Ayrıca diğer 14 önemli yarışmada da çeşitli kategorilerde ödüllere aday gösterilmiştir.
Kanada-ABD sınırını oluşturan ve kış aylarında donan St. Lawrence ırmağını köhne bir kamyonetle geçerek göçmenleri umuda taşıyan ikili, karşı kıyıya yaptıkları her yolculuk öncesinde, kendi kendilerine “bunun son işleri olacağına” dair sözler verip dururlar. Ancak, içinden bir türlü çıkamadıkları yoksulluk sarmalı verdikleri sözü tutmalarına bir türlü imkân tanımaz. En gözde müşterileri Çinliler ve Pakistanlılar olan bu iki gariban, New York eyaleti sınırına yaptıkları yolculuklar sırasında bir yandan yasa koruyucuların nefesini enselerinde hissederken, öte yandan da hiç bilmedikleri bir diyardan ekmek parası için Yeni Dünya'ya savrulan göçmenlerin trajedilerine tanık olurlar.
Bütün kadim sanatların birbirleriyle uyumlu bir bileşkesi olan sinema, ürün verirken öyle her zaman “katıksız bir sanat” olmak için kendini kasmamalı; çünkü bu onun doğasına uymaz. Film endüstrisinin, yeryüzünde “pop kültür” taşıyıcısı olmak gibi çok önemli bir misyonu daha var. Ki bu sayede beyazperdeye yansıyan görüntülerden 7 yaşında bir çocuk da 70 yaşında bir ihtiyar da benzer bir lezzeti alabiliyor.
Sinemanın eğlendirici ve hoşça vakit geçirtici yönünü seviyor, loş salonlarda yaşanan böylesi bir “kafa boşaltma” molasına zaman zaman hepimiz ihtiyaç hissediyoruz. Ancak, bazen söz konusu endüstriyel döngüden -Courtney Hunt'un dokunaklı filmi “Donmuş Nehir”de olduğu gibi- saf bir sanat formuna iyice yaklaşılan öylesine sıra dışı örnekler çıkıyor ki, bunlarla karşılaştığımda hem sinemasever olmaktan, hem de mesleğimi icrâ etmekten dolayı ekstra bir keyif alıyorum.
İnsan onurunu ayakta tutmayı her geçen gün biraz daha zorlaştıran yıkıcı bir yoksulluğun karşısında, insanoğlunun dişisinin sahip olduğu en kuvvetli içgüdünün, “annelik içgüdüsü”nün çağrısına uyarak evlatlarını sefaletten kurtarmak için çırpınan iki kadınla tanışıyoruz Hunt'ın anlatısında... Ki senaryo da bütünüyle gerçek olaylardan esinlenerek yine yönetmen tarafından yazılmış. O yüzdendir ki bünyesinde kadınca bir dokunuşun, kadınlara özgü güçlü bir duygusallığın bütün güzelliklerini fazlasıyla barındırıyor.
Hunt, geçen yıl kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Bu filmin senaryosunu yazmaya, St. Lawrence Irmağı üzerinde arabalarıyla kaçakçılık yaparak çocuklarının geçimini sağlayan kadınlardan ilk kez haberdar olduğum gün karar verdim” diyordu, “O kadınların, para kazanabilmek için göze aldıkları riskler çok fazlaydı ve yakalandıklarında yıllarca hapis yatabilirlerdi. Beni de kaçakçılık eyleminin kendisinden ziyade, bu risklerin ne tür koşullar altında alınabileceği sorusu cezbetti. Sınır kaçakçılığı olayını incelerken şunu gördüm ki, bir annenin çocuklarını koruma içgüdüsü, kültürel, politik ve ekonomik sınırları çok aşan bir fedakârlık gösterisidir. Farklı iki ırktan gelen oyuncularım Melissa ve Misty de benimle aynı duyguları paylaşarak, sınır boyunda yaşanan bu büyük trajediyi kalplerinin en derinlerinde hissettiler. Böylelikle, Kanada'daki küçük bir köy üzerinden, değişik kültürlere mensup bütün kadınların evrensel annelik mücadelesini anlatmış olduk.”
Plattsburgh'da sıfır derecenin altındaki zorlu hava koşullarında çekilen “Donmuş Irmak” için, çekim ekibi eldeki sınırlı bütçeye rağmen cansiperane bir çalışma ortaya koymuş ve film yöre halkının da dostâne katkılarıyla 24 günde tamamlanmış. Filmin yapım notlarından, görüntü yönetmeni Reed Dawson Morano'nun biraz bütçesizlikten, biraz da soğuk havanın kilitleyici etkisi ve gece çekimleriyle baş etmede kolaylık sağladığından dolayı, 35 mm standart bir analog kamera yerine Panasonic marka dijital bir kamerayla çalışmak zorunda kaldığını öğreniyoruz. Ancak, maddî koşulların dayattığı onca sınırlamaya rağmen, Morano'nun elde ettiği görsel sonuç bu depresif öyküyü yine de eksiksiz bir biçimde tamamlamayı başarıyor. Umutların tek tek kırıldığı hoyrat bir coğrafyaya pek yakışan soğuk ve gri resimlerle bezeli bütün film…
Tabiî, sözün burasında, geçen yıl “en iyi kadın oyuncu” kategorisinde boy gösterdiği irili ufaklı bütün yarışmalarda performansıyla jüri üyelerinin gözlerini yaşartan Melissa Teo'ya da (1960, New York, ABD) özellikle değinmek gerek… Oyunculuğa 1980'li yılların ortalarında televizyon dizilerinde başlayan Teo, yine filmin yapım notlarından öğrendiğimiz üzere, çekimler boyunca kendisine göre nisbeten daha kıdemsiz rol arkadaşı, kızılderili kökenli Misty Upham (1982, Montana-ABD) başta olmak üzere setteki herkesi âdeta “bilge bir abla” edasıyla motive etmiş; çoğu amatör olan kadronun sert hava koşulları karşısında gardının düştüğü anlarda bir psikolog gibi çalışarak yönetmenin sağ kolu olmuş. Bu sahiplenici tavır da perdede büyük bir başarıyla ortaya koyduğu o unutulmaz “fedakâr anne” performansının ardındaki sırrı açıklıyor aslında…
Kariyerinin büyük bir bölümünü sıradan yapımlarda oyalanarak geçirmek zorunda kalmış, bu yüzden de keşfedilmesi ta “Donmuş Irmak”a kadar ertelenmiş çok büyük bir yetenek Teo… Ancak, tıpkı sonradan hız kazanan bir yarış atı gibi, Ray karakteriyle kazandığı ödüllerin ardından sanatçının sektördeki şansı bir açıldı pir açıldı ve son bir yıl içinde üst üste 20 dolayında sinema filminde görev aldı.
“Donmuş Irmak”, gerek anlattığı yürek burucu öykü, gerekse bu öyküyü tokat gibi bir sahicilik duygusu eşliğinde beyazperdeye aktaran duru yönetimi ve dahası hayranlık uyandırıcı oyunculuklarıyla, son yılların en iyi filmlerinden biri; “toplumsal gerçekçi” çizgide bir başyapıt... Sinemanın, her türlü şamatacı gösterinin gişe cazibesini cesaretle bir kenara itip gerçek anlamda “sanat”a dönüştüğü nadide bir örneğe tanık olmak istiyorsanız, kesinlikle kaçırmayın.