Din ile daha sıkı ilgileri olduğu kabul edilen kişiler, dijital hayatın, bâhusus sosyal medyanın sunduklarını 'nimet' olarak nitelerken tereddüt etmedikleri için, bu sorulara kendi kaynaklarından cevap arama derdindeler sadece.
Onun için “evlere kapılarından girin” (Bakara 2/189) emrini dile getiriyorlar. Öyle ya, internetteki kişisel alanımız da bir tür evimiz sayılır; evlere kapılarından girmemiz gerektiği gibi 'müslüman kardeşinin' dijital mekânlarına da onun rızasına muvafık şekilde girmek ve çıkmak gerek. “Başka evlere izin alıp selam vermeden girmeyin” (Nur 24/27) emrini hatırlatıyorlar; demek ki, bu ayetlere muhatap olduğuna inananlar, benim portal'ımda, podcast'ımda, blog'umda, page'imde yer alan verileri haberim olmadan kullanmamalı. Elhak, doğru diyorlar; herhalde birisinin ikamet adresini keşfedip, rızası olmadan ifşa etmek ya da belirli kişilere özel erişim sağladığı fotoğrafları âleme yaymak câiz olmamalı. Üstelik bu konuda cümle kurarken, İslâmî terminolojiden intikal etmiş bir kavramı kullanmaya dikkat ediyorlar: 'mahremiyet'. Internet üzerindeki özel hayatımızın dışarıya karşı korunmuşluğuna mahremiyet deyince, 'daha İslamî' oluyor. Böylece İslamiyet'e dair hafızamız bu son derece yeni tartışma alanının yanına ilişiyor; Arapça bilmeyenler bile kelimenin haramla, haremle, hürmetle, mahrumiyetle, nâmahremle irtibatını hissediyor. Ancak nedense mahremiyeti korumak denildiğinde herkesin aklına dışarıdan müdahale geliyor....