|

Siyasal ötanazi talebi

Terörden bir tarz-ı hayat kaygısı çıkarma, laiklik üzerinden Türkiye’nin asıl iktidarının bu zinde güçler, seküler elitler, Kemalist milliyetçiliğin aktif tek resmi ideoloji olduğunu terör gündemiyle partileri tesirine alarak anlatmaya yöneliktir. Tarz-ı hayat neocon diliyle muhalefet, mağduriyet söylemiyle efendilik hakkını kullanma manasına da getiriliyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 9/01/2017 Pazartesi
Güncelleme: 00:16 - 9/01/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Ercan Yıldırım


Patlayan her bomba, gelen her haber, ekranlara düşen her “son dakika” ikazları tedirginliğimizi zirveye çıkarıyor, kaygılarımızı katladıkça katlıyor.



Gezi olaylarından bugüne kadar süregelen “teyakkuz” hali anlaşılan mahallenin kamusal figürlerinin, aydınlarının, okur yazarlarının iradelerini, dirençlerini zafiyete uğratacak korkulara, endişelere sevk ediyor.



İyiden iyiye kontrolü kaybetme, sinir harbine yenik düşme tehlikesinin eşiğindeyiz. Mahallenin siyasetçileri, okur yazarları devlet ve iktidar olmanın maliyetiyle belki de ilk defa bu kadar net karşı karşıya kalıyor.



Gezi öncesinde sol-liberallerle, AB ile kurulan ittifakların garantici ortamının sağladığı konformizm bitip sahiden iktidar meseleleriyle birebir yüz yüze gelince dirayet, irade, soğukkanlılık tükeniveriyor. Gelen her haber bünyemizden, ruhumuzdan, beynimizden bir parçayı da yanında götürüyor; aynen Gezi sonrasında başlayan “darbe fırtınası”nın planladığı gibi... Türkiye'nin beka meselesini ontolojik boyuta çıkaran “karanlık güçler”, dünya sistemi milleti, iktidarı yavaş yavaş, sindire sindire, parçalar koparta koparta tüketmek, daha da kötüsü bize “ötanazi” yaptırmak istiyor. Bunun devamında tabi ki millet nezdinde “itibar kaybı”na bağlı olarak, taşlatma süreci de var.



Öyle görünüyor ki, sistemin bu planına karşı ya gerçekten Türkiye, iktidar ve çevresi sağlam bir direnç gösterecek, iradeyi sağlamlaştırıp, mücadele azmini yükseltecek ya da psikolojik harbi kaybedip, önce zihinlerde ve yüreklerde beyaz bayrağı sallayacak. Bu bir tercih, bu, “kazanımların kaybedilmesi”nin ötesinde bir eşiğin aşılıp yeni zeminin sağlamlaştırılması meselesi...



TERÖR AYRIŞTIRMADI, BİRLEŞTİRDİ...


2013 sonrası darbe fırtınası Recep Tayyip Erdoğan ve iktidarı zayıflatacağı yerde güçlendirdi; Gezi'nin, 17-25 Aralık-15 Temmuz darbe girişimlerinin, hendeklerin ve canlı bomba saldırılarının hep millet varlığının kıyısında duranlar, marjinaller eliyle gerçekleştirilmesi, itiraf etmeli ki milli kimliğimizi, millet irademizi de kavileştirdi.



Suriye'ye düzenlenen Fırat Kalkanı operasyonunun Kemalistler, ulusalcılar tarafından bile desteklenmesi, İstanbul'da polise, Kayseri'de askere yapılan saldırılar hatta Rus elçisi suikastı bile ayırt edilmeksizin Yüksekova'dan sahillere kadar herkesi “biz” duygusuna yöneltti... Reina saldırısı ise işte tam da bu ortamda “farklı hayat tarzları”nın kenetlenmesini kıracak, niyetleri taşımasa da o sonuca götürmeye matuf propagandaya neden oldu.



Terör saldırısını düzenleyenlerin sadece “güçlü bir sosyoloji bilgisi”ne sahip olmadığı aynı zamanda “Türkiye'deki siyasal kırılmaları” da iyi bildiği bunun da ötesinde Cumhuriyet'in kuruluş ilkelerini ve direnç odaklarının hassas noktalarını da hesap ettiği gözüküyor. Reina saldırısı bir anlamda Cumhuriyet'in temel ilkelerinin neler olduğunu toplumun hemen her kesimine hatırlatma, aba altından sopa gösterme vesile de oldu, işlendi.



Tarz-ı hayat meselesi Cumhuriyet'in 1924'ten sonra girdiği yolda belirleyici konuların başında geldi; inkılaplara ruhunu veren bir konu değildi ama sistemin işleyişinde temel ölçü birimi olmayı sürdürdü.



MODERNLEŞTİRME YÖNTEMİ OLARAK TARZ-I HAYAT


Cumhuriyet baloları bu anlamda en büyük kamusal alandı; devletin çalışacağı elitler orada arz-ı endam ederken temel ilkeleri sindirip sindirmediği ölçülüyordu. Bu bakımdan erken Cumhuriyet'te tarz-ı hayat ile laiklik bir arada işlendi, algılandı, yürütüldü. Osmanlı bakiyesi aydınlardan, millet varlığına kadar her kesim kara çarşaflı, takunyalı, yobaz kimlikleri ile şapkalı, içkili, çağdaş kıyafetli, ilerici portreleri arasında tercih yapmak mecburiyetindeydi.



Kemalistler buna “medenileştirme” adını verdi; aynen sömürgeci mantığında olduğu gibi Türk milleti tarz-ı hayat tercihleriyle medenileştirilecekti. Kemalizm bu medenileştirmeyi tabana yayamadı, her zaman elitist kaldı, modernleştirme hareketlerinin en cebri olanı ama en başarısızıydı... Demokrat Parti ve muhafazakar kesim milleti çok daha hızlı, acısız, sancısız modernleştirmeyi başardı. Sistemin elitleri bu durumu bildiği halde cebren medenileştirme ameliyesinden hiçbir zaman vazgeçmedi, kendi özerk alanlarını tahkim ederken yine yöntemlerini geçerli kılmanın mücadelesini verdi.



Aslında açıkça söylemek gerekir ki, Kemalist elitizmin tarz-ı hayattan anladığı sadece içki içmek, tesettür dışı kıyafet giymek, daha da özelde başını örtmemektir. Buna son yıllarda lüks restoranlarda mescid yapılmasını, ezan sesinin yüksekliğinden rahatsız olanları da eklemek gerek...



Kemalist kamunun medenileştirme programında hızlı ve fakat kanlı bir acelecilik vardı. FETÖ olayı gösterdi ki baş açmak, içki içmek tarz-ı hayatın göstergesi olamaz. Reina saldırısından sonra ortaya çıkan tarz-ı hayat kaygısının laikliğe evrilmesi Kemalist milliyetçiliğin ve elitizmin yeniden ipleri eline almak için zinde güçlere, terör gündeminde kenetlenmeyi başaran sahillere, seküler kesimlere bir çağrıdır; Başkanlık referandumu için siperleri kazmaya, toplumsal yarıkları daha da genişletip yönetilemez bir Türkiye'nin imkanlarını zorlamaya, yeni bir darbe ihtimalinde demokratlığı bir süreliğine rafa kaldırmaya çağrı...



Yoksa laik cenahın, Cumhuriyet elitinin tarz-ı hayatından bir yüksek kültür, Türkiye'yi ileri taşıyan sanat, hakikaten çağdaş uygarlığın seviyesini aşan, resim, müzik, sinema, tiyatro çıkmış değil. Evlenme programlarının izleyici grubunun en seçkinleri tarafından reytinglerinin yükseltildiğini düşünürsek içki ve başörtüsüne kilitlenmiş tarz-ı hayat kaygısının bu süre zarfında Türkiye'yi önüne katabilecek bir yüksek kültürü üretemediğini tam tersine avamiliği, lümpenliği tetikleyip desteklediğini söylemek gerek.



Tarz-ı hayatı laikliğe ve sekülerliğe kilitleyen kesimler, Cumhuriyet'in bu ilkeler doğrultusunda inşa edildiğini, genetiğinin bozulamayacağını belirtir; üstüne bir de İslami olanı lanetlemeyi de eklemeyi ihmal etmez. Halbuki yine İslami kesimin zenginleşmesinden, sitelere hapsolmasından, İslami tatil mekanlarının çokluğundan rahatsız olanlar yine aynı merkezler. Dolayısıyla tarz-ı hayat korkusu kendi yaşadıklarının sorgulanmasına değil, İslami kesimin seküler içinde yeni sentezler geliştirmesine, kamuyu bölüşmesinedir.



İyiden iyiye hızlı modernleştirmeyi Kemalist elitler değil İslamcı-muhafazakarlar yürütüyor; kavganın bir tarafında bu erke sahip olma çabası yatıyor.



TÜRKLER YENİLEBİLİR FİKRİNİ UYANDIRMAK


Terörden bir tarz-ı hayat kaygısı çıkarma, laiklik üzerinden Türkiye'nin asıl iktidarının bu zinde güçler, seküler elitler, Kemalist milliyetçiliğin aktif tek resmi ideoloji olduğunu terör gündemiyle partileri tesirine alarak anlatmaya yöneliktir. Tarz-ı hayat neocon diliyle muhalefet, mağduriyet söylemiyle efendilik hakkını kullanma manasına da getiriliyor.



Sadece Kemalistler değil milliyetçi-muhafazakar kesimler de “Türkiye yıkılmayacak” derken, İslami kesime efendilik dilini tekrar dayatmaya, “ülkeye bir şey olmaz, sizin iktidarınız biter” demeye getirir.



Türkiye'yi hala laiklikle, içkiyle eşitleyen geniş bir kitle var!



Reina saldırısında, hedefler farklı olsa da topluma devletin aslî genetiğini hatırlatan bir sonuç, propaganda tüm siyaseti, kamuyu, matbuatı etkisine aldı.



İçeriğine görünen dindarlığı katarak zenginleşen Kemalist milliyetçilik, krizlerle, her gün yenilenen kaos sahneleriyle, terör olaylarıyla yaygınlığını artırıyor. Beka meselesini defetmek isteyen İslami kesim ise bu çağrıya kulak kabartırken dirayetsizliği nedeniyle bir an önce ara formülde buluşmayı talep ediyor.



Kriz yönetimi, şoku atlatma süreci konularında acemilikle birlikte çapsızlık, dirayetsizlik, yeteneksizlik matbuata, kanaat önderlerine hakim olduğu için entelektüel nihilizm döneminde sistemin teklif ettiği “ötanazi hakkı”nı sonuna kadar kullanmayı isteyecek kitle gittikçe genişliyor.



Sistem, kendisi öldürmek istemiyor, bizim ötanazi yapmamızı bekliyor...



Beka meselemiz İnebahtı'da düşmanın, “Türkler yenilebilir” fikrine sahip olmasıyla ortaya çıktı; “Türkler vatansız kalabilir” görüşü normalleşir, “kontrolü kaybettiler” intibaı kesinleşirse bu sefer gerçekten ötanazi isteyebilecek duruma geliriz.





#Terör
#Laiklik
#Reina saldırısı
7 yıl önce