|

Körfez krizini Filistin üzerinden okumak

Katar’ın, İran ile ilişki kurmasını ihanet olarak tesmiye eden BAE, İran’la 20 milyar dolar hacmindeki ticaretiyle, ihanet olarak addettiği ilişkinin en güçlü halkasını teşkil etmekteydi. Aslında BAE’nin, Suudi ve Katar’ı tokuşturarak bu süreçten en güçlü ülke olarak çıkmak amacını taşıdığı da söylenebilir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/06/2017 Salı
Güncelleme: 07:12 - 13/06/2017 Salı
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Mustafa Güvenç-
Arap Dünyası Stratejik Araştırmalar Merkezi

Ortadoğu’da olup biten hadiseleri kavramanın zorunlu koşulu orijine Filistin’i yerleştirmeyi gerekli kılar. Filistin’in merkezde olmadığı değerlendirmeler eksik ve kusurlu olmaktan kurtulamazlar. Geçtiğimiz günlerde Katar ve Suudi Arabistan arasında vuku bulan krizin görünürdeki sebebi her ne kadar İran gözükse de perde arkasında Filistin’e uzanan derin bir boyutunun olduğu aşikâr. Mısır’daki askeri darbenin başarıya ulaşmasından sonra Arap ülkeleri (Arap Baharı'na kadar İsrail’i yok sayan) Filistin’i bir kenara bırakarak, İsrail ile ilişkilerini şaşırtıcı şekilde güçlendirdiler. Bu ilişki kısa sürede o kadar güçlendi ki İsrail’in eski Cumhurbaşkanı Şimon Peres geçtiğimiz senelerde KİK toplantısına görüntülü bağlanarak İran ile ortak mücadelenin stratejisini anlatacak raddeye geldi. Öyle ki The Economist dergisi Filistin’e sırt dönen Arapların bu yeni tutumunu kapağına taşıyarak hayretini ortaya koyacaktır. Esasında tarihsel bir adavetten dostluğa uzanan bu sürecin uzlaştırıcı aktörü Sisi yönetimi oldu. Sisi’nin göreve gelir gelmez ilk icraatı, Sina çölünde İsrail’e büyük sıkıntılar yaşatan Bedeviler’in İsrail’in telkiniyle temizlenmesi ve Gazze’yi dünyaya açan tünellerin yok edilmesi oldu. Sisi bu operasyonları Sina çölünde İsrail ordusu ile ortaklaşa gerçekleştirdi. Sisi’nin Gazze ve Hamas kindarlığı öyle bir dereceye geldi ki, Mısır istihbarat kurumları Sisi’ye rağmen Hamas yetkilileri ile görüşüp Mısır’ın Filistin hamiliğini hatırlatmaktan geri durmadılar.

ÇOK CEPHELİ
ÇOK BOYUTLU KRİZ

Sisi’nin İsrail irtibatları en uç seviyeye varırken, Suudi Arabistan’da ise o süreçte Kral Abdullah’ın ölümüyle olağan dışı gelişmeler yaşanacaktı. Kral Abdullah’ın ölümünden sonra tahta geçen Kral Selman’ın, atlattığı darbe teşebbüsü sonrası Suudi bürokrasisi ve yerleşik düzenini yeniden şekillendirmesi bölgede büyük umutlara yol açmıştı. Tahta geçtikten sonra Suudi politikalarında radikal değişimlere gideceğinin sinyalini veren Selman’ın ilk icraatı Yemen politikasında eski yönetime zıt yönde bir politika gütmek oldu. Bilindiği gibi Kral Abdullah Yemen’de İslami Hareket'e mensup Islah Partisi iktidarını tasfiye etmek uğruna Husi’lerle (dolayısıyla İran ile) işbirliği yapmıştı. Kral Selman ise seçilmiş iktidarı destekleyecek şekilde Yemen politikasını revize ederek Yemen müdahalesini başlatmıştı. Diğer taraftan bir suikast sonucu şehid edilen Kral Faysal’a hayranlığı ile bilinen Kral Selman, Faysal’a özenerek Kudüs’e de sahip çıkacağını aleni olarak duyurmuştu. Öyle ki Kral Selman aylar öncesinde hem Kudüs İslami Hareketi lideri Şeyh Raad Salah ile hem de Hamas lideri Halid Meşal ile ayrı ayrı görüşerek direnişin arkasında olduklarını deklare etmişti. Selman’ın bu ılımlı mesajları bununla sınırlı kalmayıp Müslüman Kardeşler’in üzerindeki baskıyı hafifleteceğine de işaret ediyordu. Hatta o süreçte Suudi Mısır ilişkileri, Sisi’nin BM’de gerçekleşen bir oylama esnasında Rusya tarafında yer alması sonucu gerginleşmiş, ve bunun sonucunda Suudi petrol şirketi Aramco Mısır’a petrol tedariğini bile durdurmuştu.

Peki ne oldu da Kral Selman’ın dış politikası baştan ayağı değişmişti? Aylar öncesinde Riyad’da liderini ağırladığı Hamas Direniş Hareketi’ni -Trump’ın eşliğinde gerçekleşen Arap Ülkeleri toplantısında- ne oldu da aniden terör örgütü olarak ilan etmişti? Aslında bu keskin değişimin en önemli karineleri Muhammed Bin Selman’ın Beyaz Saray ziyaretinde ve BAE Washington Büyükelçisi El-Uteybe’nin deşifre edilen mailindeki içerikte mevcut. Her şeyin iç içe geçtiği çok cepheli ve çok boyutlu bir kriz ile karşı karşıyayız. Biz yine de meseleyi Körfez ülkeleri ve ABD-İsrail bloğu olmak üzere iki cepheden ele almayı yararlı buluyoruz.

BİRLEŞİK ARAP
EMİRLİKLERİ’NİN KATAR KRİZİNDEKİ ROLÜ

BAE Ortadoğu ülkelerinde baş gösteren Arap devrimlerinin neredeyse tümünü manipüle ederek kaosa sürüklemekte başarılı olmuştur. Mısır’daki askeri darbenin organizasyonu, Yemen’de Husilerin desteklenmesi, Libya’da ABD tedrisli militan Hafter’in meşru hükümetin üzerine tebelleş edilmesi, Suriye’deki savaş ortamının uzatılması ve Maldivler’de seçilmiş hükümeti düşürüp bir diktatörün başa geçirilmesi gibi operasyonlar hep BAE kontrolünde gerçekleşmişti. Benzer hamleler Katar, Tunus ve Türkiye üzerinde denenmiş, fakat başarıya ulaşılamamıştı. BAE’nin kirli ilişkileri bununla sınırlı değildi. Kudüs İslami Hareket lideri Raad Salah’ın yardımcısı Kamal Al-Hatib’in paylaştığı bazı bilgiler BAE’nin Kudüs’ü İsrail’e nasıl peşkeş çektiğini aleni şekilde göstermekteydi. Al-Hatip ellerine geçen belgeleri paylaşarak BAE’nin Kudüs’te Müslümanlardan evlerini satın alıp İsrail’e ücretsiz verdiğini ifşa etmişti. El-Uteybe’nin deşifre edilen maillerindeki muhtevaya bakılırsa BAE’nin bu cüretkâr faaliyetlerini sırf parasal güce bağlamak bir hata olur. Tüm bu ameliyelerde ciddi bir İsrail istihbaratı ve ABD’nin müesses düzenin desteği olduğu belli olmaktadır. Nitekim Doha ile yaşanan krizden evvel BAE, ABD’deki lobi kuruluşları aracılığıyla Katar aleyhinde yüksek meblağda paralar harcayarak kara propaganda faaliyetine başlamıştı bile. Esasında bu süreçte Suudi Arabistan – BAE ilişkileri de bu derece güçlü değildi. Zira Katar’ı ABD medyasında şeytanlaştırma hamlesinden kısa bir süre öncesinde BAE, Yemen’de Ayderus Konseyi’ni Hadi hükümeti aleyhinde kışkırtıp devleti ikiye bölmek teşebbüsünden ötürü Suudi Arabistan’ın hışmına maruz kalmıştı. BAE işte tam da bu lahzada Suudi Arabistan’ın vahamet derecesine varan İran korkusu ve Müslüman Kardeşler’in monarşileri devirecek sosyal ve zihinsel kapasitelerini Katar’ın da ekonomik desteğiyle ciddi bir tehdide dönüştüğü şayiasıyla Suudi yönetimi üzerinde tesir sahibi oldu. Bu aynı zamanda Hamas ortak paydasında buluşan Katar ve İran’ı eş zamanlı cezalandırmak için bulunmaz bir argümandı. İşin ilginç yanı Katar’ın, İran ile ilişki kurmasını ihanet olarak tesmiye eden BAE, İran’la 20 milyar dolar hacmindeki ticaretiyle, ihanet olarak addettiği ilişkinin en güçlü halkasını teşkil etmekteydi. Aslında BAE’nin, Suudi ve Katar’ı tokuşturarak bu süreçten en güçlü ülke olarak çıkmak amacını taşıdığı da söylenebilir.

DİRENİŞİN SEMBOLÜ HAMAS
NEDEN HEDEF TAHTASINDA?

BAE’nin İsrail istihbaratı ve lobileri ile yürüttüğü işbirliğinin zorunlu bir dayatması da İsrail’e hayatını bezdiren Al-Mukavamma’nın (Direniş) başkenti Gazze ve dolayısıyla Hamas’ın bertaraf edilmesi olmaktadır. Al-Mukavamma bilindiği gibi Filistin Kurtuluş Örgütü çatısı altında Yaser Arafat liderliğinde başlamış ve İsrail’e en korkulu yıllarını yaşatmıştı. 80’li yıllarda İsrail FKÖ’yü tasfiye etmek için Tunus, Irak ve Lübnan’a askeri operasyonlar dahi yapmıştı. En sonunda ABD’nin baskısı sonucu Arafat’a devlet verme karşılığında “direniş”in terör olduğu söyletilmişti. Arafat’ın bu teslimiyetçi tutumundan sonra Şeyh Ahmet Yasin liderliğinde Hamas hareketi direnişin bayraktarlığını üstlenmiş ve o andan sonra Siyonist emellerinin önünde en büyük handikap olmuştur. İsrail’e göre direnişin kalbi Gazze bir an evvel abluka altına alınarak yok edilmeliydi. Zira İsrail 2014 yılında savaş ilan ettiği Gazze’de en önemli askeri birliğini kaybederek beklemediği bir mağlubiyet yaşamıştı. İsrail’in bu operasyonlarda sivillere uyguladığı cani yöntemler ve ağır silahlar AB’nin tepkisine maruz kalmıştı. Üstelik Hamas’ın İsveç, Latin Amerika ve Asya ülkelerinde sempati kazanmasına da neden olmuştu. İsrail’in askeri operasyonlarla sindiremediği Gazze’yi suya sabuna dokunmadan Arap ülkelerine boğdurtmak hevesini taşıdığı BAE ile girdiği kirli ilişkilerden ayan olmaktadır. Nitekim bir taraftan Sisi rejiminin baskısı diğer taraftan Abbas liderliğindeki Filistin yönetiminin zalimane uygulamaları Gazze’yi inim inim inletmektedir. Bununla yetinmeyen İsrail rejimi, Trump eliyle Arap monarşilerine baskı uygulayıp Hamas’ı tamamen izole etmek istemektedir. İsrail hükümet yetkilileri geçtiğimiz senelerde yakın gelecekte Kudüs’ü başkent ilan edeceklerini ve dolayısıyla Arap rejimlerine hazırlıklı olmaları gerektiğini belirtmişti. Bu ilan özellikle Trump’ın başarılı geçen İsrail ziyaretinden sonra somut bir karşılık buldu. Trump’ın sadece bu sene içinde Batı Şeria’da yerleşimlerin % 40 oranında artması ve Kudüs demografisinin Yahudileştirilmesine verdiği desteği İsrailli Kanal 2 televizyonu şaşkınlık ve sevinç içinde şu şekilde haberleştirdi: “Trump’ın İsrail’e sınırsız desteği, yerleşim yerleri inşasına yeşil ışık verdiği anlamına geliyor. Buna göre ufukta barışçıl bir çözüm görünmüyor.” Dolayısıyla iki devletli çözümün de askıya alındığı bunun yerine Filistin’i tamamen haritadan silmek stratejisinin benimsendiği ortaya çıkmaktadır. İsrail’in böyle bir teşebbüsü karşısında metanet gösterebilecek tek güç, Hamas ve Al- Jazeera aracılığıyla Arap halklarını galeyana getirme riski olan Katar. Birkaç ay önce Mısır koordinasyonuyla Suudi Arabistan’ı ziyaret eden İsrail heyeti ve Tel Aviv’e iade-i ziyarette bulunan Suudi heyeti arasında Hamas pazarlığı yapıldığı düşünülmektedir.

SUUDİ ARABİSTAN VE
KATAR GERİLİMİNİN
ARKA PLANI

Katar, Körfez ülkeleri içerisinde Suudi Arabistan’ın siyasi ve dini liderliğine karşı çıkan tek ülke olarak tebarüz etmektedir. Bilhassa doğalgaz rezervlerinin zenginliği ortaya çıktıktan sonra bu rekabet Suudi cenahı tarafından daha fazla ciddiye alınmaya başlandı. İran çemberi ile kuşatılma endişesi yaşayan Suudi yönetimi Körfez mıntıkasını bu tehlike karşısında yekpare tutmanın yolunun Katar’ı kontrol altında tutmaktan geçtiğinin farkındaydı. Bu amaçla periyodik aralıklarla Katar’a hâkim olan Al-Sanî ailesini darbeyle iktidardan uzaklaştırma teşebbüslerinde bulunmuştu. Fakat bu teşebbüsler etkisiz kaldığı gibi Katar’ın ekonomik ve sosyal anlamda daha da güçlenmesine neden oldu. Bugün kişi başına düşen milli gelir sıralamasında Katar dünyanın ilk sırasında yer alırken, Suudi Arabistan’da ise nüfusun yarısından fazlası açlık sınırının altında yaşamaktadır. Halkıyla barışık tek Körfez ülkesi olan Katar’ın açık toplum anlayışı, düşünce ve kültür doğurganlığını da arttırdı. Mısır’ın köklü düşünce geleneklerine sahip; Müslüman Kardeşler hareketi, Arap Milliyetçiliği akımı ve Liberal ekolün darbe sonrasında Katar’a intikali, meyvesini kısa sürede düşünce merkezleri, üniversiteler ve bilişim enstitülerinin çoğalmasıyla verdi. Bunun bir sebebi de Mısır’daki darbeden kaçan eğitimli ve donanımlı beyin gücünün oluşturduğu entelektüel ortamdır. Bu beyin gücü ayrıca Katar ekonomisini teknoloji ve bilişime evirmeyi de başardı. Bilhassa Müslüman Kardeşler hareketinin hem dini/entelektüel boyutu, hem de toplumun yenilenme ve dayanışmasına cevap veren sosyal fonksiyonu, Katar’ı cazibe merkezi kıldı. Suudi Arabistan’ın katı ve radikal Selefiliği düşünüldüğünde bu rekabetin sadece ekonomik ve siyasi olmadığı dini otoritenin de bu mücadelenin bir uzantısı olduğu söylenebilir. Müslüman Kardeşler’in Mısır’ı dönüştürerek iyi bir model olarak ortaya koymasını kendi adaletsiz monarşilerinin yıkılmasına bir tehdit olarak gören Körfez ülkeleri, Mısır’dan söküp attıkları bu hareketin Katar gibi zengin bir ülkede temerküz ederek ideal bir devlet modeli ortaya koymalarının yolunu açmış oldu.

SUUDİ ARABİSTAN’DA
TAHT MÜCADELESİ

Peki, bu krize nasıl gelinde? Tüm bahsettiğimiz unsurlar bu krizin yaşanmasında birer etken olsa da, krizi tetikleyen esas faktörün Muhammed B. Selman’ın iktidar mücadelesi olduğu söylenebilir. Hasta ve yaşı ilerleyen Kral Selman’ın ölmesi halinde başa geçmek isteyen oğlu Muhammed, en büyük engel olarak gördüğü veliaht Muhammed B. Naif’i bertaraf etmesi gerektiğinin bilincindedir. Bunun tek yolu da, ABD’nin rızasını almaktır. Obama döneminden kalma kötü ilişkiler ve özellikle 11 Eylül mağdurlarının Suudi Arabistan aleyhinde dava açılmasının önünü açan yasa tasarısı Muhammed B. Selman’ın Beyaz Saray ile doğrudan irtibat kurmasını engelliyordu. Bu sebeple Muhammed B. Selman’ın yakın arkadaşı BAE veliahtı Muhammed B. Zayed, Suudilerin bu genç prensinin Trump ile iyi ilişki kurması için BAE’nin ABD’deki lobi kuruluşları üzerinden aracı rolü oynar. Böylelikle Muhammed B. Selman, hem Obama döneminde bozulan ABD Suudi İlişkilerini rayına koyup İran’a savaş açmak hem de olası bir Kral değişikliğinde tahta geçmek adına, Trump yönetimi ile - büyük tavizler karşılığında- Beyaz Saray’la anlaştığını duyurmuştu. Arkasına Trump desteğini alan Muhammed B. Selman, savaşı İran topraklarına yayacaklarını cesaretle ifade etmişti. Tüccar zihniyetiyle ABD’yi yöneteceğinin sinyallerini veren Trump’ın hem Körfez ülkelerinin iç sorunlarını, hem de Körfez İran savaşını kamçılayarak ABD’nin silah ihracatını artırmak hevesinde olduğu ilk ziyaretini yaptığı Suudi Arabistan’daki sıra dışı programıyla ayyuka çıkmış oldu.

TÜRKİYE’NİN
KATAR’DA ASKERİ ÜS
KURMASININ ÖNEMİ

Suriye’de oynanan kirli oyunlar, Irak’ta körüklenen mezhep savaşı, üçe bölünen Libya, iç savaşa sürüklenen Yemen ve askeri darbe ile İsrail’in partneri kılınan Mısır’da olup bitenler Ortadoğu’da haritanın yeniden şekilleneceğinin göstergesi. Tüm bu süreçte bir şekilde geri plana itilen Türkiye’nin bu krizde Suudi – Katar – İran yelpazesinde tarafsızlığını koruması İslam ülkelerinin geleceği adına büyük ehemmiyet taşımaktadır. Her ne kadar BAE eliyle Katar’a mesnet edilen ithamlar dolaylı olarak Türkiye’ye yönlendirilmeye müsait olsa da Türkiye’nin soğukkanlı bir dış politika ile Suudi Arabistan gibi güçlü bir ülkeyi karşısına almadan çözüm için ikna edici bir rolde ısrar etmesi ehemmiyet arz etmektedir. Zira oğlu tarafından kıskaca alınan Kral Selman’ın BAE baskısıyla Türkiye’yi düşman ilan etmek isteklerine itiraz ettiği bilinmektedir. Diğer taraftan bu tarafsızlık Katar’a askeri üs kurmaya mani değildir. Aksine TBMM Katar tezkeresini öne çekmekle belki de son yıllarda Türk dış politikasının en isabetli hamlesini yapmış oldu. Suudi Arabistan’ın olası bir Katar işgalinde İran’ın Bahreyn’i ele geçirmesi işten bile değil. Doğusunda 2 milyondan fazla Şii yaşayan Suudi Arabistan başta olmak üzere BAE, Kuveyt ve Umman’da mezhebî isyanların başlaması halinde savaş ve felaketlerin önü kesilemez. Hele ki Körfez sermayesine iştahasıyla bilinen ve İsrail’in maslahatı uğruna her türlü çılgınlığı yapmaya elverişli bir ABD başkanının savaş çığırtkanlığı, mevcut krizi büyük bir felakete çevirme riskini taşımaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin Katar’da asker bulundurması Suudi ve İran saldırganlığını caydırıcı bir adım olacağı gibi bölgede olup bitenleri yakından takip etmesi ve gerektiğinde müdahale etmesi adına önemli bir hamledir.

#Körfez krizi
#Filistin
#Sisi
#İsrail
#Katar
7 yıl önce