|

Sanal alemde insanı keşfetmek

Olgun insandan beklenilen; kendisine ait olmayan, kendisinin uzantısı olmayan şeylerin de hayatında olumlu karşılıkları olabileceğini görmesidir. Birinin daha güzel olmasının bizi çirkin, daha başarılı olmasının bizi yetersiz yapmayacağına kendimizi ikna edebilmemizdir. Kâinatın bütünlüğü içinde bizim de en az diğerleri kadar anlamlı bir parça olduğumuzun idrakine vardığımızda, hissettiğimiz boşluk duygusu da iyileşecektir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 29/06/2017 Perşembe
Güncelleme: 06:42 - 29/06/2017 Perşembe
Yeni Şafak
Sanal alemde insanı keşfetmek
Sanal alemde insanı keşfetmek
Tuba Karacan - Psikolog

Yalnızlık, günümüz insanının başa çıkmakta zorlandığı duyguların başında geliyor. Kendiyle kalmak, kendine bakmak modern insan için kaygı verici olduğu kadar zahmetli de. Bir biçimde kendiyle karşılaşmak zorunda kalanlarsa, gördüklerinden memnun değil. Bu yüzden bakışları ötekine çevirmek, diğerlerinin ne yaptığıyla ilgilenmek her durumda çok daha konforlu oluyor.

Sosyal medya ağlarının, kendinden kaçıp kalabalıklara karışmak isteyenler için vaatleri sınırsız. Kullanıcılarına yalnızlıklarını unutturmakla kalmıyor, kendi güvenli kalabalıklarını oluşturma fırsatı da sunuyor. Üstelik, kimse birbirinin ağında kalmak için, emek ya da zaman harcamak zorunda değil. Kendini önemli hissettiren her bağlantı, kişileri bir arada tutmaya yetiyor.

PAMUK İPLİĞİNE
BAĞLI İLİŞKİLER

Sosyal medyada ilişkide kalmaya değer bulduğumuz her kullanıcı, aslında narsistik yanımızı besliyor. Takip ettiklerimizin kıymeti kendinden menkul değil. Bizim onları takibe değer bulmamız onları daha önemli yapıyor. Takipçiler tarafından açılmış fan hesaplarının, yüceltici yorumların, aşırı sahiplenici yaklaşımların altında bu narsistik tutum var: “Seni, ben istersem var ederim!”

Sosyal medyada önce idealize edip sonra takip ettiğimiz kişilerle bağlarımız güçlü göründüğü kadar naif de. Hayal kırıklıkları yaşamamız an meselesi. Oradaki varlığımızı boşluğa düşüren, bize kendimizi değersiz hissettiren en ufak bir davranış, onlarla bağımızı koparmaya yetiyor. Yücelttiğimiz, övgüler dizdiğimiz kişiler, bir anda dünyanın en berbat insanlarına dönüşüyor. Kendi zihnimizdeki karşılıklarıyla örtüşmediklerinde, yani bizi umduğumuz kadar onaylayıp önemli hissettirmediklerinde, aslında çok kibirli, çok görgüsüz, çok gösteriş budalası olduklarını fark ediyoruz.

Yara alan narsizmimiz, anında kendi telafi mekanizmasını devreye koyuyor. Yaşadığımız içsel sıkıntıdan kurtulmak için, daha önce idealleştirdiğimiz kişiyi/ilişkiyi aşağılamaya başlıyoruz. Bu, geçici olarak rahatlatıyor belki ama içimizdeki değersizlik çekirdeğinin büyümesine engel olamıyor. Onda olan ama bizim yeteri kadar sahip olamadığımız, yetersiz ve eksik olduğumuz inancı; “ben iyi değilim ama sen de iyi değilsin, sana bunu hissettirmek için elimden geleni yapacağım” tutumuna dönüşüyor.

S
ANAL DÜNYADA KONTROLÜMÜZÜ KAYBEDİYORUZ

Takipçisi bol kullanıcıların paylaşımlarının altına yazılan yıkıcı eleştiriler, hakaret ve küfür içeren yorumlar ya da alaycı ifadeler hasedin kontrolden çıkmış bu halini gözler önüne seriyor. Kimileri duygularını yadsımayı başarabilse de yaşadıkları ruhsal sıkıntıyı baskılayamayanlar, işi ulu orta saldırganlığa döküveriyor. Sanal dünyanın içsel denetim mekanizmalarını devre dışı bıraktığı bir gerçek. Bu, gölgede kalan yanlarımızı çok daha cesur ve cüretkâr şekilde yansıtmamızı kolaylaştırıyor. Ancak asıl belirleyici olan yalnızca sanal dünyadaki bu denetimsizlik değil. Gördüklerimizin kalbimizi buran, içimizi daraltan tarafı davranışlarımızı belirliyor. Başkalarında olan, bizde olmayan ne varsa (güzellik, zenginlik, başarı, şöhret), tez zamanda onların da ellerinden gitsin istiyoruz. Bizde açığa çıkardıkları içsel bunaltıya rağmen onların ağlarında kalmaya devam etmek, belki de mahvoldukları günü yakından görebilme umudundan kaynaklanıyor.

İnsani temayülümüz; iyiliği, güzelliği, zenginliği, başarıyı isteme yönündedir. Bu yönelim, kendimize ve sevdiklerimize hayatı daha yaşanılır kılar. Ancak kişi, tüm bunları idealize eder, yalnızca kendisinin hak ettiğine inanır, başkalarında görmeye tahammül edemez hale gelirse, o zaman çok daha ilkel ve yıkıcı bir tutumdan söz etmek gerekir.

BAŞKALARININ BAŞARISIZLIĞINDAN MUTLULUK ÇIKARMAK

Mutsuzluklardan, başarısızlıklardan, acizliklerden keyif alırken, başkalarının hayatında yolunda giden şeyler canımızı sıkıyorsa, bulunduğumuz ruh halinden kurtulmak için türlü yollar ararız. İdeal nesnemizi (ulaşılmaz gördüğümüz şeyi) karalamaya, onun aslında ne kadar kötü ve aşağılık olduğuna kendimizi inandırmaya çalışırız. Biz kusur bulduğumuzda ya da onu aşağıladığımızda gözümüzde değerini yitirmez. Ama geçici de olsa rahatlarız. Her şeye bir kulp takma eğilimde olan, gördüğü iyi ve güzel şeyler karşısında mutsuzluğunu gizleyemeyenler bu girdabın içinde kıvrananlardır. Genelde, girdikleri ortamların tadını kaçırmalarıyla ünlüdürler. Kendinizi çok iyi hissettiğiniz bir gün onlardan biriyle karşılaşırsanız, gününüzün geri kalanını berbat geçirebilirsiniz. Bu ortam sanal ya da gerçek fark etmez. Etkileri her zaman yıkıcıdır.

Tohumu bebeklik yıllarında atılan haset, insanoğlunun en ilkel, en gayri ahlaki duygusudur. İnsanın, iyi ve güzel şeyleri hak etmediğine dair, kendine olan tutumundan beslenir. Bir bebeğin dünyasından ifade edecek olursak, annesinin ona gösterdiği sevgiye, ilgiye, bakıma minnet duymak yerine; muhtaç olduğu şeye annesinin sahip olmasından duyduğu mutsuzluk halidir. Bu tutum bir bebek için anlaşılırdır ve zaten bu yanıyla da ilkeldir. Ancak bir yetişkin tutumuna dönüştüğünde, kişinin takılıp kaldığı yeri göstermesi bakımından çok çarpıcıdır.

Haset kişi, yalnızca görünürdekilere sahip olmakla ilgilenir. Kendisine sunulan iyilikleri ve ardındaki manayı göremez. Yalnızca sosyal medyada değil, günümüzde her ortamda en insani değerler bile gösterilebilir olduğunda anlamlı hale geldiğinden, insanın bu ilk açmazı sürekli körüklenmektedir. Kabukta takılıp öze erişememe, lezzeti yüzeyde arama eğilimi en kolay nerede pratiğe dökülüyorsa, haset en hızlı orada neşet etmektedir.

KAİNAT İÇİNDE ANLAMLI PARÇALAR

Olgun insandan beklenilen; kendisine ait olmayan, kendisinin uzantısı olmayan şeylerin de hayatında olumlu karşılıkları olabileceğini görmesidir. Birinin daha güzel olmasının bizi çirkin, daha başarılı olmasının bizi yetersiz yapmayacağına kendimizi ikna edebilmemizdir. Kâinatın bütünlüğü içinde bizim de en az diğerleri kadar anlamlı bir parça olduğumuzun idrakine vardığımızda, hissettiğimiz boşluk duygusu da iyileşecektir.

Aslında yaratılmış ne varsa, biri diğerinin hayattaki varlık nedenidir. O güzellikleri, başarıları, mutlulukları, zenginlikleri çektiğinizde geriye yaşanamayacak bir dünya kalır. Kişinin kendi dışındaki güzelliklere bu yönüyle de bakabilmesi onu şükran duygusuna yaklaştırır.

Bu olgunluğa erişmiş kişi, hayatın gerekliliklerini yerine getirmiş, elinden geleni yaptıktan sonra da sonucu içtenlikle kabul edebilmiştir. Ruhsal bir teslimiyet, bir tevekkül hali içindedir. Sonuçların beklediğinin tersine çıkması onu yıkmaz ya da üzmez. Yeni bir arzu ve iştiyakla, yeni bir yaratıcı güçle varoluşunu sürdürmeye gayret edebilecektir.

MİNNET VE ŞÜKRAN’I FARKETMELİYİZ

Her şeyin en iyisini hak ettiğine takıntılı biçimde inanan insanımızın, tefekkürü, şükrü ve vefayı yeniden hatırlaması bugün yaşadığı tüm ruhsal problemlerin de ilacı olacaktır. İlişkilerini kendisi ve diğerleri şeklinde ayırmadığında, yalnızlık ve terkedilme korkularıyla da daha kolay başa çıkacaktır.

Biz, batılı davranış bilimciler gibi, insan yavrusunun dünyaya yalnızca haset türünden olumsuz duygularla geldiğini varsayamayız. Kendi içinde minnet ve şükran duygularını da eşit düzeyde barındırdığına inanmak zorundayız. Başkalarının acılarıyla, dertleriyle dertlenebilmekte, sıkıntılarına çare olabilmekte ne kadar duyarlı ve istekliysek; bizim dışımızdaki insanların başarıları ve mutluluklarını gönülden paylaşmakta da o kadar erdemli olma potansiyeline sahibiz. Yaratıcının cömertliğinin, insandaki izini sürdüğümüz ve o istikamet üzere yolda olduğumuz sürece, hasetten şükrana geçebiliriz.

#İnsan
#Yalnızlık
#Sosyal medya
7 yıl önce