|
Demirel’in açmazı AK Parti’nin zaferine nasıl dönüştü...
Dün, Süleyman Demirel'in içine düştüğü açmazların, devletle çatışma halinden çok devlete uyum gösterme eğiliminden kaynaklandığını, çelişkisinin ise, devletten kopmadan halkla buluşma noktasında yaşadığını iddia etmiştim. Demirel, inandığı devlet temelinden taviz vermeden sivilleşmeye daha fazla yer açmaya çalışmış ve kendi içinde “tutarlı” bir yol izlemişti. Bu tutarlılık, halka değil müesses nizama bağlı haliyle, zihniyet anlamında ondan kopuktu. Demirel bu eksik halkayı hizmet ve retorikle tahkim etmekte mahirdi.

Dolayısıyla, Hasan Bülent Kahraman'ın belirrtiği gibi, merhum Erbakan çeperdeki dindar tabanı sahiplendikçe, o mukaddesatçılığı bir kenara itmişti çünkü orada tehlikeli bir müesses nizamdan kopuş potansiyeli vardı. O bunu üstlenemezdi... Sadece gücü yetmeyeceği veya cesur olmadığından değil, buna inanmadığından da... Bu nedenle tahkimat alanını mukaddesatçılıktan laik milliyetçiliğe doğru kaydırdı.

Bu durum aslında kemalist ideoloji ve devletle uzlaşma eğiliminde olan sağ/muhafazakar bir toplumsal kesimin varlığını da fark etmemizi sağlar. Laikçilerin kategorize ettiği gibi muhafazakarlar Türkiye'de tektip değildir. CHP tabanına denk gelen laikçi toplumsal kesim ne kadar parçalıysa, karşısında o kadar parçalı bir muhafazakar kesim vardı. İşte Demirel'in hitap ettiği, müesses nizama köklü itirazları olmayan, sadece devlet, bürokrasi ve ekonomide daha fazla yer isteyen bir kesime yönelmişti Demirel. Belki de onu yaratmak istemişti.

Şayet Merhum Erbakan 1970'lerde Demirel'in tüm çabalarına rağmen Milli Nizam/MSP hareketini kurmamış olsaydı, dindar kesimin siyaseten blok olarak laikçi/milliyetçi olarak dönüşebileceği, İslamcıların gittikçe marjinalleşebileceği varsayılabilir. Hani şu “Ülkeye komünizm gerekiyorsa onu da biz getiririz” türünden bir devlet mühendisliğidir bu. Etkili olduğu kesimde ümmetçiliği Türkçülükle bastıran MHP hareketi de bu konuda zayıf kalmıştır; çünkü dezavantajlı sınıflara dikey taşıyıcılık görevini ifa edememiştir.

Böylelikle aslında Merhum Erbakan, bugünkü AK Parti hareketine maya/kuluçka olacak bir siyasal toplumsallığı İslam/ümmet noktasında nihai fetihten koruyabilmiş, onu kemalist devletçilik ile mesafeli tutabilmiştir. Belki de en büyük başarısı budur.

Bu manada Demirel, Erbakan'ın antitezidir.

Devletle mesafe oluşumuna çeperdeki dindarlara yapılan ekonomik ve siyasi haksızlıklar katkıda bulunmuştur. Başka bir ifadeyle, devlet CHP tabanından yarattığı elitleri (müesses nizamın bekçileri) çeperdeki dindar kesimde yaratamamıştır. Demirel'in yapmak istediği de budur ama bunda muvaffak olamamıştır. Çünkü bunun için devasa kaynak gerekir.

Demirel veya diğer laikçilerin batıya biatçılığı ile AK Parti modeli işte bu noktada ayrışır. Halkçı olmayan devlet toplumun geniş kesimlerini zenginleştiremez çünkü biat sınırı, fakirlik sınırını verir. Bu sınırı kırmak AK Parti gibi seksen yılda yaratılan toplam zenginliği 12 yılda iki katına çıkarmayı, yani bağımsız/halkçı siyaset gerektirir. Dolayısıyla, Brezilya ve Türkiye örneğinde olduğu gibi, bilakis, demokrasi ile uyumlu siyasi ve ekonomik özgün modellerin başarılı olması tepki çekecektir. Bu çok doğaldır; çünkü biat modelinde size tanınan ölçüler içinde kalmakla yükümlüyken, özgün ilerleme modelinde dünya siyasi/ekonomik pazarına giriş yapmakta, pastadan daha fazla pay almakta, böylelikle sınırları ihlal etmektesiniz.

Sayın Erdoğan bu enerjiyi iyi anlayan, ona ufuk ve hareket alanı açan bir liderlik sergilemiştir. Öyle ki, muhafazakarları marjinal bir noktada sıkışma tehlikesinden korurken, tabanla beraber değişme yeteneğini sergileyerek onları merkeze taşımış, merkezde bulduklarını da AK Parti'ye entegre etmiştir. Bu arada ekonomiyi büyüterek dar gelirli tabanını hızla zenginleştirmiş, orta sınıf katmanını kalınlaştırmış, bu siyasi/ekonomik taşıyıcılık AK Parti'nin başarı hikayesinin merkezinde yer almıştır.

Gelinen noktada, AK Parti en olumsuz şartlarda dahi yüzde 41'lik bir oranla Türkiye siyasetinin ana gövdesi olmuştur.

AK Parti'nin en büyük etkisi ve başarısı, siyasete itibar taşırken, siyaset yoluyla sorun çözme, hak arama ve sınıflar arası dikey geçişliliğin mümkün olduğunu ispatlamasıdır. Bu Ortadoğu, Afrika ve mazlum ülkeler anlamında da büyük bir açılımdır. Benzeri bir durumu Güney Amerika için Brezilya'da gördük. Brezilya yaptığı hamle ile sadece kendi içindeki dezavantajlı sınıflara değil, Güney Amerika için de güçlü bir model olmuştur.

AK Parti'ye karşı ittifak bir biat teklifinin türlü modelleriyle karşımıza çıktı ve bu modeller konjonktüre uygun olarak sürekli değişecek. Bu ittifak konusunda yeteri kadar bilinçlendiğimizi düşünüyorum. Mesele, burada değişen konjonktürlerde karşımıza çıkacak tekliflerin hangisinin tuzaklı, hangisinin doğru olduğunu ayırt edebilmektir.

AK Parti ve sosyolojisi artık bir olgudur ve bu olgu rüştünü ispat edene kadar hedefte olacaktır. “Mümkünse böl, parçala ve yok et, değilse dönüştür” formülü geçerliliğini AK Parti olgusunun kabul edilmesi adına son noktaya varana kadar koruyacaktır.

Gönül ister ki, muhalefet, AK Parti'nin sadece kendi tabanı için değil, tüm Türkiyeliler için tarihi önemde bir devrim yaptığını anlasın. Ama diyalektik böyle ilerlemiyor. Herkes rolünü oynamak durumunda. AK Parti'nin olağanüstü öneminin altını muhalefetin halk karşıtlığı çizerken, muhalefetin AK Parti'yi yakalaması ise AK Parti sosyolojisinin zaferi anlamına gelecektir.

Bu noktaya kadar AK Parti'nin tarihsel misyonu (muhafazakar blokun parça pinçik edilmesi anlamında) sürekli olarak saldırı altında, tarihi başarısı ise bu misyonu değişen toplumun yapısına göre güncellemekte ve onu bir olgu olarak dünyaya kabul ettirmekte olacaktır.
#Süleyman Demirel
#Ortadoğu
#Afrika
#ak parti
9 yıl önce
Demirel’in açmazı AK Parti’nin zaferine nasıl dönüştü...
Filistin sinemasına bir bakış
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..