Savaşın gurbete attığı hayalleri uzaklarda arayan insanlardır mülteciler. Topraklarından koparak bir umudun peşine düşmüşler. Arkada bıraktıklarıyla yeni yaşamlara yelken açmışlar.
Mültecilerin yaşam öyküleri gurbetin yollarında yazılmış.
Fenerbahçe, Ümraniye ve Beykoz'da belli belirsiz mekanları var onların. İçimizdeki yabancılar da onların adı, kamptakiler de. Afganlı, Pakistanlı, Iraklı, Çeçen… her yerden gelip konmuşlar bizim huzurlu topraklarımıza. Örneğin yedi yıl önce 1600'e yakın Çeçen gurbetin adına Türkiye demiş, soluğu ülkemizde almışlar. Umudun rüzgarına kapılarak geldikleri Türkiye'de hayalleri, yedi yıl içinde bir harabe yığınına dönmüş. Onlar için hayatın renkleri kaybolmuş, hayatta kalma telaşı her şeylerini kuşatmış. Tiyatroya, sinemaya, parka gidememiş, sokaklarda rahat yürüyememişler. Çocukları da gelecek tasavvurundan uzakta yetişiyorlar.
Örnekler insanın içini acıtıyor. Bu kampların birinde karşılaştığımız “Abdurrahman Ailesi” güzel bir hayatın arzusuyla Türkiye'ye doğru yola koyulmuş. Karınlarının doyması ve sığınacak bir çatının dışında tüm hayalleri yedi yılın sonunda köhneleşmiş. İki çocuk annesi Reise A. umutlarının tükenişini anlatıyor : “Umut penceremden baktığımda Türkiye'yi gördüm. Dolu dolu, huzur içinde yaşama heyecanı sarmıştı içimi. Türkiye'ye geldim. Burada umutlarımızı körelten savaş değildi. Ama buradaki yaşam koşullarının da zorluğu huzurlu yaşam kapılarını kapadı bize. Savaş, iki çocuğuma vatanın acısının yanında üç yıl da baba hasreti çektirdi. Oğlum göz tedavisi için Gürcistan'a giderken sınır kapısında yakalandı. Üç yıldır çocuklarımın babası cezaevinde. Ben olmadığım zaman çocuklarımın hiç kimsesi yok.”
75 yaşındaki Koga M. altı yıldır göremediği oğlunu ve torunlarını görebilmek için Türkiye'ye misafir olarak gelmiş. Koga da içindeki acıyı ifade edecek kelimeleri bulurken zorlanıyor: “Vatan toprağında oğlum ve torunlarım için altı yıl ağladım. Onları görmeye geldim. Gördüm, mutluluktan uçmayı hayal ederken, burada da yaşadıkları zorluklar karşısında sadece ağladım.”
Savaş, 70 yaşındaki Hasan Bibulatov'un tüm dallarını kırınca, ailesinin acısını yüreğine koyup yaşama arzusuyla Türkiye'ye sığınmış. Bibulatov, savaşın düşürdüğü yalnızlığını ve umutlarını şöyle anlatıyor: “Savaş ailemin çoğunu yok etti. Tüm canların kaybını ruhuma, umudu önüme katıp Türkiye'ye geldim. Artık üzüntüm burada doğan çocuklarımın daha baştan geleceklerinin yok oluşu. Gelecektekilerin, ne bir mesleği ne çalışma izni ne de elinde bir kimliği olacak. Bir gün kimliksiz olduğu için yakalanacak ve geri gönderilecek. Ne olacak bu çocukların hali… ”
25 yıldır kalemiyle barışı akıtan Kazbek Çeçenski, savaşın insana yaşattığından nasibini fazlasıyla almış bir yazar. O da Türkiye'ye sığınmak zorunda kalanlardan, yani mülteci. Çeçenski'nin yazılarında hala barışın damgası var. Burada mültecilerin yaşadıklarını kalemiyle dile getirerek dünyaya duyuruyor. Bir çok yayın organında yazıları yayınlanıyor, Türkiye'nin bazı Avrupa ülkeleri hariç, pek çok ülkeden daha iyi olduğunu söylüyor.