|

Osman Gazi’yi dört yılda romanlaştırdı

Akademisyen-yazar Beyazıt Akman en son araştırmalar ışığında, dört yıllık bir çalışmayla Osman Gazi’nin hayatını 1200 sayfalık, iki ciltlik bir epikle romanlaştırdı.

Yeni Şafak
10:16 - 6/04/2016 Çarşamba
Güncelleme: 11:13 - 6/04/2016 Çarşamba
Diğer

Beyazıt Akman'ı okurları ilk defa 2009'da, Fatih'i ve fetihi anlattığı

Dünyanın İlk Günü

ile tanımıştı. Uzun yıllar Amerika'da öğrenim gören akademisyen-yazar, üniversite kütüphanelerindeki kaynaklarla birlikte yerli ve yabancı yüzü aşkın eseri inceleyerek beş yıllık bir araştırmanın ardından yazmıştı bu romanı. Yayınlandığında büyük bir ilgi görerek defalarca baskısı yenilenen 600 sayfalık roman kısa sürede tarihi roman okurları arasında bir kült haline geldi ve Türkiye'de dizi ve sinema yapımlarına da esin kaynağı oldu. Bu romanı üç yıllık bir çalışmayla yazılan ve beş asır öncesinden günümüze uzanan bir insanlık dersi niteliğindeki

Son Sefarad: Sultan Bayezid'in Savaşı

takip etti.





Osman: Aşk ve Savaş
, 1200 sayfa, iki cilt, aynı anda yayında


Akman dört yıllık bir araştırmanın ardından şimdi de Osman Gazi'nin hayatını anlatıyor.

Osman, Birinci Kitap: Aşk

ve

Osman, İkinci Kitap: Savaş,

iki cilt halinde ve Türk edebiyatında eşine az rastlanır bir şekilde aynı anda bu hafta içinde raflardaki yerini aldı. Roman, her iki cilt de, daha ön siparişlerle kitapyurdu'nda çok satanlar listesine girdi.



İlk romanda Osman Gazi'nin çocukluğu, gençliği, şeyh Edebali'nin kızı Rabia ile tanışması, şeyhin dergâhında insan-ı kâmil olma serüveni, şövalyelerle ve tekfurlarla ilk çarpışmalar ve haşhaşinlerle mücadeleler anlatılıyor. İkinci kitapta ise beyliğin başına geçen Osman Gazi büyük bir birlik mücadelesi vererek 1302 Bafeus Savaşı'nda imparatorluk ordusu ile karşı karşıya geliyor.



Romanın akışı içinde bir de, yer yer okura dönerek seslenen üç renkli tarihi şahsiyet var: Şövalye Mihal, Marko Polo ve Yunus Emre. Her biri kendi macerası içinde Osman'la karşılaşan bu üç figür, romanın ana kahramanı Osman'ı kendi bakış açılarından dillendiriyorlar.



Bir Yeni Türkiye mücadelesi olarak Kuruluş


Osman: Aşk ve Savaş

'ın en önemli özelliği ise kimi zaman insana bir tarihi romandan çok günümüz Türkiye'nin mücadelesini okuyor izlenimi veriyor oluşu. Barbarlıkları DAEŞ'i andıran Moğollar, Müslümanları kuşatan Haçlılar, tek başına bırakılan bir Türk beyi ve Anadolu'daki hain haşhaşinler...



Bu hafta raflardaki yerini alan romanların yazarı Beyazıt Akman ile kısa bir sohbet gerçekleştirdik.



Neden Kuruluş?


Aslında Osmanlı Klasik Çağı'nı romanlaştırmaya giriştiğimde kafamda ilk oluşan kahramandır Osman Gazi. 2000'li yılların ortalarında yükseköğrenim için Amerika'ya gittiğimde Batı'daki Türk-İslam algısı çalışmalarımda Osmanlı'yı yeniden keşfetmiş ve Osman Gazi'yi yeni nesile anlatmak istemiştim. Ama Amerika'daki deneyimlerim benim önce Fatih'in hikâyesine yoğunlaşmama neden olmuştu. Hatta kronolojik sırayı takip edersek, Bayezid'in hikâyesinden sonra Yavuz ya da Kanuni'yi bekliyordu okurlar. Ama okumalarımı derinleştirdikçe anlatılması gereken asıl dönemin kuruluş olduğuna bir kere daha ikna oldum. O dönem ile günümüz arasında ciddi benzerlikler var. Yeni Türkiye'nin kuruluşunda, yeni bir imparatorluğun kuruluşundan öğreneceğimiz çok şey olduğunu düşünüyorum.



Amerika'da çok uzun bir süre yaşadınız, bu, sizi ve eserlerinizi nasıl etkiledi?


Ben Amerika'ya Batı edebiyatını araştırmaya gittim ama ironik bir şekilde Doğu'yu yeniden keşfettim. İngilizce romanlarda, seyahatnamelerde ve diplomatik yazışmalarda olumsuz Türk-İslam algısının izlerini sürdüm. Kendi hayatımda da insanların benim Türk-Müslüman kimliğime dair yanlış bilgileri beni bu konunun tarihi yönlerini araştırmaya itti. Doğu'yu mistik, egzotik ve barbar bir dünya, Batı'yı ise medeniyetin ve güzel şeylerin beşiği olarak gösteren Oryantalist bakış açısıyla tanışmam bu şekilde oldu. Öğrendiklerim ise beni Oryantalist olmayan hikâyeler yazmaya itti. Sözde haremlerden bahsetmeden, “Barbar Türk" klişesine girmeden de kaliteli romanlar yazılabileceğini göstermek istiyordum. Bir de Amerika demek benim için kütüphane ve kitap demekti. Türkiye'de baskısı tükenmiş pek çok yerli ve yabancı kaynağı orada rahatlıkla bulabiliyordum.





Ortalama dört yılda bir roman yazıyorsunuz. Araştırmalarınızın romanlardaki yeri ne?
Romanlarınızda tarihi gerçeklik ve hayal gücü arasındaki bağ nasıl şekilleniyor?


En başında şunu ifade etmek gerekir: tarihi roman, adı üstünde tarihe, bilgiye ve belgeye dayanır ve tarihi roman yazarının ben roman yazıyorum diyerek bu tarihi kafasına göre eğip bükmeye hakkı yoktur. Milli bir sorumluluk bilinci gerekir. Kurgu, tarihsel gerçekliğin üzerine inşa edilmelidir. Altı ayda bir tarihi roman yazanlar var; benim altı ayım sadece karakterlerin gardırobunu araştırmaya gider! Ama burada şu ayrımı da yapmak gerekir; bir ham gerçeklik vardır ki bu



“Şu şunu öldürdü, o bunu yaraladı, o şununla evlendi" gerçekliğidir. Bir de edebi bir üst gerçeklik vardır ki, buna biz 'hakikat' diyebiliriz. Bu, evrensel, zamanlar üstü bir gerçekliktir. Tarihi romanın da bence asıl sadık olması gereken şey bu hakikattir. Aksi taktirde tarihi romanı, tarihi belgelerden ayıran hiçbir şey kalmaz. Evet, bu roman dört yılda, onlarca kaynağın taranmasıyla yazıldı, ama bu, öncelikle romanın “hakikat"inin oluşması için gerekli bir süreçti. Edebiyat ile tarih disiplinlerini ayıran en önemli unsur budur. Tarih, materyal; edebiyat ise ruhtur.



Osmanlı kuruluş tarihini 1299 yerine 1302 olarak alıyorsunuz. Bunun dayanağı nedir?


Bu benim tezim değil, ben sadece bu tezin merkeze konulduğu bir roman yazdım... Halil İnalcık hoca bunu birkaç yıl önce dile getirdi. O da şu: 1302'deki Bafeus / Yalakova Savaşı ile Osman Gazi imparatorluk ordusuna karşı müthiş bir zafer kazanıyor ve bu tarihten sonra da Bitinya ve Paflagonya bölgelerindeki pek çok Türk Beyi ve gazi alp onun sancağı altında toplanmaya başlıyor. Bu, Türk devlet kurucusu geleneğindeki “kut"un artık kesin bir şekilde Osman Gazi'de olduğuna inanıldığını gösteriyor. Aynı şekilde Orhan Bey, Osman Gazi'nin vefatından sonra doğrudan başa geçiyor. Yani devletin kuruluşunda Osman Gazi'nin 1302'de Bafeus'ta kazandığı zafer onun şöhretini ve karizmasını ulusal ve uluslararası zemine yayıyor. Karacahisar'da 1299'da, ki bu tarih çok şaibelidir, hutbe okunması ve kadı atanması pek çok fetihten sonra gerçekleşebilen bir şey.





Geçtiğimiz sene Türkiye'ye kesin dönüş yaptınız. Bu akademik çalışmalarınızı ve romanlarınızı nasıl etkiliyor?


Amerika'da doğmadım, orada da ölecek değildim. 20'li yaşlarım, Amerika'da geçti; master, doktora ve birkaç yıl da üniversitede hocalığın ardından artık ülkeme dönmenin zamanı gelmişti ve ben de istifayı bastım ve geldim. Yurt dışında yeterince “öteki" olarak yaşadığıma inanıyorum... Orada daha sessiz, sakin bir hayatım vardı; bu, hayal gücümü besliyordu ve daha disiplinli yazmamı sağlıyordu. Burada ise gündem çok yoğun ve stresli. Ama bunlar beklediğimiz şeylerdi. Sorunlardan kaçarak onları çözemeyiz.



Beyazıt Akman kimdir?




1981, Kastamonu doğumlu. Lisansını Boğaziçi ve ODTÜ'de yüksek şerefle tamamladı. 2004'te Fulbright bursiyeri olarak Amerika'ya gitti. Illinois State Üniversitesi'nden 2006'da master derecesini, 2012'de “Batı Edebiyatı'nda İslam Algısı ve Türkler" teziyle doktorasını aldı. 2010'da Washington'daki Smithsonian Enstitüsü'ne araştırmacı olarak kabul edildi. 2012-2014 arasında New York Üniversitesi, Geneseo'da Dünya Edebiyatı ve İslam, ve Osmanlılar ve Batı konularında dersler verdi. Amerika'da on yıl yaşadıktan sonra 2014'te Türkiye'ye kesin dönüş yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi'nde Batı Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğü'nü yürütmektedir. Tarihi romancı ve akademisyen Akman, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından

2015 Uluslararası Tarihi Roman ve Romanda Tarih Büyük Ödülü

'ne layık görülmüştür.



#osman
#kitap
#eğitim
8 yıl önce