|

Ümmet bilinci susuyor cedelciler konuşuyor

Yeni Şafak ve
04:00 - 26/12/2016 Pazartesi
Güncelleme: 00:30 - 26/12/2016 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


İslam dünyası toplumlarında, değişim ve üretim bilincinin kaybıyla birlikte, tarih ve medeniyet bilincinin de çok büyük bir kayba uğradığını biliyoruz. Bu bilgi, toplumlarımızda yaşanan çöküşün bir kader olmadığı gerçeğine işaret ediyor. İslam dünyası toplumlarında, halklar, kültürler, siyasetler; tarihi, tarihsel kişilikleri ve eserleri anlamak, bunları sorgulamalara tabi tutarak değerlendirmeler, çözümlemeler yapmak yerine, tarihi/tarihi kişilikleri/tarihi eserleri tarihsel kişiliklerin eylemlerini kutsallaştırarak, hangi bağlamda olursa olsun, hiç bir yeni çalışma yapmaksızın, tarihin bütün zaaflarını, inhiraflarını ve yanlışlarını çok büyük bir bağnazlıkla sahiplenme yolunu seçmişlerdir. Bu bağlamda, kaydedilmesi gereken en büyük inhiraf, Kur'an-ı Kerim'in metafizik/mistik/batıni bir yoruma tabi tutularak, insan ve fiziki dünya ile teması kesilmiştir. Yukarıda sözünü ettiğimiz bu bağnaz sahiplenme İslam toplumlarına yeni bir çıkış yolu bırakmamıştır.



BÜYÜK FİKİRLER DEĞİL BÜYÜK SAYILAR ÜRETİYORUZ


Toplumlarımızda bugün, düşünce-kültür-ilahiyat hayatımızın bir çıkış yolu aramaları gerekirken, bugünün asıl konuşulması gereken gerçekliğiyle hiçbir ilgisi bulunmayan soyut sorular, soyut sorunlar, soyut suçlamalar merkezinde yeni bir cedelciliği-haşiyeciliği başlatmış ve sürdürüyor olması ibret ve utanç verici bir gelişmedir. İslami paradigmayı yeniden düşünerek yapılandırmaya hiç bir suretle cesaret edemeyenler, günümüzde yankı bulabilecek hiç bir düşünceye ve fikre sahip olmayanlar tarafından gündeme getirilen cedelcilik ve haşiyecilik bugün, nerede durduğumuza işaret etmesi açısından çok düşündürücüdür.



Toplumlarımız yeni bir tarih ve medeniyet inşası konusunda hiç bir sistematik çalışma yapmadıkları için, hayatlarımızı, modern tarihin kıyısında, büyük fikirler üreterek değil, büyük sayılar üreterek geçiriyoruz.



Müslümanlar olarak, tarih ve medeniyet bilincini, ufkunu, sorumluluğunu, birikimini kaybetmemiş olsaydık, tarihin ve medeniyetin, hangi kültür dünyasında olursa olsun, üretim merkezlerinin ve değişik dinamiklerinin, fikirlerinin, niteliklerinin değişmesi ile mümkün olduğunu anlayacak, bu doğrultuda yeni bir tercihte bulunacaktık. İslam Müslüman olanlara ve olmayanlara birlikte hitap eder. Ümmet etnik özgünlükleri içerdiği gibi, farklıların ve çeşitlililiklerin özgünlüğünü ve özgürlüğünü de içerir. Döneminde, dünyaya, İslami bilimi ihraç eden Beyt-ül Hikme'de çok sayıda Hıristiyan öğrenci öğrenim görmüştür. Hıristiyan Patrikliği Bağdat'ta (750) Abbasi yönetiminden çok büyük bir ilgi ve himaye gördü. Patrik'lik bütün dünyaya Bağdat'tan seslendi. Hıristiyanlar da devlet bürokrasisi içerisinde önemli görevler aldılar.



İNSANİ SINIRLAR PERVASIZCA ÇİĞNENİYOR


17'nci yüzyıldan bu yana, toplumlarımızda bilimsel üretim-araştırma durdu, durduruldu. Bunun yerini cedel ve haşiyecilik aldı. Haşiyecilik ve cedel sebebiyle dini hayatta safsatacılık büyük kitlelerin ilgisini celbedebilecek bir noktaya geldi. Nizameyi medreselerinde yalnızca öğretim yapılmıyor, aynı zamanda bilim üretililiyor. Bugün bilgi adına her ne varsa, Batı'dan ithal ediyor, bunun yanında, bağnazlık, aşırılık, ilkellik, taşralılık vb ihraç ediyoruz. Yeni bir üretkenlik dönemini, yeni bir değişim bilincini konuşmamız gerekirken, İslami kamuoyunun bu gibi hayati konuları hiç mi hiç konuşma ve tartışma ihtiyacı duymaksızın, cedelcilerin/haşiyecilerin pespaye suçlamalarıyla meşgul olmaları hayret vericidir. İslam'ın entelektüel ifadesine güç yetiremeyenler, İslami, insani, ahlaki bütün sınırları aşma pahasına utanç verici ilkellikler sergileyebiliyor.



Günümüz dünyasında, İslam dünyasında da, her tür insani, ahlaki ve vicdani sınırlar pervasızca çiğneniyor. Bu sınırların kimi bencillikler ve keyfilikler adına aşılabildiği/çiğnenebildiği bir dünyada, iyilerden ve iyiliklerden söz edebilmek her geçen gün çok daha zor hale geliyor.



Ümmet onuru ve bilinci susuyor, cedelciler konuşuyor.



Etkin ya da mezhepçi aidiyetler, bağlılıklar, aşırılıklar ve ihtiraslar adına, masum insanların/çocukların/kadınların canlarına kastetmekten, kanlarını dökmekten daha korkunç bir cinnet/felaket/kötülük olamaz. Burada kaydetmek gerekir ki, bu cinneti, kötülük ve felaket islam ümmetinin hayatiyetine kastedecek bir noktaya gelmiştir.



KÜLTÜR ÖTESİ BİR KİMLİK ALGISI LAZIM


İçerisinde yaşadığımız dönemde karşı karşıya bulunduğumuz kirli gerçekler, İslam dünyası toplumlarının, İslami temelde, hiç bir entelektüel/bilimsel/kültürel stratejiye sahip olmadıklarını gösteriyor. İslami bir stratejiye, algı ve bilince, ümmet ahlakına sahip olsaydık, İslam toplumlarının kamusal entelektüelleri, düşünürleri olsaydı, homojenleştirilmiş etnik ve mezhepçi topluluklar adına konuşmak gibi, bu tür topluluklar oluşturmak gibi bir kaygısı ve hesabı asla olmayacaktı.



Ulusal kimliklerin otoritesini, mezhepçi kimliklerin otoritesini meşruiyet kaynağı olarak alan bir zihniyet sebebiyle içerisinde bulunduğumuz günlerde, Türkiye ile İran arasında yaşanan gerilim ve ölçüsüz suçlamalar, kimlik politiklarının duygusal bir bağlamda ideolojikleştirildiğini, ulus-devlet çıkarları, kavram ve kurumlarıyla sınırlandırıldıklarını gösteriyor, Müslümanlar olarak, Müslümanlara yakışacak şekilde, ideolojik-etnik-mezhepçi kimlik politikalarını aşarak, kültür ötesi bir kimlik algısı oluşturabilmiş olsaydık, bugün karşı karşıya bulunduğumuz perk çok sorunla hiç karşılaşmamış olacaktık. Bu tür kimlik yaklaşımlarını aşamadığımız için dünyaya ve kendimize ilişkin ufkumuzu karartan ve kapatan bir yaklaşımı sürdürüyoruz. İnsanlığın dünyasında kimi egemenlikler adına, homojenleştirme girişimlerine tevessül etmek, ulasalcı ve mezhepçi homojenleştirmeler adına, hangi ulus ve hangi mezhep için olursa olsun, gelenekler ve kutsallıklar icaret etmekten daha vahim bir şey olamaz.



#İslam dünyası
#Mezhepçilik
#Beyt-ül Hikme
7 yıl önce