|

Sinema ve inanmış insanlar

Yeni Şafak
04:00 - 24/06/2015 Çarşamba
Güncelleme: 21:03 - 23/06/2015 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
DOÇ. DR. MURAT SOYDAN

İZMİR KATİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ


Sanatın tüm dallarının dönüştürücü olduğu kanaati, sürekli kendini yenilemiştir. Bu çerçevede sanatın aşkın bir hüviyetinin olduğu ve farklı olana engel olacağı düşünülmüştür. Bu yüzden farklı bir sanatsal anlayışının ortaya çıkması da mümkün görünmemiştir. Çünkü bu alanda kurulan hegemonya, çevreden gelen ve sanatsal üretime ortak olmak isteyen ötekilerin dönüşeceği üzerinedir.


Anlattıklarımızı Türkiye pratiğinde somutlaştırabiliriz. Çünkü Türkiye'de her kavram hâkim kurucu ideoloji tarafından inşa edilmiş ve kazanımlar, bir dogma gibi sahiplenilmiştir. Bu dogmalar belli dönemlerde sınanmış ancak bunu yapanlar disipline edilmişlerdir. Sanatın dönüştürücü ve dogmatik olduğuna dair tez, 1960'dan sonra, özellikle sinemada, tartışılmaya başlanmıştır. O döneme kadar sinemayı dindışı bir alan olarak gören muhafazakârlar, önce Hazretli filmler sonra da Milli Sinema akımının filmleriyle, ama daha çok ikincisinin filmleriyle, sinemaya ilgi duymuşlardır. Ancak bu ilgi, iki sebepten dolayı azalmıştır. İlki; muhafazakâr iş adamlarının sinemaya ilgisizliğidir: Sinemayı doğrudan para kazanacakları bir alan olarak görmedikleri gibi, kendilerine uygun filmler olmadığı için mesafeli olmuşlardır.



İNANMIŞLARA PROPAGANDA


İkincisi ise takip edilen sinema anlayışında içeriğin, biçimin önünde olmasıdır. Bunda sinemanın ne olduğu ve ne olması gerektiğine dair yapılan tüm tartışmaların, içerik üzerine olmasının önemli bir etkisi vardır. Milli Sinema, Milli Türk Talebe Birliği sinema kulübü, Akıncılar Grubunun, Biçimi öz belirler, öz de milli olandır şeklinde özetlenebilecek sinema tartışmaları, 1960'lı yıllar için anlaşılabilir. Çünkü sinema o yıllarda etkili bir araç ama muhafazakârlar açısından malayani bir uğraştır. Bunun için ilk akla gelen sinema filmlerinin içeriğini İslami hizmetlere destek olacak şekilde değiştirmektir. Böylelikle daha önceden sinemayı din dışı gören muhafazakârlar, sinema salonlarına çekilmiş olacak ve dolayısıyla sinema filmleri vasıtasıyla hâkim ideolojinin dışında başkaca bir ideolojinin de olduğu kitlelere duyurulmuş olacaktır. Bu başlangıçta başarılı olmuş ancak sonraları sinema, inanmış insanların, inanmış insanlara propaganda yaptığı bir araç haline gelmiştir. Ayrıca bu filmleri izleyen ama kendini muhafazakâr olarak görmeyen kitle de oyuncularının vaaz veren birer hoca efendi ve hoca hanım olduğu filmlerden uzaklaşmıştır.


bugünkü durum nasıl?



İlk olarak ben zaten sinemaya gitmem tavrı muhafazakâr iş adamalarında sürmektedir. Bunu son 13 yıllık dönemde, her alanda kat edilen gelişmelerle, genelde sanat özelde ise sinema ile karşılaştırdığımızda görebiliriz. Bununla birlikte, toplumu inşa edenin sanat ve dalları olduğunu kabul eden muhafazakâr bir kesim de var. Maruz kaldıkları mesajların kaynağını fark etmiş durumdalar ve bu alanın boş bırakılmaması gerektiğinin de bilincindeler. Bu doğrultuda vakıf, dernek çalışmaları yanında sinema merkezleri, tasarım merkezleri, güzel sanatlar kursları düzenleyip, buralarda insan kaynağı yetiştiriyorlar. Ancak önemli olan bu farkına varmanın güçlü bir şekilde, sanatın her dalında, ürün ile fiiliyata geçmesi ve sürekliliğin sağlanmasıdır.



İkinci olarak içeriği biçimin önünde görme anlayışı, yönetmenler açısından değişmiştir. Böylece yalnızca kendileri gibi olanların değil, kendilerine mesafeli olanların da izleyebileceği filmler üretilmiştir. Bunda biçimsel olarak gelişmişliğin çok önemli payı var. Bu sayede propaganda yapmadan, sinemanın temel ilkelerini kullanarak, anlatmak istediklerini sinematografik hale getirmiş ve sunmuşlardır. Bu sanatsal duruş hem içerikte hem de biçimde yüksek sanat ürünü ortaya koymak, kendi hedef kitlesinin estetik seviyesini yukarı çıkarmaya da hizmet edecektir.



SİNEMAYI AYNI ŞEKİLDE TARTIŞIYORUZ


Son olarak, entelektüel sermayeye bakacak olursak, temel sıkıntının burada olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü sinema ve din tartışmaları genelde, neden bizi ve dinimizi böyle kötü gösteriyorlar? naif tavrı ile sınırlıdır. Fakat asıl önemli olan, sinemanın halen aynı şekilde tartışılıyor oluşudur. Analiz edilen bir nesne olmak hem dinin hem de o dinin muvafıklarının asla kurucu özne olarak bu alanda yer alamayacaklarını göstermesi bakımdan önemlidir. Bunun önüne geçmek için ise film üretecek kurumların sayısını artırmak ve buralarda uygulamaya dönük çalışmalar yaparak sürekli film üretmek gerekmektedir.



Özetle tartışılması gereken, genelde sanatın tüm alanlarında özelde ise sinemada üretimi yapacak insanların sayısı nasıl artırmalıdır sorusudur. Bu soru sağlıklı bir şekilde cevaplandırılmadığı sürece, 50 yıl sonra da benzer tartışmalar devam edecektir.






#sinema
#sanat
#propaganda
9 yıl önce