|

20 yıldır krizdeyiz

İKV Başkanı Meral Gezgin ErişKrizden sonra Avrupa Birliği'ni konuşmaz olduk. Kriz, AB'yi de devreden çıkardı mı?

.
00:00 - 14/05/2001 Pazartesi
Güncelleme: 17:43 - 21/01/2014 Salı
Yeni Şafak
20 yıldır krizdeyiz
20 yıldır krizdeyiz

Bu çok temel bir yanlışlık... Çünkü AB için hazırlamış olduğumuz Ulusal Program'la şimdi üzerinde tartışmakta ve uygulamakta oluğumuz ekonomik program aslında birbirini tamamlıyor. Ulusal Program, Türkiye'nin çağdaş bir ülke olabilmesi için gerekli siyasi, ekonomik ve mevzuat açısından yapması gereken reformları ve yeniden yapılanmayı ortaya koyan bir metindir. Türkiye'deki hantal, devletçi, şeffaf ve denetlenebilir olmayan devlet yapısının bizi krize getirdiğini biliyoruz. Şimdi yapılması gereken bu yapıyı dönüştürmek. Bunun için Avrupa Birliği bizim önümüze bir örnek olarak konuyor. Ve AB 15 üyede başarılı olan ve bizim dışımızdaki 12 aday ülkede de başarılı olan bir anlayışı Türkiye'nin de benimsemesini istiyor. Ekonomik programın öncelikleri de bundan çok farklı değil. En can alıcı noktası, hantal anlayışı dönüştürmek ve denetlenebilir olmayan yapıyı değiştirmek.

Kriz bir anlamda, sandığımız gibi AB'ye hiç de hazır olmadığımızın, standartların altında olduğumuzun fotoğrafını da önümüze koymuş mu oldu?

Eksikler var ama kendimizi gereksiz yere de küçümsemeyelim. AB'ye hazır olduğumuz pekçok alan var. Türkiye sanayii rekabet gücünü 1996'dan beri uygulanan Gümrük Birliği ile kanıtladı. Artık herkesle rekabet edebiliyoruz. Türkiye'nin AB'ye hazırlıksızlığı daha çok siyasi alanlar ve ekonomide kurumlar ve kuralların şeffaflığa uygun olarak oluşturulamamasından kaynaklanan sorunlardır.

Siz bu rekabetle övünüyorsunuz ama bugünkü krizin Gümrük Birliği'ne geçişten kaynaklandığı konusunda da ciddi görüşler var. Gerçekten Gümrük Birliği yıllar sonra krize yol açmış olabilir mi?

Hayır, bu eleştiriye birkaç sebepten dolayı katılmıyorum. Birincisi şudur... Gümrük Birliği 1996'da başlamış bir süreç değil o yılda tamamlanan bir süreç. Bu tamamlanana kadar birçok aşama katedildi. 1972 yılından itibaren AB Türkiye için uyguladığı gümrük vergilerini kaldırmıştı. Ancak, 1980'li yılların ikinci yarısından itibaren tekstilde kota uygulamaya başladı. Bizim 1996 yılında yaptığımız tek taraflı bir indirim değil. Avrupa'nın 1972'den beri yaptığını biz ancak o tarihte yaptık. İkincisi şu... Dış ticaret dengesizliğimizin içeriğine bakmak lazım. 2000 yılına kadar –2000 yılı hariç- ara mallar ve yatırım malları, ithalatımızın önemli bir bölümünü teşkil ediyordu. Tüketim malları ise 1996'dan önce de sonra da toplam ithalatımızın yüzde 13'ü seviyesini muhafaza etti. Burada değişiklik olmadı. Bu rakamın yüzde 19'a çıkışının tarihi 2000'dir. Yani GB'den tam 5 yıl sonra. Bunun nedeni de Türk Lirası'nın değerli olması ve ithal ürünlerin rekabetçi olarak ucuz kalmasıdır. Bu GB'nin değil, uygulanan ekonomik programın bir sonucudur.

Özel sektörün krizden sonra yaşadığı küçülme, AB sürecinde yeni bir zaaf değil mi?

Kuşkusuz bir küçülme var. Ama bunun, ekonomik politikaların ne kadar titizlikle uygulanması gerektiğinin bir kanıtı olarak algılanması lazım. Ekonomiyi çok ciddiye almak gerekiyor.

Bu küçülme sizi endişelendirmiyor mu?

Beni endişelendiren tarafı özellikle istihdam kaybı. Türkiye'de zaten istihdamda bir sorun yaşanıyor. Resmi rakamlar bile yüzde 12 civarındaydı. Şimdi bu rakam daha da arttı.

Peki, bu büyük potansiyele sahip makro dengeleri pek de fena olmayan bir ülke nasıl oldu da, bir günde kaçıp giden 7,5 milyar dolar yüzünden yüzde 50 fakirleşti?

Bizim yüzde 50 fakirleşmemiz sadece, bir gecede 7,5 milyar gitmiş olmasından kaynaklanmıyor. Esas sorun dalgalı kura geçişin doğurduğu büyük devalüasyon. Paranın kaçması o süreçteki olaylardan bir tanesi. Elbette, bu kriz potansiyelimizle çelişen bir durum. O zaman ortaya bir gerçek çıkıyor: Sadece iyi bir potansiyelimiz olması tek başına yeterli değil. O potansiyelin doğru bir şekilde kullanılmasını sağlayacak bir yönetim de olması lazım.

Bu sözünüzün muhatabı hükümet... Ama aralarında sizin de bulunduğunuz bütün işveren kuruluşları hükümete destek verdi ve vermeye de devam ediyor. Hükümette bu potansiyeli iyi kullanacak bir kapasite var da biz mi göremiyoruz?

Şimdi desteği çok net bir şekilde tarif etmek lazım. Biz, hükümete değil programa destek verdik.

Bu cevap biraz politik olmadı mı?

Hayır hayır, katiyyen politik değil. Birçok defa, programı doğru bulduğumuzu ve programı desteklediğimizi, hükümetin de bu programa sadık kalmasını istediğimizi belirten çağrılar yaptık. Programa niçin destek verdik? Türkiye, 20 yılı aşan bir süredir yüksek enflasyonu yaşıyor. Yüksek enflasyon başlı başına bir krizdir. Ve aslında Türkiye, 20 yıldır bir ekonomik kriz içerisinde yaşıyordu. Yani, krizin sadece 22 Kasım'da ya da 19 Şubat'da olduğu gibi bir yanlış anlamaya düşmemek lazım. Bu açıdan enflasyonla mücadele programı bu bakımdan doğru ve hatta gecikmiş bir programdı. Onu iyi uygulamak lazımdı.

Uygulayamadılar ama siz yine de destek veriyorsunuz...

Üç partinin oluşturduğu koalisyon hükümetinin kendi hataları yüzünden programın başarıyla yürümesi mümkün olamamıştır. Hatırlayacaksınız... Ocak sonundaki verilerle enflasyon yüzde 30'un altına inmiş, cari dengemizde dahi 2000 yılının ikinci yarısında giderek bir düzelme sözkonusu iken programda öngörülen hususları yerine getirememesi sebebiyle hükümet bir buhrana sebebiyet verdi. Bu buhrana sebebiyet veren hükümetin bundan çıkmak için gerekecek siyasi özveriyi de üstlenerek Türkiye'yi buradan çıkarması lazımdır. Hatayı yapan bunu düzeltmelidir. Ayrıca, bu hükümete alternatif bir hükümet imkansız değildir ama çok sancılı olabilir.

Yine de, Kemal Derviş olmasaydı hükümete verdiğiniz ve geri dönmeyen kredinin süresini uzatmayı düşünmezdiniz herhalde...

Çok haklısınız... Kesinlikle vurgulanması gereken bir husus. Çünkü, Sayın Kemal Derviş bu programda eksik olan kararlılığı ve zaman uyma konusundaki eksiği tamamlamış oldu.

Bu söyleyeceğimi bir komplo teorisi olarak görebilirsiniz ama bütün bu yaşadıklarımız uluslararası sermayenin Türkiye'ye diz çöktürme planının bir sonucu olabilir mi?

Ben komplo teorilerine pek kulak asmıyorum...

Böyle iddiaları da bir teori olarak görüyorsunuz!..

Bence öyle. Çünkü, yurt dışıyla temasları çok olan birisi olarak şunu söyleyebilirim. İnsanların bir araya gelip "Türkiye'ye nasıl diz çöktürebiliriz?" diye planlar yaptığı bir platform dahi yok. Siz düşünebiliyor musunuz Türkiye'deki 10 ya da 20 şirketin bir araya gelip Türkiye ya da başka bir ülke için bir plan hazırlayıp bunu da uygulamaya geçirebilecekleri bir ortam olsun. Kaldı ki, 4-5 ay geri gidelim. O zamandan beri yaşadığımız hiçbir şeyi yurt dışındaki bir unsurun tezgahlamış olması mümkün değil.

Yani siz, "Anayasa Milli Güvenlik Kurulu'nda frizbi olarak kullanılsın" diye bir öneri getirseydiniz, bu komployu hazırladığı varsayılan insanlar bile buna gülerdi, herhalde. Ben bu iddiaya kesinlikle itibar etmiyorum. Hatta, yabancı sermayenin menfaatinin güçlü bir Türkiye'de olduğunu biliyorum. AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verhaugen bana, "Biz Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasını istiyoruz. Bunun için de elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Çünkü, Türkiye'nin üyeliği bizim menfaatimizedir" dedi. Buna inanıyorum. Sermayenin milliyeti olmaz. Önemli olan bu faaliyetlerin bu ülke topraklarında yapılmasıdır.

Kemal Derviş geleceğe ilişkin beklentilerinizi artırdı mı?

Kişiler önemli değil, sorun sistem sorunudur. Ben Kemal Derviş'in sağlamaya çalıştığı yapısal dönüşümün doğru ve gerekli olduğuna inanıyorum

Peki, bu aynı zamanda bir siyasal dönüşümün de habercisi midir?

Siyasal bir dönüşüm kaçınılmaz. Bu yapısal dönüşümün sonucunda kaçınılmaz olarak bu da gelecektir. Aslında Türkiye'nin ihtiyacı da budur.

Peki, bugünkü liderler kalabilecek mi?

Kuşkusuz değişiklikler olacaktır. Ama kimler olduğunu sormayın çünkü hiç önemli değil. Önemli olan değişimin başlamasıdır.

23 yıl önce