|

Umberto Eco’nun ardından

Rahatsızlığına rağmen hastanede yatmak yerine evinde çalışmayı tercih eden dünyaca ünlü yazar Umberto Eco, 19 Şubat gecesi aramızdan ayrıldı. İtalyan yazarın bu gidişinden geriye onlarca kitap, düşünce ve isminin önünde birçok unvan kaldı.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/04/2016 Çarşamba
Güncelleme: 02:11 - 12/04/2016 Salı
Yeni Şafak
ADNAN ÖZER


Dante Alighieri, İlahi Komedya'da Yedinci Manzume'nin başında şöyle seslenir: “Pape satan, pape satan aleppe!” (“Baba Şeytan, baba Şeytan, dikkat”). Aslında seslenen, eserde olduğu gibi “boğuk sesiyle haykıran”, servet tanrısı Plutos'tur ve İblis'e dikkat çekmektedir, cimrilerle savurganların bulunduğu daireye muhafızlık yapan, efendisi İblis'e... Umberto Eco, bu bütünüyle alegorik eserde yer alan nidayı son kitabına başlık yaptı: Pape Satan Aleppe (altbaşlığı Cronache di una societa liquida - Akışkan Bir Toplumun Günlüğü). Eco bu başlıkla, servet hırsına kapılanlara sesleniyor olsa gerek, kendi veda mesajı olarak.



Geçtiğimiz 19 Şubat gününün gecesi vefat eden Umberto Eco, hastanede kalmayı reddedip mukadder sonu evinde karşılamayı seçmişti. Ardından gazetelerde “İtalya yasta”, “Şimdi daha fakirleştik”, “Her şeyi bilen adam” gibi başlıklar çıksın da istemiyordu. Filozof, yazar, akademisyen, gazeteci, eski kitaplar eksperi, Milano'da Castillo Meydanı, 13 numaradaki evinde, yanında eşi ve iki çocuğu olduğu halde bekledi ölümü. Yatağında değil, çalışarak. Hep yapacak işi olan aşkın entelektüel, 2000 yılından bu yana haftalık L'Espresso gazetesindeki La bustina di Minerva adını verdiği köşesinde yazmakta olduğu yazılardan bir kitap oluşturacaktı. Oluşturdu da. Geçtiğimiz yıl Kasım ayının sonlarında Mondadori ve Rizzoli yayınevlerindeki kimi editör arkadaşlarıyla La Nave di Teseo adıyla yeni bir yayınevi kurmayı kararlaştırmışlardı. Pape Satan Aleppe işte bu yayınevinden çıkacaktı. La Nave di Teseo'nun 2016 başında kurulduğu biliniyor. Yayınevinin aktif editörlüğünü de, yine kurucularından olan yazar ve film yönetmeni Elisabetta Sgarbi üstlenmişti. (Kuruluşuna Eco'nun 2 milyon Euro katkı yaptığını söyleyelim de girişimin önemi anlaşılsın.)



Eco'nun L'Espresso'daki yazıları herhangi bir köşe yazısına benzemezler; politik, ekonomik ve kültürel seminerler demek daha doğru olur. Sgarbi ve Eco kitap için seçilmiş 10 semineri gözden geçirdiler, tam 470 sayfalık metni. Lâkin okuma kültürünün yiğit savunucusu kitabının çıktığını göremedi. 19 Şubat Perşembe gecesi yerel saatle 21:30'da kendisini iki yıldır pençesine almış pankreas kanseri galip geldi. Yaşamı boyunca en yakın arkadaşlardan biri olmuş jazz akordionisti Gianni Coscia, La Stampa gazetesine verdiği beyanatta “Beklenen sonun bu kadar çabuk geleceğini düşünmedim” diyecekti.



REKORLA VEDA ETTİ


Kitap 26 Şubat günü İtalya'daki kitapçılara sunuldu ve daha ilk gün 75 bin satışa ulaştı. Bu İtalya'da tüm zamanların rekoruydu. İtalya, 1980'li yıllarda “Gülün Adı”, “Foucault Sarkacı” adlı romanlarıyla büyük bir çıkış yapan bilge yazarını onun göremediği bir rekorla uğurluyordu; bir toplum eleştirisi kitabına sarılarak. Bu da açık görüşlü bir entelektüelin verdiği son ders olarak tarihe kaydedilmiştir.



Kitaplardan söz etmeden Eco'yu anmak mümkün değil, neyse ki bu kurgusal kolaylık da sağlıyor. Aksi halde, bilgelik bakımından Pierre Bayle, Jean le Rond D'Alembert ve Diderot, düşünür olarak da Russell ve Isaiah Berlin katında görülen bir zekayı değerlendirmeye çalışmak gibi nafile bir işe girişmiş olacaktık. Semiotik (göstergebilim) alanında çalışmaları bakımından da Roland Barthes, Chistian Metz ve Yuri Lotman'ın önceki çalışmaları kapsamında ilişkilendirmelerle, edebiyattan sinemaya zorlu bir alan karşımıza çıkacaktı.



SOSYAL MEDYA APTALLAŞTIRIR


Türkiye Eco'yu “Gülün Adı” romanıyla tanıdı ve sevdi. İtalya'da 1980 yılında çıkan romanın Türkçe'de görünmesi 6 yıl sonra oldu. Romanın Türkçe'de yayınlanması bir iki yıl gecikti diyebiliriz. Şimdilerde Batı'da tutmuş romanların kitapçılarımızda yer almaları süreci çok daha kısaldı. Bu bakımdan tam bir küreselleşme içindeyiz. Bunu bir tarafa koyalım. Eco'nun bu romanı, uzmanı olduğu Hıristiyan Ortaçağı'nı anlatmak için vesile yaptığını ileri süren kimi Batılı eleştirilerin bizim edebiyat ortamımıza yansımasıyla yayıncılarımız az da olsa tereddüt geçirdiler. Roman yayınlandığında ise etkisi aksi yönde oldu; kazanan kurguydu, “tarihi roman” adına böyle postmodern tasarımlardan korkulmamalıydı. Sonra bazı akademisyen ve entelektüellerimiz bu örnekten aldıkları cesaretle başarılı romanlar kaleme aldılar.



Bunun verili edebiyata yansıyan yönü de var. Eco bu eleştirilere gayet ironik bir şekilde cevap verdi: Ben hafta sonları roman yazan bir akademisyenim. Daha da ironiği kurgu konusunda kendisini sıkıştırmaya kalkanlara verdiğidir: Jinekologlar da aşık olur. Açık Yapıt ve Yorum ve Aşırı Yorum gibi önemli kurgubilim eserlerine imza atmış “obur entelektüel”in profesyonel defermasyon sorununa karşı reçetesi olmadığı düşünülemezdi.



'Umberto Eco'yu nasıl bilirdiniz' sorusuna vereceğimiz yalın bir cevap var; sinik, monden, Montaigne'den daha şüpheci bir düşünür elbet, ama ileri görüşlüydü. Bunu bugün daha iyi anlıyoruz; yenilerde söylediği “sosyal medya kalıcı aptallık yapıyor” tespiti bir yana, daha 1995 yılında The New York Review Books'a yazdığı (Ur-Fascism) yazıda “Donald Trump bir faşisttir” demişti. Umberto Eco çok okunsun, çok konuşulsun...


#Umberto Eco
#Dante Alighieri
#İlahi Komedya
#Yedinci Manzume
8 yıl önce