|

Kültürel muhafazakârlık

Kendi özgünlüğünü temsil bilincine sahip olamayan bir dilin, düşüncenin ve kültür hayatının, hiç bir konuda ikna edici bir iddiası olamaz. Zihinsel dünyaları Avrupa Aydınlanması tarafından dönüşüme uğratılan halklar için, kültürel muhafazakârlığa sığınmaktan başka çıkar bir yol olmadığı görülüyor.

Yeni Şafak
04:00 - 20/03/2017 Pazartesi
Güncelleme: 04:28 - 20/03/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


İslami varoluş, farkındalık, tanıklık ve etkinlik, Allah'ın (c.c.) iradesinin hayata ve tarihe müdahalesiyle başlar. İslami bilinç, tarihin her anına, bütün boyutlarına, tarihsel zamanlara, bu zamanların olaylarına, olgularına, sorunlarına tevhidi dünya görüşü temelinde nüfuz etmeyi, tarihsel zamanların ortaya koyduğu yeni sorunlar etrafında yeni cevaplar, yeni çözümler üretmeyi zorunlu kılar. İslami varoluş, ilahi vahyin belirlediği sınırlar içerisinde akletmek, düşünmek, üretmek, çözümlemeler yapmak, içtihad etmek, eylemde bulunmakla somutlaşır.



İslam toplumlarında her yeni kuşak, kendi dönemini anlayabilecek, kavrayabilecek, kuşatabilecek, kendi döneminin sorunlarına cevap bulabilecek bir dil, bilinç, düşünce, yöntem geliştirmek zorundadır. Hangi yönde gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, her tür taklit, düşünsel bağımsızlığı yok eder. İçe ve geçmişe kapanan bir gelenek-kültür, tarihi bir bütünlük içinde anlamayı imkansız kılar. Bu tür bir kültür aynı zamanda farklı ve başka kültürleri, toplumları da anlama yeteneğini kaybeder. Tarihi anlama yeteneğini kaybeden bir zihin, tarihe müdahale edemez.



KENDİMİZİ YENİLEME İRADESİNİ KAYBETTİK


Hayata ve tarihe müdahale iradesi, iddiası ve inancı taşımayan, bu yönde bir programı olmayan dini bir yaklaşım, İslami olamaz. Hayata ve tarihe müdahale iradesi ve iddiasını kaybeden bir zihniyet sebebiyle bugün İslam ne yazık ki tarihsel bir araştırma konusu haline getirilmiştir. Bugünün konusu olmaktan çıkarılmış, tarihin konusu haline getirilmiş bir din anlayışı ile bugünü dönüştürmek mümkün olamaz.



İslam dünyası halklarının, büyük niteliklerin, bilgeliklerin, bilim ve sanatların, felsefenin, kültür ve medeniyetin konusu olmaktan nasıl çıktığı (ya da çıkarıldığı), nasıl yalnızca istatistik konusu haline getirildiği, acilen tartışılması ve cevaplandırılması zorunlu hayati bir meseledir. Kültürel muhafazakârlığın, konformizmin, toplumlarımızın yapısal bir özelliği haline gelmesi sebebiyle, toplumlarımız, kültürlerimiz, ne yazık ki, kendi kendilerini yenileme yeteneğini, hassasiyetini ve iradesini kaybetmişlerdir.



TARİHİN BEKLEME ODASINDAYIZ


Kültürel muhafazakârlığın belirleyiciliği sebebiyle, bugün İslam dünyası toplumları pek çok hayati sorunla karşı karşıya bulunduğu halde, bu sorunlarla yüzleşemiyor. Tasavvufi ilgiler, yoğunluklar, toplumlarımızda zihni etkinliğin sonunu hazırlarken, kültürel muhafazakârlıklar da, düşünsel, felsefi hareketsizliğe, içe kapanmaya neden oldu. Modern zamanlarda, kültürel değişimin, sürekliliğin, üretkenliğin durdurulması, milliyetçiliklerin yükselişi, İslami bütünlüğün bozulmasına, dağılmasına neden olduğu kadar, toplumlarımızı modernliğin saldırıları karşısında da büyük ölçüde savunmasız bıraktı. Bugün, kronik hale gelen bu zaaflar halen sürdürülüyor. Bunun içindir ki, sömürgeci sistemle kültürel bir hesaplaşma bile gerçekleştirilemiyor. Sözünü ettiğimiz zaaflarımız sebebiyle kendimizi İslami anlamda ifade edebileceğimiz bağımsız bir dile bile sahip değiliz.



Kendi özgünlüğünü temsil bilincine sahip olamayan bir dilin, düşüncenin ve kültür hayatının, hiç bir konuda ikna edici bir iddiası olamaz. Zihinsel dünyaları Avrupa Aydınlanması tarafından dönüşüme uğratılan halklar için, kültürel muhafazakârlığa sığınmaktan başka çıkar bir yol olmadığı görülüyor. Avrupa Aydınlanması tarafından zihin dünyaları sömürgeleştirilen toplumlar, Avrupa normlarına, kriterlerine hak kazanabilmeleri için, istiskal edilerek “tarihin bekleme odası”nda bekletiliyor.


İçerisine kapandığımız, kapatıldığımız kültürel muhafazakârlık sebebiyle, Avrupa tarihini, kültürünü, uygarlığını, aklını, bütün tarihlerin, kültürlerin, uygarlıkların ve akılların öznesi saymak gibi derin bir patolojiye katlanıyoruz. Batının her konuda ayrıcalıklı ve üstün bir konuma yerleştirilmesinin ahlaki ve felsefi hiç bir dayanağı, gerekçesi ve açıklaması yoktur. İnsanlığın büyük öyküsü dikkate alındığında, Avrupa'nın hiç bir ayrıcalığı bulunmadığı görülecektir. Modern ya da geleneksel patolojilerden bağımsızlaşabilmek için, ahlaki ve zihinsel ilkelilik-yetkinlik temelinde, bağımsız İslami zihinsel alanlar açmak üzere eleştirel sorgulamalar yapabilmeliyiz.



BATI'NIN KÜSTAH DİLİ


Bütün yerleşik yapıların, iktidarların, çıkarların ve ilişki biçimlerinin kültürel muhafazakârlığın himayesi altında varlıklarını sürdürdüklerini görmek gerekir. Ahlaki ve zihinsel bir mücadele, ekonomik ve politik değerler (para/iktidar/şöhret/makam/mevki vb) yoluyla değil, ahlaki ve zihinsel bağımsızlık, üretkenlik ve özgünlük gibi değerlerle sürdürülebilir.



Modern-seküler zamanlar, Batı dışı toplumları, kültürleri ve felsefeleri dikkate almayan çok kibirli ve küstah bir dil oluşturdu. İslam dünyası toplumları, kendi toplumlarımızı anlamak, kendi kültürlerimizi tanımlamak için bile bu küstah dilin oluşturduğu düşünsel-felsefi-kültürel çerçeveleri ithal etmeye devam ediyor. Bu durum, anlaşılması mümkün olmayan çok büyük bir çelişkiyle karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Avrupalı bilgiyi ve aklı evrensel bilgi ve akıl olarak tebcil eden bir toplumun ve kültürün, kendi aklına ve bilgisine güven duymayacağı, tebcil edilen bilgi ve akıl karşısında bir aşağılık duygusu yaşayacağı çok açıktır.


#Avrupa Aydınlanması
#Batı
#Modern
#Seküler
#Muhafazakarlık
7 yıl önce