|

Şiir sanatlar içinde en sahici olanıdır

Dördüncü şiir kitabı okurla buluşan Mustafa Akar, “Berhayat”taki şiirlerin daha daha net, numarasız olduğunu söylüyor. Hastalığı sırasında birçok yarım şiirini bitirdiğini belirten Akar, “Şiirde tek tutkum, efendimiz sahicilik. Şiir, sanatlar içinde en sahici olanı. Modernite ve başka kavramlar tarafından tek dönüştürülemeyen, ele avuca gelmez olanı” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/12/2017 Çarşamba
Güncelleme: 06:24 - 12/12/2017 Salı
Yeni Şafak
FOTOĞRAF: TALHA MENTEŞ
FOTOĞRAF: TALHA MENTEŞ

“Küçük Bir Gökada” ile yola çıkan Şair Mustafa Akar “Ev Yazı Tahtası”, “Tenezzül”, “Tüm Nefesliler” ve “Ev Hali”nden sonra “Berhayat” ile devam ediyor. Akar ile yeni kitabının serüvenini, Şehit Halil Kantarcı’yı ve “ölmez şiir”i konuştuk.

* Kitabın adıyla başlayalım. Berhayat, bugün çoğu kişinin unuttuğu bir kelime. Sözlükteki anlamının canlı, yaşayan olduğunu biliyoruz. Bu kelimenin sizin açınızdan hikâyesi nedir?

Berhayat’taki şiirlerin büyük bir kısmını bu yıl içinde yazdım. Bana kalsa kitabı bitirmem için biraz daha beklerdim. Bazı şiirleri daha hızlı yazdım diyebilirim. Şiirlerimde eskiden beri uğraştığım bir şeydi ölüm duygusu. Bu yıl içinde ölümcül bir hastalıkla yüzleşince sanki ölümün elinden bir şeyler kurtarmak istiyormuşum gibi hissettim. Yunan şair Konstantin Kavafis kendisine öleceği söylenince, “Yazmam gereken üç şiir daha vardı” demiş. Elbet ölüm gerçeğiyle yüzleşince aklınıza sadece yarım şiirleriniz gelmiyor ama şiir o süreçte sarıldığım tek uğraşım oldu. Diğer her şeye karşı bir bıkkınlık vardı içimde çünkü. Hayatımda yarım kalan ne varsa tamamlamak istiyordum. Bir aya yakın hastanede yattım. Kemik iliği nakli oldum. Geceleri de Berhayat’taki yarım şiirlere çalıştım. Sanırım kitabın, okurda da karşılığını bulması zor koşulda yazılmasındandır. Şiire başladığım ilk yıllardan bu yana aradığım o sahicilik tutkusu Berhayat’ın her şiirine sızdı böylece. Bir de Berhayat, İbrahim (Tenekeci) ağabeyin Peltek Vaiz kitabıyla akraba bir kitaptır. İbrahim ağabeyle yirmi sene önce tanıştığımızda o da zor bir süreçten geçiyordu ve Peltek Vaiz yeni yayımlanmıştı. Bu anlamda iki kitap arasında bir bağ olduğunu düşündüğümden ve üzerimizdeki ödenmesi zor emeklerinden dolayı Berhayat İbrahim Tenekeci’ye ithaf edilmiştir.

* Grip olsa yataktan çıkmayan insanlar görüyoruz. Sizse kanser gibi ağır bir tedavi sürecine rağmen şiir yazmaya ve üretmeye devam ettiniz. Şahsi kanaatler dışında sürecin ağırlığını sizden dinleyelim. Bu kuvveti nereden aldınız?

Öyle çok güçlüydüm falan diyerek yalan konuşamam. Sadece süreci kabul etmenin ve gelenin Allah’tan olduğuna boyun eğmenin rahatlığı vardı üzerimde. Sihirli kelime buydu benim için “kabul etmek.” Çünkü birçok kanser hastası kendisini bu hastalığa yakıştıramaz. Kabullenemez başına gelenleri. Bir taraftan çaresizdir ama yine de içinde sönmeyen bir ışık bırakılmıştır. O ışığı canlı tutmak ister sürekli. Ben canlı tutmadım sadece fitilini kıstım. Bir de kanser, tedaviniz iyi neticelense bile ömür boyu kontrollü yaşamanızı gerektiren bir hastalık. Hastalıklar içinde size hayatın gerçeğini en hızlı şekilde hissettirenlerden biri. Diğer insanlardan tek farkınız riske olan yakınlığınız ve yatkınlığınız. Şair bana kalsa zaten hep risk bölgesinde yaşayan biridir. Benim de risk bölgem kanser. Böyle duyduğunuz zaman korkacağınız bir hastalık falan değil. Bir anlamda da nimet.


ŞAİRLER AYNI ŞİİRİ YAZARLAR
* Hastalık sürecinde şiir ve sanata bakışınız nasıl etkilendi?

Yarım bıraktığım şeyleri tamamlamak istedim sadece. Bana hız kazandırdı biraz. Haricinde sanata bakışımda öyle derin değişikliklere yol açmadı. Sanırım şöyle oluyor: Sair zamanlarda koca koca laflar ediyorsunuz, sonra bir gün öyle bir duvara tosluyorsunuz. Kemoterapi günlerinde ve nakil sırasında farklı bir sürü insanla tanıştım. Hayatta gördüğüm en güçlü insanlardı. Bana kalsa hepsine kahraman rozeti takarım. Bir de tedavi gördüğüm kliniğin karşısındaki çocuk kanser hastaları bölümü. O küçük adamların büyük yükü nasıl kaldırdıklarına şahit oldukça emin ol çok şaşırdım. Bayramda seyranda hastanelerin kemik iliği nakil bölümlerini ziyaret etmek lazım, orada bir sürü çocuk hasta göreceksiniz. Gündelik siyasetin, sanatın, kültürün dışında hayatın nasıl da farklı bir ırmaktan bambaşka şekillerde aktığını göreceksiniz.

* İlk kitapta “Perçemi uzak yollara değen çocuk”, 15 yıl aradan sonra bu kitapta “Eve geç gelen aile babası olmakla” yetkilendiriliyor. Şiirinizde de hareketli günlerden oturaklı ve konuşan bir şaire evrilme görüyoruz. Bu kişisel bir tercih mi tavsiye mi?

Aslında şairler en başından beri aynı şiiri yazarlar. Buldukları sesi çoğaltıp dururlar yani. Bu anlamda az ve öz yazan şairleri çok severim. Evet, şiir bir sanat ama bizden, hayatımızdan ayrı gelişen bir sanat değil. Elbette her şairin laboratuvarında yaptığı deneyler vardır. Tezgâhında neler olup bittiği şairi ilgilendirir. Benim ilk gençliğimden beridir hevesle peşinden koştuğum şeyse, ne yaşadıysam onu yazmaktı. Bir de tabii insan şiirde bir yere geldiğini yarım kalan şiirlerinin artmasından anlıyor. Doğrudur, Berhayat’ta numara çekmeyen, daha net söyleyişle yazılmış şiirler var. Sebebi çok basit aslında, sadece kalemle yazmadım Berhayat’taki şiirleri, kana dokunan bir iksir de geçmiş değil elime, şiirde tek tutkum, efendimiz sahicilik. Bir de şiir, sanatlar içinde en sahici olanı. Modernite ve başka kavramlar tarafından tek dönüştürülemeyen, ele avuca gelmez olanı.

* Kitapta 15 Temmuz şiiri de var. Şiirin ve Türkiye’nin kahramanı şehit Halil Kantarcı için ne söylemek istersiniz?

Halil Kantarcı’yla bir defa bir Ramazan akşamında karşılaştık. Sarılarak ortak dostlarımızın da olduğu bir gecede buluşmak üzere ayrıldık. Biz dünyada kaldık, o ise şehitlik makamına erişti. İnşallah ahirette de buluşur, yarım kalan akitleşmemizi gerçekleştiririz. O şiiri, oğlunu Halil’in cenazesi başında beklerken gördüğümde onun dilinden yazmak istedim. Oğlunu gördüm ve bir köşeye çöküp şiiri yazdım. Şiiri 15 Temmuz antolojilerine falan alıyorlar ve bu hiç hoşuma gitmiyor. Şehitler alçaklara karşı soylu bir mücadele verip makamlarına çıktılar, biz de arkalarından ağıt yazacağız öyle mi. Soylu ölüme ağıt yazılmaz. Biz oturup kendimize, bu halimize üzülelim.

* Edebiyatçılar arasında dönem dönem ortaya çıkan bir soru var: Şiir öldü mü? Üretmeye devam eden, dergi mutfağında bulunduğundan dolayı yaşayan şiiri yakından gözlemleyebilen bir şair olarak sizin görüşünüz nedir?

Şiirin öldüğüne dair düşünce şiire başladığım günlerde de vardı hâlâ var. Hatta daha çok tartışma değil de bir tür karamsar düşünce diyelim biz ona. Şiir öldü diyen şairlerin büyük kısmı aslında “şiir benden sonra öldü” demek istiyor ve ben o numarayı hemen anlıyorum. Geçen hafta Mustafa Kutlu hocamızın benim Peşrev şiirimden yola çıkarak yazdığı yazıda da aynı tartışmayı açtığını gördüm. Yalnız Mustafa ağabeyin yazısında daha çok o şiirlerin yaşadığı ortamın öldüğüne dair bir düşünce var ki, o konuda haklı olduğunu da söyleyebilirim.

Bana kalsa ölen şiir değil de, şiirin sağladığı, sağlayacağı imkânlardan haberdar olmak isteyen insanın öldüğü ya da ölmeye yüz tuttuğudur. Yoksa şiir ölmez, ölse dilimiz öldü demektir ki, bu çok vahim bir şeydir. Her ay birçok dergi yayımlanıyor. Bir o kadar şiir kitabı neşrediliyor. İtibar dergisinde mesela her ay muhakkak bir yeni şairin şiirini okuyorum ve bundan çok memnunum. Şiir her zaman genç kalan bir sanat olduğu için her yazanın elinde kendini yeniden tanımlıyor. O yüzden bir tane şiir tanımı yoktur, yüzyıllardır yazan ve yazmaya devam eden şair kadar şiir tanımı vardır. Belki eski şairler gençlerle iletişimi kestikleri için diyelim yazılmakta olan şiire yabancılar çünkü kimse kusura bakmasın ama gençlere de yabancılar.

#Mustafa Akar
#Berhayat
#Kitap
#Şiir
6 yıl önce
default-profile-img