üzerindeki kitabı satın aldık ve Atatürk Kitaplığı'nın koleksiyonuna kattık.” Satın aldıkları kitapların Fransızca, Almanca, İtalyanca, Yunanca gibi değişik dillere ait eserler olduğunu söyleyen Ramazan Minder, İstanbul Üniversitesi'nin seminer kütüphanelerinden de birkaç kamyon kitabın kaybolduğunu, toplam rakamın 10 bin civarında olduğunun tahmin edildiğini aktarıyor.



DARÜLFÜNUN DAMGALI KİTAPLAR PİYASADA HEP VARDI


İstanbul Üniversitesi kütüphanelerinden çöpe atılan, sahaflara düşen kitaplarla ilgili haberlerin dönem dönem medyaya yansıdığını belirten Ramazan Minder, “Özellikle 1997- 2000'li yıllara tekabül eden dönemde İstanbul Üniversitesi seminer kitaplıklarının kapatılması neticesinde buradaki kitapların depolanması, daha sonra Halkalı'daki başka bir depoya nakledilmesi aşamasında bilinçli veya bilinçsiz birçok kitabın piyasaya çıktığını, sahaflara düştüğünü biliyoruz. Bunu o dönemde üniversitede akademisyen olarak çalışan hocaların beyanatlarından anlayabiliyoruz” diyor. Son alımdan önce değişik zamanlarda başka kolleksiyonerlerden ve sahaflardan da yine Darülfünun'a ait kitaplar satın aldıklarını belirten Minder, “Bunlar belki sayısal olarak azdı ama demek ki birçok sahafta bu kitaplar bulunabiliyor. Nadir eser dediğimiz kitapların sahaflara, müzayedelere, kolleksiyonerlerin eline düşmesi normalde mümkün olmaması gerekir. Fakat sadece kitaplar değil, aynı zamanda İstanbul üniversitesinde hocalık yapmış birçok profesörün kişisel dosyalarının da sahaflara intikal ettiğini biliyoruz. Hatta biz bu kolleksiyonla da ilgilenmiştik fakat o zaman Türk Tarih Kurumu başkanı olan Ali Birinci hocamız bunları satın alarak Türk Tarih Kurumu kütüphanesine kazandırmıştı. 300'den fazla hocanın özlük dosyalarından bahsediyoruz. Nihayetinde bunlar kitap değil özlük dosyaları ki bu kişisel dosyaların da 100 yıl saklanması gerekir. Bunlar çöpe atıldığına göre o nadir eserlerin, kitapların önemsiz görünerek atılmış olmasını da bu manada anlamış oluyoruz. Aslında bunlara çok da ciddi bir önem verilmemiş olduğunu görüyoruz.”







Arşiv ve kitap talanıyla ilgili en kapsamlı çalışmalardan birini yapan araştırmacı yazar Rıfat Bali, “Bir Kıyımın, Bir Talanın Öyküsü” adlı kitabında Türkiye'nin geçmişinin nasıl yok edildiğini, hafızasının nasıl silindiğini belgelerle ortaya koyuyor. Bali'ye göre 1930'larda başlayan talan, halen devam ediyor: “Hikaye 1930'larda başlıyor. Osmanlı arşivlerinin kiloyla atılması, satılması, Bulgaristan'a gitmesi, yolun yarısında farkedilip bir kısmının geri alınması sonra Bulgaristan'dan mikrofilmler halinde bunların satın alınması. En bilinen hikaye bu. Ama bu işte bilinmeyen, gözden kaçan nice hikayeler var. Mesela 12 Eylül darbesinden sonra siyasi partilerin arşivi yok oldu. Hepsi toplandı bir kısmı SEKA'ya gitti, bir kısmınınsa ne olduğu bile bilinmiyor. Başka kurumlar var, Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, sendikalar var. TRT'de, Sayıştay'da, vakıflarda kıyım yaşandı. TBMM'de vatandaşın yolladığı dilekçeler atıldı, imha edildi.” Araştırmacı yazar Bali, bütün bunların nedenini de Türkiye'de bilginin/ araştırmanın önemsenmemesi ve arşiv muhafaza etme zihniyetinin olmamasıyla açıklıyor. Talanların kasıtlı olarak yapıldığına inanmadığını belirten Bali, her şeyin cehaletten, duyarsızlıktan, kıymet bilmezlikten kaynaklandığını söylüyor: “Eski evrak neye yarar at çöpe diyor. Bakış açısı bu. Arşiv yönetimi diye bir şey var. Arşiv müdürlüğü diye bir birim ve orada çalışan insanlar var. İşten anlamayan insanları koyarsan o, en değerli esere eski kağıt diye bakar ve atar. İnsan faktörü önemli. Konya'da Yazma Eserler Kütüphanesi'nde yaşanan olay var. Hurdacı, atılan kitaplara bakıyor ve işine yarar diye sahafa götürüyor. Neticede bu işi kurtaran da insan, öldüren de insan. Anlamıyor, anlamadığı için de katlediyor. Anlayan duyarlı insanlar da kurtarıyor.”







Arşiv ve kitap talanının çok çeşitli boyutları olduğuna dikkat çeken Rıfat Bali, yaşanan fecaati şöyle anlatıyor: “Aileler de bu konuda bilinçli değil. Atalarından, babalarından kalan evrakları, okuyamadıkları için çöpe atıyorlar. Her ne kadar gazetelerde bu konuda haberler çıksa da yine anlamıyor, atıyorlar. Piyasada böyle bir sürü evrak dolaşıyor. Özelleştirme yapıldığında bir çok kurumun arşivleri yok oldu. Eski yazı kitapları olduğunda bunlar nedir, kimse bir şey anlamaz diye attılar. Ya da tek parti döneminde eski yazıdan korktular, kitapları, evrakları gömdüler. Bu durumdan azınlık cemaatleri de nasibini aldı. Onların arşivlerini de attılar, sattılar, çaldılar. Basit bir örnektir. Azınlık cemaatlerinin kendi dillerinde yayınladıkları gazeteler vardı. Türkiye'de bunların tam koleksiyonları ya hiç yoktur, ya da çok azdır. Kütüphaneci anlamıyor o lisanı ve atıyor deponun bir tarafına. Orada çürüyor, yok oluyor. Yurt dışına satılan Evrak-ı Metruke dediğimiz özel arşivler, evraklar var. Bunlarla ilgili çok büyük bir koleksiyon Hollanda'da Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü'nde bulunuyor.”



ÜNİVERSİTEDEKİ TALAN ŞOVENİZMDİR


Rıfat Bali, İstanbul Üniversitesi'nde yaşanan kitap ve özlük dosyaları talanının 28 Şubat'la fazla ilintili olduğunu zannetmediğini söylüyor ancak bu olayı cehalet ve şovenizmle açıklıyor: “Bunu emreden, yapılsın diyen insan, kitaptan ve hiç bir şeyden anlamıyor demektir. O bir şovenizmdir, çılgınlıktır. İktidarla aynı görüşü paylaşmıyor olabilirsiniz, tamamen zıt olabilirsiniz, hasım olabilirsiniz ama kitap kitaptır. O başka bir şey. Kendi içinde bir görüş barındırır ama orada bin sene kalacaktır ve insanlar ondan faydalanacaktır.”



Türkiye'de belge ve kitap kıyımının devam ettiğini ancak, kurtarmaya yönelik de çok büyük gayretlerin olduğunu belirten Bali, “Artık eskisi gibi değil, kütüphanelerin elinde imkanlar var. Teknoloji de var. Onu kullanıp kurtarmaya çalışıyorlar” diyor.







İlk arşiv kıyımı


Arşiv talanının en bilinen örneği 1931 yılında Osmanlı arşivlerinin ihale usulüyle hurda kağıt olarak satışa çıkarılmasıdır. Bir tüccar ihaleyi kazanır ve bu arşivin Bulgaristan'a trenlerle sevkiyatı için düğmeye basılır. O sıralarda İsmail Hakkı Konyalı, Son Posta gazetesinde muhabirdir. Haberi alınca peşine düşer ve konunun uzmanlarını haberdar eder. Ancak bu arada 2,5 milyon civarındaki evrak, 3 kuruş 10 para gibi bir bedelle hurda kağıt olarak Sirkeci'den vagonlara yüklenmiş ve Bulgaristan'a gitmiştir. Bütün bunlara rağmen güzel şeyler de yaşanır. Bulgaristan konsolosluğunda çalışan bir memur daha önce bu arşivlerde çalıştığı için gönderilen kağıtların hurda kağıt değil, arşiv malzemesi olduğunu Bulgaristan hükümetine bildirir. Bulgaristan Hükümeti de Sofya tren istasyonuna gelen Osmanlı arşivlerini alarak milli kütüphanelerine kazandırır. Netice itibarıyla evraklar yok olmaktan kurtulur. Daha sonra Türkiye parasını ödeyerek bunların mikro filmlerini geri alır. İlk sevkiyattan sonra Muallim Cevdet gibi önemli kişilerin girişimleri sonucunda Bulgaristan'a kağıt satışı durdurulur. Hükümet bir genelge yayınlayarak bu teşebbüsünden vazgeçtiğini bildirir. Geri kalan arşiv İstanbul'da muhafaza edilir. Bugün Osmanlı arşivleri denilen arşivlerin temelini bu arşivler oluşturur.



Yağmadan kurtulur talana tutulur


28 Şubat sürecinde kitap kıyımına sahne olan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nin Nadir Eserler Bölüm, Abdülhamid'in özel kütüphanesidir ve çok değerli kitapları barındırır. 31 Mart ayaklanmasında Yıldız Sarayı basılır ve yağma yaşanır. Kütüphaneyi de yağmalayacakları sırada bir kahraman ortaya çıkar. Kütüphanenin hâfız-ı kütübü Sabri Kalkandereli, kapının eşiğine yatar ve “Benim cesedimi çiğnemeden içeri giremezsiniz” der. Askerler durur çünkü Sabri Kalkandereli, Mustafa Ruhi Efendi isimli şeyhin oğludur. Hareket Ordusu'nun komutanı Mahmut Şevket Paşa da bu şeyhin mürididir. Askerler bu yüzden Sabri Kalkandereli'ye özel bir saygı gösterir ve girişim boşa çıkar. Böyle badireden geçmiş bir kütüphanedir Abdülhamid Kütüphanesi. 1925 yılında İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun İstanbul Üniversitesi rektörlüğü sırasında bu kütüphane Yıldız Sarayı'ndan İstanbul Üniversitesi'ne nakledilir. Sabri Kalkandereli de görevine orada devam eder. Kütüphane uzun yıllar bir ilim merkezi olarak hizmet verir ancak Prof. Kemal Alemdaroğlu döneminde bir talan yaşar. 1999 depreminde bina hasar görünce restorasyona alınır, senelerce apalı kalır. Buradaki kitaplar da alelacele başka yerlerdeki depolara nakledilir. Tam da o günlerde üzerinde üniversitenin damgası olan kitaplar piyasada elden ele dolaşır. Bu arada Edebiyat Fakültesi'nin seminer kitaplıklarının bazıları da yer sıkıntısı gerekçesiyle kapatılır, kitaplar kolilere doldurulup rutubetli depolara tıkılır.



Dışişleri'nin 'gizli' belgeleri hurdacıya gidiyor


*Rıfat Bali'nin, Bir Kıyımın Bir Talanın Öyküsü adlı kitabında ilginç bilgiler yer alıyor. İşte bunlardan bazıları:


*Dışişleri Bakanlığı'na ait 15 çelik kasa 1995 yılında ihaleyle hurdacıya satılıyor. Hurdacı kapaklarını bile açmıyor, 1998'de iki kasayı bir marketçi satın alıyor. Kilitli kasaları açtırınca içinden Dışişleri Bakanlığı antetli ve üzerinde 'gizli' ibareli belgeler çıkıyor. Kasaların bakanlıktaki yer darlığı nedeniyle, içlerine bile bakılmadan satıldığı anlaşılıyor.


*Türk Tarih Kurumu'nun bir dönem başkanı Uluğ İğdemir'di. O bir kısım evrakları evine götürmüş. Ölümünden sonra uhdesinde olan bütün evraklar ailesi tarafından çöpe atıldı. Bunlar müzayedeyle ortaya çıktı. Türk Tarih Kurumu, parasını ödeyerek geri aldı.


*1961 Anayasası ile kurulan ve 12 Eylül 1980 darbesine kadar faal olan Cumhuriyet Senatosu'nun bütün tutanakları SEKA'ya gönderildi. Diyanet İşleri Başkanlığı 1965 yılında Kocatepe Camii yanındaki binaya taşınırken bazı yetkililer, “Yeni binaya eski evrak yakışmaz” diyerek arşivdeki evrakın bir kısmını SEKA'ya gönderdi.


*Askeri yönetim, 1980 öncesi vatandaşlar tarafından Meclis'e gönderilen bütün dilekçe metinlerini ve mektupları imha etti.


*1985'te özelleştirme programına alınan 179 Kamu İktisadi Teşebbüsü'nden sadece dördü arşivlerini Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'ne devretti. Bugün PTT ve TEKEL'in arşivlerinin akıbeti meçhul. Dolmabahçe Sarayı'na ait olan ve 40 çöp konteyniriyle 216 naylon torba içinde bulunan belgeler 2008'de son anda imha edilmekten kurtuldu. Aralarında Atatürk'e Fransız bir makinist tarafından suikast düzenleneceği bilgisinin yer aldığı belge de mevcuttu.


*Milli kütüphede 350 bine yakın kitap kilo hesabıyla satıldı. Nedeni, satılanların çok büyük bir kısmı yabancı dilde olmasıydı. Latince, Rumca, Ermenice, İbranice. Okuyamadıkları için depoda yer işgal ediyor, kurtlanıyor diye atıyorlar.







*İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nden çöpe atılan kitaplar arasında Alman İmparatoru 2. Wilhelm'in Sultan Abdülhamid'e hediye ettiği ciltli kitaplar, Louis Büchner'in meşhur kitabının Fransızca tercümesi Force et Matiere'nin Paris 1894 baskısı, Osmanlı Tebaası Araplara Türkçe öğretmek için yazılmış ve 1877 yılında Beyrut'ta basılmış eserlerden Kitabu't-Tuhfeti'l- Lübnaniyye fi Usuli'l- Lugati'l- Osmaniyye, kıymetli yazmaların mahfazaları, iç kapaklarında Darülfünun ve İstanbul Üniversitesi damgalarını taşıyan ve bazıları on binlerce lira değerindeki binlerce nadir eser bulunuyor.



#Kitaplara postmodern darbe
#Derin Tarih dergisi
#Rıfat Bali
#Kemal Alemdaroğlu
#Uluğ İğdemir
8 yıl önce