|

Mor ve sarı gibi aşk da hastalıklı

“Morsarı” ve “Kırık Odada Kırk Ayna” isimli, kırkar şiirden oluşan iki kitabı tek kitap halinde yayınlanan Sıddık Ertaş, renklerden yola çıkarak aşkın hallerine ulaşıyor

Nurettin Durman
00:00 - 22/07/2011 Cuma
Güncelleme: 22:39 - 21/07/2011 Perşembe
Yeni Şafak
Mor ve sarı gibi aşk da hastalıklı
Mor ve sarı gibi aşk da hastalıklı

Kuyuya Düşen Harfler ve Şiirlerle Peygamberler Tarihi kitaplarının yazarı şair Sıddık Ertaş'ın Morsarı + Kırık Odada Kırk Ayna isimli yeni şiir kitabı İstanbul Yayınları arasından çıktı. Kardelen Dergisi'nde yayınlanan ilk şiirinden bu yana takip ettiğim ve doğru yolda olduğuna inandığım Ertaş'ın yeni kitabının da şiiri yolunda önemli bir durak olduğunu söyleyebilirim. Bir uzun yol seyahatinde sohbet etme fırsatı bulduğumuz Ertaş'la geçmişten geleceğe uzanan izlekte şairin şiirinde neler olabiliceğini gözden geçirdik.

Üçüncü ve dördüncü kitabınız hayırlı olsun. İki kitabınız bir arada yayınlandı.

Günümüzde kitap yayınlamak çok kolay değil artık. İstanbul Yayınları'nın, Bir Nokta Kitaplığı kapsamında bu kitabı yayınlayacağı ortaya çıkınca böyle bir fikir geldi aklıma. Elle tutulur bir hacme de kavuştu böylece.

Kitabın ismi farklı ve dikkat çekici fakat akılda kalıcılığı yok. Ne anlatıyor kitabınızın adı?

Mor, kırmızı ile mavinin karışımından elde edilen bir ara renk. Arada kalmışlığı ifade eder mi bilmem. Bir ara rengi, bir ana renkle yani sarıyla bütünlemek uygun düşmüş olmalı. Birbirini tamamlayan iki renk çünkü… İki hastalıklı renk olmaları bakımından da denk düşüyorlar birbirlerine. Kırk şiirden oluşuyor “Morsarı”. Şiirler yüzeysel bir şekilde okunduğunda bile “Morsarı”nın ne denli denk düştüğü görülecektir bence. Kırk aşk şiiri olmasına karşın hastalık sızıyor bütün şiirlerden. Belki de hastalık olan bizatihi aşkın kendisidir. Ama hiçbir şeye değişmez bu hastalığı âşık. Aşk derdinden hoş olmak, tabipten elini çekmesini istemek bundan olsa gerek. Bir yaran olacaksa bırak aşk yarası olsun.“Kırık Odada Kırk Ayna” da kırk şiirden oluşuyor. Kırık şiirler bunlar, yarım kalmış şiirler. Şiirlerin yarım kalmışlığından çok şairinin yarım kalmışlığını ifade etmeye çalışıyorum. Hayatımız boyunca hep bir şeyler ifade etmeye, söylemeye çalışırız zaten, sadece çalışırız. Asıl sözü “ölüm” söyleyecektir. Onu da biz duymayacağız. Bu, sanatçının trajedisidir bence. Van Gogh, bir şey mi söyledi sizce? Bence sadece söylemeye çalıştı trajedinin uçlarında dolaşırken. Ona da son sözü ölüm söylemedi mi? Ama yine de içimizi kemiren kurtların dile gelmesi için şiirin peşine düşmeye devam edeceğiz.

Uzun zamandır takip ediyorum Sıddık Ertaş'ın şiirini. İlk şiiriden bu güne, kendi şiirinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başından beri metafizik bir şiirin peşine düştüm ben. Elbette bunda Necip Fazıl'ın, Cahit Zarifoğlu'nun en çok da Sezai Karakoç'un etkisi var. Biliyorsunuz on yıldır Mürsel Sönmez'le beraber Bir nokta dergisinde kültürel / sanatsal bir savaşım veriyoruz. Onun, benim şiirim üzerindeki etkisi Sezai Karakoç'tan daha az değildir.

Sanırım eskisine göre şiirlerim daha rahat okunuyor. Yine de bu, şiirimin kendini hemen ele verdiği anlamına gelmez. Önceki kitaplarımda çok fazla telmih sanatından faydalandım; fakat bu yeni kitabımda daha az telmih yaptım galiba. Hatta denilebilir ki ikinci kitabım olan “Şiirlerle Peygamberler Tarihi”ni anlayabilmek için geniş bir Kur'an kültürüne sahip olmak gerekir. Bu da yetmez. Dahası Tevrat'ı, Zebur'u ve İncil'i de bilmek gerekir.

iki'li(ri)kler şiiri için ne diyorsunuz. Birbirleriyle ilgisiz beyitleri bir şiir bütünlüğünde toplamak istemişsiniz gibi…

Tamamen öyle. Bir şiir bütünlükleri yok. Zaten her beyitin -ki ben ikilik demeyi tercih ediyorum- bir diğeriyle ilgisiz olduğunu belirtmek için ikiliklerin arasına yıldız işareti koydum. Kırk ikilikten oluşuyor bu şiir de. Bunları ayrı ayrı ikilikler olarak yayınlamama nedenimiz ikinci kitabın kırk şiirden oluşmasını sağlamak içindi.

Daha önceki şiirlerinizde de bazı politik göndermeler olmuştu. Bu tavrın daha da keskinleştiğini düşünüyorum. Şu mısralarınızı örnek gösterebilirim: “ey ihale müslümanları neo emeviler / elbet sizin de devriniz geçer” , “bütün çocuk ölüler gözlerimden akıyor / özgürce uçsunlar diye genişliyor gök yüzüm” Ya da F tipi cezaevine karşı yazdığınız “F” şiiriniz… Ya da özellikle Ermenileri kastetmiş olduğunuz halde bütün ulusların kardeş olduğu vurgusunu dile getirdiğiniz “siyam” şiiri…

Hayata karşı bir tavrınız varsa bu tavrınız elbette politik konularda da belirleyici olacaktır. Çocukların ölümü bir insan için tahammül edilemeyecek denli ağır bir travmadır. Savaşta bile olsa çocukların, kadınların ve yaşlıların öldürülmesini yasaklayan Yüce Elçinin evrensel buyruğu, insanlara yol göstermeye devam edecektir. İslamcı olmaktan ve İslamcı kalmaktan kıvanç duyuyorum. Irkçılaşan Müslümanlara karşı ümmetçi kalmak direnç noktamızdır. Ne yazık ki, Müslümanlar hızla Emevileşiyor. Politik ve ekonomik bir güç haline gelmek çoğu kişiyi ahlaki bir zaafa uğratıyor. Din kardeşliğinin yerini sermaye kardeşliği almaya başladı bence. Müslümanlar sermayenin kucağına oturmaktadır günbegün. Daha kötüsü bunu rahatsız edici bir durum olarak görmüyorlar artık. Yaşadıkları gibi inanmaya başlamışlar da ondan. Gerekçeler buluyorlar kendilerine: Emevi köşklerinin kapısına Amerikan ciplerini park ediyorlar. Göbekleri şişiyor, enseleri kalınlaşıyor. Sermayenin dilini kullanmaya başlıyorlar. Böylece evrenselliklerini de kaybediyor Müslümanlar. F tipi cezaevine karşı çıkmak niye onlara zor geliyor bir türlü anlamıyorum. Devletin, komşu ülkelerle olan sorunlarının beni birey olarak bağlamayacağını, halkların kardeş olarak kalmaları önündeki engellerin yapay olduğunu anlamak gerekmiyor mu? “Bir insanı diğerinden ayırmaz parmak izi / ayırır birbirinden yüreğindeki közü” demem de bundandır. “Artık her insan vicdanını kanatmak, bilincini kırbaçlamak zorundadır” diyor ya Nuri Pakdil; bir sanatçı olarak vicdanımı kanatıyorum ben de. Kendi çağımın yozlaşmasına karşı çıkıyorum bundan daha doğal ne olabilir ki…


Bütün şairler gibi ben de farklıyım

Garip bir ironik dil de yakalamışsınız bazı şiirlerinizde… “söyle ey 'mütahit' nasıl olurdu / bir insanın ruhundan çalsaydı tanrı” gibi.

“Garip” demenizde haklısınız “bazı şiirlerinizde” derken de. Aslında bunlara ironi denilip denilemeyeceğini de kestiremiyorum. Başka bazı şiirlerde de var fakat yoğunluklu değil; hatta seyrek olarak… Dilin mecaz özelliklerinden faydalanıyorum sıkça. Dilimizden rahatsız olanlar var; şiirimizi okumasınlar kardeşim. “Hasta” şiirimi cinsel bir sapkınlık olarak mı görüyor, kalbine dönsün ve kendini test etsin. Sonra da biraz Kur'an okusun. “ve kevaiben etraba”nın ne demek olduğunu öğrensin sonra. Cehaleti, imanıma saldırma hakkını vermesin ona. Ben sürüden ayrıldım kardeşim. Senin baktığın yerden bakmıyorum varlığa… Ben farklıyım diyorum, bütün şairler farklıdır diyorum. Çünkü “Şairler söz bezmine gelmişlerdir. Onlar, beyaz elleri olmayan Musalardır.” Beyaz elleri yok ama beyaz şiirleri var. Ve karanlıklardan çekip çıkarmaya çalışıyorlar insanları.



13 yıl önce