|
Kumanda kimin elinde
Patlamanın meydana geldi Ankara Tren Garının önüne ulaştığımda, cesetler yerlerdeydi.

Kan kokusu, barut kokusuna karışmıştı.

Havada ağır bir ölüm kokusu vardı.

Öfkeli insanların arasından geçip, emniyet şeridiyle çevrilmiş alana girip, üstü bayraklar ve flamalarla örtülmüş cesetlere doğru ilerledim.

Parçalanmış cesetlerden sızan kan, deri parçaları, parçalanmış kıyafetlerin arasından yerde cansız yatan insanlara yaklaştım.

Daha bir saat önce coşkuyla halay çekip, slogan atıyor ve yürüyüşe hazırlanıyorlardı.

Şimdi önümde cansız bedenleri duruyordu.

Bir gelincik tarlası değil, eğilip baktığım parçalanmış insan cesetleriydi.

İrkildim, üzüldüm, yüreğim yandı, yıkıldım.

Her tarafta üstü örtülmüş ceset parçaları vardı.

Önce ilk patlamanın olduğu yere doğru yöneldim. Ancak bir noktaya kadar yaklaşabildim.

Cansız bedenler yerlerde yatıyordu.

Barış için gelmiş, ama terörün kurbanı olmuşlardı.

Oradan ikinci patlamanın olduğu yere yöneldim.

Seyyar çaycının tüpü devrilmiş, daha çok ölümler orada yaşanmış, akan kan yola sızmış, yerde sürüklenenlerin kanı yolu boyamış, canlı bombaya ait olduğu tahmin edilen deri parçaları etrafa savrulmuştu.

Zaman geçti.

Ambulansların arkasına cenaze araçları sıralanmaya başladı.

Komutanların geçişi sırasında canlı bombanın patladığı Anafartalar Çarşısı'ndaki olaydan hemen sonra Ulus'taydım.

Patlamanın şiddetiyle çarşının kapısının üstü çökmüştü.

Ankara'da Kumrular Caddesinde bombalı araçla yapılan saldırıdan sonra da olay yerine intikal edenlerden birisiydim. Ağaçların gövdesinden insan parçaları ve bombalı aracın sağa sola savrulmuş olan parçaları vardı.

Ankara'nın cıvıl cıvıl yerlerinden biri olan Kumrular 'da o gün insanların gözünde dehşeti görmüştüm.

Amerikan Büyükelçiliğine yönelik canlı bomba eyleminden sonra, olay yerine ulaştığımda havada keskin bir barut kokusu vardı.

Birçok eylemi gördüm ama bu kadarına ilk kez tanık oldum.

Ankara Gar'ına ulaştığımda yerde yatan onlarca cansız bedeni gördüm.

Yaralılar toplandı, cenaze araçları gelmeye başladı, bazı provokatörler, cansız bedenlerin yerde yattığı bir sırada bile slogan atıp, ortamı germeye çalıştı. Kan, barut ve ölüm kokusunu arkada bırakıp oradan ayrıldım.

Patlamanın meydana geldiği iki noktada da yerde çukur açılmaması canlı bomba kuşkusunu güçlendirmişti. “Barut yoğunluğu” testi yapılarak, eylemi iki canlı bombanın gerçekleştirdiği tespit edildi. Canlı bombaların üzerindeki pimi çekmek suretiyle eylemi gerçekleştirmediği anlaşıldı. Uzaktan, telefonla infilak ettirilmiş. Ölü sayısını artırmak için çelik bilyelerle güçlendirilmiş TNT'ler kullanılmış. Ankara Garı'nın önündeki kameralar ve MOBESELER inceleniyor. Sabah 06.45'te patlamanın olduğu bölgeye gelen, bir süre ağacın altında dinlenen bir görüntü tespit edilmiş durumda. Ölü ve yaralılardan parmak izi alındığı biliniyor. Olay anından yoğun bir telefon trafiği yaşanıyor bölgede. Tam 1700 HTS kaydı tespit edildi.

Canlı bomba eyleminin büyük bir ustalıkla hazırlandığı görülüyor.

Parmaklar IŞİD'i
gösteriyor. Eylemin Suruç katliamına benzer tarafları var. Suruç'takine benzer bomba düzeneği kullanılmış.

Daha çok can kaybı olması için aynı mekanda üç saniye ara ile canlı bombaların bir biri ardına patladığı bir saldırı gerçekleştirilmiş.

Eylemcilerin toplanma bölgesi olarak seçtiği yer ve yürüyüşe geçmek için kortej oluşturdukları bir zaman dilimi seçilmiş.

Bu eylem, seçim ayarlı bir eylem.

Ancak seçimden öte kaygılarım var.

Bu bombalar rejim ayarlı bombalar.

Bu coğrafyada mesajlar terör örgütleri üzerinden veriliyor. Bu kez IŞİD üzerinden mesaj verildi. El Kaide üzerinden Afganistan'ı ve Irak'ı, IŞİD üzerinden Irak ve Suriye'yi dizayn eden güçler, şimdi Türkiye'yi hedef seçti.

20 Temmuz'da Suruç'ta IŞİD'le Ceylanpınar'da PKK ile İstanbul'da DHKP-C ile düğmeye basan parmak, Ankara Gar'ının önündeki saldırı ile Türkiye'yi bir ”Terör girdabı”na
sürüklemek istiyor.

Üç örgütü aynı anda harekete geçiren, ancak üç örgüte de hükmedebilen bir irade olabilir.

Gezi olaylarından bu yana Türkiye'ye bir ameliyat yapılmak isteniyor.

Taksim'den tahrir çıkaramayanlar pes etmedi. 7 Haziran'da siyasi istikrarımızın sarsılmasıyla birlikte bu kez terör örgütlerini sahaya sürdüler.

Ortadoğu'yu dizayn ederken, Suriye, ABD ile Rusya arasında pay edilirken Türkiye'yi bir terör sarmalına sokup, meşgul etmek istiyorlar. Öcalan Türkiye'ye yönelik PKK saldırılarını başlatmalarını, “Bir komşu devletin başkanı (Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad) Türkiye'yi meşgul etmemiz lazım' dedi” diye anlatmıştı.

Bir süredir Irak'taki, Suriye'deki ateşi Türkiye'ye taşımak için büyük bir çaba var.

İnsanlarımızın cansız bedenleri Ankara Garı'nın önünde yatarken, devleti saldırının faili ilan eden Selahattin Demirtaş'a ne demeli? “
Bodrum, Cizre'ye uzak değildir”
diyen bir insana ne denir ki?

Mukadderatımızın tehlikede olduğu bir dönemde siyasilere büyük görev düşüyor. Saldırının üzerindeki sis perdesinin aralanmaya başladığı bir sırada Başbakan Davutoğlu, ”
Böyle bir günde üç lider bir araya gelmeyip ne zaman geleceğiz
” düşüncesiyle Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'ye çağrı yapıyor. Kılıçdaroğlu anında olumlu karşılık veriyor. Ama Bahçeli görüşme talebini reddediyor.

Bunun üzerine Başbakan, ”Ülkeyi yönetme sorumluluğu olan iki lider olarak bir araya geliriz” diyor. Dünkü Davutoğlu- Kılıçdaroğlu görüşmesi böylece gerçekleşiyor. İki lider Türkiye'nin en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda bu görüntüyü veriyorlar. Her iki lideri de tebrik ediyorum. Böylesine zor bir zamanda bile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile görüşmeyen MHP lideri Devlet Bahçeli'ye ne demeli?

Koalisyon hükümeti için yok dedin anladık. Terörle mücadelede destek istendi vermedin anladık. Peki Sayın Bahçeli senin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile görüşmen için daha kaç kişinin ölmesi gerekiyor. Bu ne kin bu ne nefretmiş böyle.


Unutmayın Sayın Bahçeli, başka Türkiye yok…
#chp
#CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu​
#pkk
#koalisyon
9 yıl önce
Kumanda kimin elinde
Ekonomik kalkınmada nitelikli işgücünün rolü
Cumhurbaşkanlığı Tasarruf Tedbirleri Genelgesi’nin kamu personeline yansıması (2)
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…(3)
Devletsizlik ve ulussuzluk
Yasa ve toplumsal meşruiyet: 28 Şubat