|

Simidin rengi ve lezzeti

“Osmanlı Simitçiler Kasîdesi de Sükût Sûretinde gibi şerh edilmesi gereken bir kitap. Bilindiği gibi Nuri Pakdil, bir dil ustasıdır. O, bütün metinlerinde yoğun bir biçimde simgesel bir anlatımı tercih eder” diyen Arif Ay bu kasideyi Yeni Şafak Kitap okurları için şerh ediyor.

Yeni Şafak
04:00 - 14/10/2015 Çarşamba
Güncelleme: 20:43 - 13/10/2015 Salı
Yeni Şafak
ARİF AY


Edebiyat Dergisi Yayınları'nın on üçüncü kitabı olarak 1999'da 1500 adet basılan “Osmanlı Simitçileri Kasîdesi” Nuri Pakdil'in beyit tarzında yazdığı şiirlerden oluşan “Sükût Sûretinde”den sonra, bu tarzda yazılan ikinci şiir kitabı.



“Sükût Sûretinde”yi Ali Göçer şerh etti ve Hece Yayınları'ndan çıkan bu kitap geçtiğimiz günlerde raflarda yerini aldı. Bu kitabı okuyup bitirdikten sonra, bazı kitapların şerh edilmesinin ne kadar elzem olduğu kanaatine vardım ve bizim edebiyatımızda şerh geleneğinin önemli bir işlevi yerine getirdiğini fark ettim.



Ali Göçer “Sükût Sûretinde”yi şerh ederek kitabın anlam alanına yeni anlam ve algı boyutları eklemiş oldu, hem de unutulan şerh geleneğimizi günümüze taşıyarak hatırlamamızı sağladı. Ali Göçer'in bu anlamlı ve titiz çalışması, zaman zaman niyetlendiğim ama bir türlü başlayamadığım bu çalışmaya başlamama da vesile oldu.


“Osmanlı Simitçiler Kasîdesi” de “Sükût Sûretinde” gibi şerh edilmesi gereken bir kitap. Bilindiği gibi Nuri Pakdil, bir dil ustasıdır. O, bütün metinlerinde yoğun bir biçimde simgesel bir anlatımı tercih eder. Bu yüzden onun metinleri pek çok çağrışıma ve yoruma açık metinlerdir. Bazen bir sözcük, bazen bir cümle, bazen de birtakım heceler, işaretler, metne çağrışım yüklü, büyülü, gizemli bir yapı kazandırır. Bu yapı metni farklı okumalara zorlar okuru. Benim bu çalışmam da böyle bir farklı okumanın karşılığı olacaktır.


Yeni Şafak Kitap Eki'nde her ay bir beytin şerhi yer alacak. Kitapta kırk beyit olduğuna göre bu çalışma kırk aylık bir süreyi kapsayacak. Bu ilk metinde kitaba adını veren ve kitabın on sekizinci beyti olan “Osmanlı Simitçiler Kasîdesi”nden başlamanın daha uygun olacağını düşündüm.



OSMANLI SİMİTÇİLER KASİDESİ


Emeğin susamı pişiren rengi


Ağıyor Pîr'den hâlâ o kırmızı


Simit hepimizin en pratik, en dolayımsız, en zahmetsiz ulaştığımız besinlerden biridir. Kimi zaman sokakta kimi zaman bir kahvede, bir kahvaltı masasında kimi zaman bir vapurda, trende yudumladığımız çaya eşlik eden son derece mütevazı bir lezzet abidesi. Çaya en çok ne yakışır derseniz hiç kuşkusuz simit derim. Simide de çay tabii. Simidin bir özelliği de zengin-yoksul ayrımını ortadan kaldırması. Onun asıl hedef kitlesi yoksullar, garibanlar olsa da zengini de, aristokratı da burjuvayı da cazibesiyle sofrasına çeker.


Cankurtaran halkası


Susamdandır markası


Kimseye karşı yoktur


Gösterişi, cakası.


Eskiden simit, simitçinin başının üzerine oyduğu bir halkanın üzerine oturtulan simit tahtasına adeta kule gibi dizilen simitlerin sokak sokak, cadde cadde gezerek ya da köşe başlarına yerleştirilen sabit tezgâhlarda satılırdı. Şimdilerde “Simit Dünyası”, “Simit Sarayı” gibi isimlerle ne pastane ne kafe, ikisinden de bağımsız simide özgü yerler açıldı. Günün her saatinde insanlar çay eşliğinde simit yiyebiliyor. Hayata sıcaklık veren, açlık bastıran, gerilim düşüren simit ne zamandan beri bu topraklarda hüküm sürüyor? Şimdi simidin tarihine kısa bir göz atalım.







SİMİDİN İLK MUCİDİ


Adı Arapça beyaz un anlamındaki samîd kelimesinden gelen simidin tarihi 14.yy'a kadar gider. Bir başka kaynakta simidin adının, eski adı “Smiti” olan İzmit'ten geldiği ve tarihte ilk simidin İzmit'te yapıldığı söylenir. Gerçi “samuad” adlı kıtır halka olarak Selçuklu kaynaklarında da geçtiği söylenen simit, Orta Asya'dan Balkanlar'a geniş bir coğrafyada bilinen bir nimettir.


Simidin Kanuni Sultan Süleyman zamanında ortaya çıktığı tarihi kaynaklarda yer alır. Hatta simidin ilk mucidinin Mihrimah Sultan'ın kızı Ayşe Hanım Sultan ile evli olan Sadrazam Şemsi Paşa olduğudur. Bu dönemde sarayda un depolarına “simithane”, padişah fırınına ise “simit fırını” denilirdi. 1593 tarihli Üsküdar Şeriye Sicilinde has undan yapılan halka biçimindeki bir çeşit ekmek “simid-i halka” olarak adlandırılmaktadır. II. Süleyman döneminde bir Mutfak Defterinde (1691) çörek ve ekmeğin yanı sıra saraya günde otuz adet halka-yı simid tahsis edildiği yazılmaktadır. Padişahlar iftar sonrası askerlere simit hediye ederlermiş. Hekim Bereket Türkçe el yazması tıp kitabı olan “Tuhfet-i Mubariz” adlı eserinin son kısmında “Tabiatname” bölümünde simitten de bahsetmektedir. Yeniçerilerin bir kolu olan “Sekban Sınıfı”na ait fırınlarda çalışmak üzere işe başlayanlara simitçi denmekte, saray fırınında “simitçi ustası” adıyla çalıştırılan ustalar bulunurmuş. Ahmet Refik'in “Hicri Onuncu Asırda İstanbul Hayatı” adlı kitabında hazine evrakına ait saray simitçileri arasında olduğu gibi fodlacılar arasında da bir meratip silsilesi yapılmasından bahseden bir evrak bulunmaktadır.



BATILI RESSAMLAR RESMETMİŞTİR


Evliya Çelebi Seyahatname'sinde Sultan IV. Murat zamanında yapılan esnaf alayında simitçi esnafından şu şekilde söz eder: “Esnaf-ı simitçiyan: Dükkân 70, neferat 300, pîrleri Reyyan-ı Hindi'dir, Selman belin bağlayup İmam Hasan'a ve Hüseyin'e simit halka hedaye getürüp ol Şehzadenin hizmetinde olurdu. Kabri Mısır diyarında Kına şehrinde Abdürrahim Kınarî cenabinde metfundur, Kuddise Sırrıhü'l-Azîz.”


Sultan II. Ahmed'in annesi Valide Sultan'ın sofrasına her gün altı has ekmek ve diğer ekmek ve çöreklerin dışında on iki adet de halka simit getirildiğinin kayıtlara geçmesi, simidin Osmanlı sarayında beğenilen bir besin kaynağı olduğunu göstermektedir. 14.yy'da Osmanlıda simit çeşitli vesilelerle karşımıza çıkıyor. Örneğin Avrupalı ressamlar eserlerinde simit ve simitçilere sıkça yer vermişlerdir. Bunlardan en ünlüsü İtalyan ressam Giovanni Birindesi'dir. Abdülmecit devri İstanbul'unu anlatan gravürlerin çoğunda simitçiler bulunmaktadır.


Susam piştikçe simide hoş bir rayiha ve lezzet katar. Her zaman simidin çıtırı tercih edilir ve taze yenir.


Eskişehir unundan


Yeni çıktı fırından


Taze simiiit


Nakaratı çocukluğumda simitçilerin dilinden düşmeyen bir nakarattı. Beyitte kırmızı renge vurgu yapılması bu sıcaklığı hissettirmek içindir. Beyitte geçen pîr de büyük bir ihtimalle simitçilerin pîri Reyhan-ı Hindî'dir. Bembeyaz susamın fırında piştikçe kızarması ve renginin kırmızıya dönüşmesi, simidi ateşin değil, emeğin rengi olan bu kırmızının pişirdiğine şairin bir düşlemidir.



DERVİŞİN ÇİLESİNİ HATIRLATIR


Kasîde şiirimizin en eski türlerinden biridir. Beyitler halinde yazılır ve yedi bölümden oluşur. Nesib bölümüyle başlar, dua bölümüyle biter. Konularına göre de tevhid, münacat, na'at, medhiye, mersiye, hicviye olarak adlandırılır. Osmanlı Simitçiler Kasîdesi de bir medhiyedir. Hamurun fırında pişerek kızarması ve çıtır bir simit haline gelmesi serüveni bir bakıma dergâhtaki dervişin çile çekerek insan-ı kamil yolculuğuna bir işarettir.



Şairin bu beyitle neyi murat ettiğini tam olarak bilmemiz imkânsız. Ama bu beyti okuyan herkesin simidin aziz ve leziz bir nimet olduğunu fark etmesi mümkündür.





#Osmanlı Simitçiler Kasîdesi
#Kasîde
#Evliya Çelebi
9 yıl önce