|
"Hırsızlar Şürekası" 126 yıl önce Siyah Afrika"yı pay etmişlerdi
Türkiye 1923''te Lozan Antlaşmasıyla Osmalı Afrikası üzerindeki hukuki ve tarihi haklardan vazgeçmişti. 1960''ların ortalarına kadar Afrika''yla ilgilenmeyen Türkiye şimdi Afrika''nın her yerinde diplomatik temsilcilikler açıyor. Dışişleri bürokrasisi “Yeni Türkiye”nin küresel perspektifine uygun olarak yeniden şekilleniyor. Bu bağlamda TİKA eski Başkanı Musa Kulaklıkaya''nın Moritanya''ya ilk büyükelçimiz olarak atanması sevindirici bir gelişme.



İngiltere ve Fransa''nın başını çektiği sömürgeci güçler 1885 yılındaki Berlin Konferansı''nda Siyah Afrika''yı aralarında pay etmişlerdi. İngiliz tarihçi Niall Ferguson''un “Hırsızlar Şürekası” olarak nitelediği emperyalist sömürgeciler güya ışık götürmek ve uygarlaştırmak için Afrika''ya girmişlerdi. Fransızlar Sahraaltı Afrikası''nın zenginliklerini yağmaladıktan sonra çekildiklerinde geride sadece yoksulluk, eğitimsizlik ve kabile savaşları bıraktılar.

1960''da Fransa''dan bağımsızlığını kazanan Moritanya''da ilk büyükelçimiz Musa Kulaklıkaya sanırım görevine başladı.

Kulaklıkaya, “TİKA eski başkanı” olarak Afrika''yı yakından tanıyan bir şahsiyet.

Geçen yüzyılın başlarında Fransa tarafından işgal edilen Moritanya nüfusunun tamamı müslüman olan bir ülke.

Sahraaltı Afrikası''nda İslamın yayılmasında büyük rolü olan Moritanya, Fransa sömürgesine ilhak olunduktan sonra, her türlü baskı ve misyonerlik faaliyetlerine rağmen İslami kimliğinden uzaklaştırılamamıştı.

Bu yüzden bağımsızlığını kazandıktan sonra “Moritanya İslam Cumhuriyeti” adını almıştı.

İngilizler, Fransızlar, Belçikalılar 19. Yüzyılda Batı Afrika''dan Doğu Afrika''ya kadar neredeyse bütün Sahraaltı Afrikası''nı aralarında paylaşmışlardı.

“İslam Toplumları Tarihi” isimli çalışmasına Prof. Ira M. Lapidus, sömürge dönemine kadar Moritanya''dan Çad gölüne kadar Sahra bölgesi olan tek bir müslüman cemaat ve dini örgütlenme alanı oluşturduğunu belirtir.

Moritanya''dan başlayan İslami yayılma bu tek örneklilik içerisinde Senegal, Gambiya, Nijer, Gine, Fildişi Sahili, Futa Toro ve Futa Jallon''a kadar nüfuz etmişti.

20. Yüzyıl başlarında “Fransız Afrikası” denilen bölgeydi burası.

IŞIK YERİNE MİTRALYÖZ GÖTÜRDÜLER!

Sahraaltı Afrikası''nın İslamlaşmasında hiç şüphesiz “Kadiri” tarikatının, yanı sıra “Ticani” tarikatının büyük rolü vardı.

Bölge emirlerinin büyük kısmı da Kadiri''dir.

1800''lerin ortalarından itibaren Fransız sömürgecilere karşı Sahraaltı Afrikası''nın bu bölgesinde 1900''lerin başlarına kadar büyük bir direniş sözkonusu olmuştu.

Aynı şekilde bölgenin geri kalanında da İngiliz sömürgeciler karşılarında yine müslüman cemaatleri bulmuştu.

Bölgedeki müslüman emirlikler Fransız ve İngilizlerin Afrika şartlarına uyarlanmış savaş teknolojisi karşısında uzun süre dayandılar ama, 1900''lerin ilk çeyreğine gelindiğinde sömürgeciler arasındaki paylaşım tamamlanmıştı.

Fransızlar “Arap” ve “Berberi” kabileler arasında çıkardıkları nifaktan da istifade ederek 1904''de Moritanya''yı Fransız mandasına sokmaya muvaffak oldular.

1902-1934 yılları arasında Fransızlara karşı defalarca ayaklanmalar gerçekleşti.

1946''da Fransızlar Moritanya''yı Senegal''den ayırarak, Moritanya''da yeni bir politik yapı oluşturdular.

Fransız eğitim sisteminden geçirilmiş yeni siyasi elitlerle Moritanya''nın zenginlik kaynaklarını sömürmeye devam ettiler.

KABİLELERİ BİRBİRİNE DÜŞÜRDÜLER

Moritanya 1960''da bağımsızlığını kazandıktan sonra da ülkenin istikrar kazanmasına ve ekonomik gelişmesine müsaade etmedi Fransızlar.

Üstüne üstlük kabilevi çatışmaları körükleyerek, Fas ve Moritanya arasında sorun olan “Batı Sahra”da ayrılıkçı “Polisario” hareketine destek verdiler.

Fransızlar sömürge sonrasında da Sahraaltı Afrikası''ndaki ülkelerin ekonomik birlik kurmalarını da hep sabote ettiler.

Daha önce de yazdığım gibi Fransızlar “Soğuk Savaş” döneminde Sahraaltı Afrikası''ndaki Fransız yanlısı siyasi elitler tarafından idare edilen tek parti rejimlerini desteklediler ve böylece ekonomik çıkarlarını korumaya devam ettiler.

Güya İngilizler ve Fransızlar “Kara Kıta” olarak zikrettikleri Afrika''yı uygarlaştırmak ve zenginleştirmek için bu bölgeye girmişlerdi.

Tabii ki “Afrikaya ışık götürmek” bir palavraydı ve kendi kamuoylarını aldatmaya yönelik bir söylemdi.

Şimdi Amerika''da Harward Üniversitesi''nde görev yapan İngiliz tarihçi Niall Ferguson “İmparatorluk: Britanya''nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi” isimli kitabında bakın neler söylüyor:

“Afrika aslında sandıkları kadar ilkel olmaktan bir hayli uzaktı. Sahraaltı Afrika , ilk İngiliz gezginlerinden birinin ifadesiyle ''haşin bir kaos'' içinde olmak şöyle dursun, çok sayıda devleti ve ülkeyi barındıran bir bölgeydi; bunlardan bazıları aynı dönemin Kuzey Amerika''daki veya Avustralasya''daki koloni öncesi toplumlara göre ekonomik bakımdan bir hayli ileriydi. Bugün Mali''deki Timbuktu ve Nijerya''daki İbadan gibi oldukça zengin şehirler, altın ve bakır madenleri, hatta bir dokuma sanayii vardı.”

Herhalde Ferguson bu sözleri 19. Yüzyıl ortalarında söylemiş olsaydı, Londra''nın kapitalist çevrelerinca afaroz edilmekten kurtulamazdı.

Hıristiyan misyonerler bilerek veya bilmeyerek Sahraaltı Afrikası''nın sömürgeleştirilmesinde önemli rol oynadılar.Misyonerlerin İngiliz ve Fransız kamuoylarını aldatan coşkulu destekleri olmasaydı Afrika''nın sömürgeleştirilmesi zorlaşırdı.

HIRSIZLAR ŞÜREKASI''NIN KONFERANSI

Büyük Devletlerin organize ettiği 1884-1885''deki “Berlin Konferansı” görünüşte Afrika''da serbest ticareti, özellikle de Kongo ve Nijer nehirlerinde ulaşım serbestliği sağlamaya yönelikti.

Halbuki Konferansın asıl amacı Afrika''da gelecekteki toprak ilhaklarının tanınabileceği koşulları belirlemekti.

Konferans''da varılan anlaşmanın 35. Maddesi''ne göre sömürgeci devletler işgal ettikleri topraklar üzerinde hak sahibi olabileceklerdi.

O sırada Afrika''nın önemli bir kısmı Avrupa egemenliği altındaydı ama nedense Konferans''ta tek bir Afrikalı temsilci bile bulunmuyordu.

Anlaşmadan çıkan sonuç, emperyalist devletlerden herhangi biri sömürge statüsünde yer almayan herhangi bir toprağı işgal ettiğinde, o toprak üzerinde hak sahibi olabilecek ve himaye rejimi kurabilecekti.

Bu gibi durumlarda işgalci devlet, sadece diğer imzacı devletlere bu oldu-bittiyi bildirmekle yükümlüydü.

İngiliz tarihçi Niall Ferguson bu paylaşım anlaşmasını şu sözlerle anlatır:

“Burada gerçek bir ''hırsızlar şürekası'' sözkonusuydu. Afrikanın nüfuz alanlarına ayrılmasına dönük bir sözleşme ''fiili işgal'' dışında hiçbir meşru temele dayanmamaktaydı. Ve de ganimet paylaşımı hemen başladı. Daha Konferans sırasında Kamerun üzerindeki Alman hak iddiaları, aynı şekilde II. Leopold''un Kongo üzerindeki hükümranlığı tanındı.”

AÇ GÖZLERİ DOYMADI!

Sömürgeciler, ya da Ferguson''un deyimiyle “Hırsızlar Şürekası” kendi arasında da paylaşım kavgasına giriştiler. 1898''de Sudan''da “Faşoda Olayı”nda olduğu gibi büyük bir çatışmanın eşiğine kadar da geldiler.Sonuçta Birinci Dünya Savaşı''nın başlamasına kadar olan dönemde Afrika''nın neredeyse tamamı sömürgeleştirilmişti.

Prof. Ferguson''un dediği gibi Müslüman emirlikler, krallıklar ortadan kaldırıldı, kabile şefleri kandırıldı, kabileler yurtlarından edildi, miraslar bir parmak damgasıyla ya da titrek bir çarpı işaretiyle insanların elinden alındı ve her türlü direniş Maxim makineli tüfeğiyle biçildi. Afrika toplumları birbiri ardı sıra boyunduruk altına alındı. Yeni yüzyıla girilirken bölüşüm tamamlandı.

Hırsızlar Şürekası''dan Fransa''nın payına düşen ganimet, Batı Afrika''nın kuzeyindeki Tunus ve Cezayir''den başlayarak güneye doğru Moritanya , Senegal, Fransız Sudan''ı, Gine, Fildişi Sahili, Yukarı Volta, Dahomey, Nijer, Çad, Fransız Kongosu ve Gabon''u içine alan bölgeydi. Tabii ki Afrika pastasından aslan payını İngiltere almıştı, o da başka.Kuzey Afrika''dan sonra Osmanlı İmparatorluğu''nun Doğu(Irak) ve Güney(Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün, Arabistan yarımadası) bölgelerine gelmişti. Birinci Dünya Savaşı''ndan sonra olanları zaten biliyorsunuz.

Cemal Paşa Afrika''ya Fransız kalmıştı!

1923''teki Lozan Antlaşması''yla Türkiye Cumhuriyeti devleti Ortadoğu ve Afrika üzerindeki hukuki haklarından vazgeçmişti.İkinci Dünya Savaşı''nın bitmesine kadar ne Kuzey Afrika''yla ne de Sahraaltı Afrikasıyla ilişkimiz olmadı.

Sömürgeler dağıldıktan ve Kuzey Afrika ülkeleri bağımsızlıklarını elde ettikten sonra kurulan ilişkiler de hep sorunlu oldu. Sahraaltı Afrikası''yla ilk ilişkimiz Adnan Menderes hükümetinin son yılına denk düştü.

Menderes Hükümeti 1960''da “Siyah Afrika” olarak nitelenen Sahraaltı Afrikası''da Gana ve Senegal''de iki büyükelçilik kurulmasını kararlaştırmıştı.

Aynı yıl Gana''ya bir büyükelçilik atanmış, Senegal''e ise büyükelçi atanmak üzereyken “27 Mayıs” darbesi gerçekleşmişti. Gana Büyükelçimiz 27 Mayıs darbesinden sonra geri çağırılmış ve böylece Sahraaltı Afrikası''yla ilişkiler yine sıfırlanmıştı.

Dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı''nın Sahraaltı Afrika dosyası rafa kaldırılmıştı. Gerçi Dışişleri Bürokrasisi, Sahraaltı Afrikası konusunda, kıtanın bu bölümünde neler olup bittiğinden haberdar da değildi.İşin doğrusu, Sahraaltı Afrikası dosyası bomboştu. Avrupalılar Sahraaltı Afrikası''ndaki ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumak için adeta yarış içindeydi.

Tabii, bu kez Batı''nın söylemi “Aman Afrika Komünist blokun eline geçmesin” idi.

1964 yılında Gana''ya büyükelçi olarak atanan “Marksist Hariciyeci” olarak anılan merhum Mahmut Dikerdem bile o dönemde Sahraaltı Afrikası''nın 36 devletinin isimlerini tek tek sayamadığını itiraf etmiştir anılarında.

Dikerdem''in Gana''ya atanmasının sebebi ise Marksist eğilimli Gana Cumhurbaşkanı Kwame Nkrumah''ın uluslararası politikada kendine yer açma niyetinin bir parçası olarak Kıbrıs meselesiyle ilgilenmesiydi.

Nkrumah''ın bazı girişimleri Türkiye''nin aleyhindeydi. Dikerdem Nkrumah''a Türkiye''nin Kıbrıs tezini anlatmak ve en azından nötralize etmek için gönderilmişti Gana''ya.Bütün dikkat ve ilgileri Batı''ya uyarlanmış Dışişleri Bürokrasisi''nin Afrika konusunda bilgisizliği aslında devletin en üst katlarına kadar sirayet etmişti. İnönü hükümeti tarafından Gana''ya büyükelçi olarak atanan Mahmut Dikerdem, Akra''ya gitmeden önce Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel''in yanına çıkmıştı.

Bakın neler anlatıyor Dikerdem:

“Cemal Paşa bana karşısında yer gösterdikten sonra ''hangi ülkeye gidiyorsunuz'' diye sordu. ''Gana, Paşam'' karşılığını verdim. Gürsel Paşa ''Gana..'' diye tekrarladı sonra sustu. Gana hakkında ne onun soracak ne de benim söyleyecek fazla birşeyimiz olmadığı anlaşılıyordu. Gürsel Paşa: ''Türk halılarını satmakta zorluk çekiyoruz. Gana''ya halı ihracı olanaklarını araştırın'' dedi. Tropik iklimi yaşayan bir ülkeye halı satmamızın zorluğunu düşündümse de Paşa''ya karşılık vermedim. Gana hakkında konuşabildiğimiz tek konuyu da yokuşa sürmek yakışık almazdı.”

Dışişleri eski Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil''in Cezayir''de karşılaştığı bir tabloyu da merhum diplomatlardan Faik Melek hatıralarında şöyle anlatır:

“Çağlayangil 1971 yılında Cezayir''e resmi ziyarette bulunurken kendisini Tlemsen''e de götürmüşler.Yanına nur yüzlü, bir ihtiyar yaklaşmış ve titrek bir sesle Türkçe aynen şöyle demiş: ''Vezir Hazretleri, bunca yıldır neredesiniz?Bizi buralarda bıraktınız''. İhtiyarın bu sözleri Çağlayangil''i ağlatmış. Bana Cezayir''e tayin olduğumda anlatmış ve ''Tlemsen''e sık sık git'' demişti.”

Türkiye nereden nereye geldi sevgili okurlar..

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül daha geçen ayın sonlarından Sahraaltı Afrikası''ndaydı, Gana ve Gabon''u ziyaret etmişti. Cumhurbaşkanlarımız, Başbakanlarımız Afrika''nın her yerine gidiyorlar. Diplomatlarımız da artık eskisi gibi Afrika Kıtası''na Fransız değiller. Türkiye Afrika''nın her yerinde diplomatik misyon bulundurmalıdır elbette. Hırsızlar Şürekası''nın geçmişte yaptıklarını Afrika halkları unutmamıştır. Dolayısıyla “Türkiye''nin Afrika vizyonu” kıtanın ekonomik ve siyasi gelişmesine katkı verecektir.

Türkiye tarihsel birikimi, ekonomisi, demokrasisi ve gelecek vizyonuyla küresel bir aktör olabilecek potansiyele sahip. TİKA eski Başkanı Musa Kulaklıkaya''nın Moritanya''ya Büyükelçisi olarak atanması bu yüzden çok sevindirici. Arkası gelecektir, gelmelidir.

13 yıl önce
"Hırsızlar Şürekası" 126 yıl önce Siyah Afrika"yı pay etmişlerdi
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz