|
Suriye 95 yıl önce ferasetsizliğin kurbanı olmuştu!
Osmanlı aleyhtarı Arap milliyetçiliğinin siyasi merkezi olan Suriye''nin dramatik öyküsü aslında Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransız mandasına girmesiyle başladı. İngiliz desteğiyle Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin''i de içerisine alan “Büyük Arap İmparatorluğu” kuracaklarını zanneden Arap isyancılar aldatıldıklarını anladıklarında artık herşey bitmişti. Fransızlar Suriye''yi üç parçaya bölmüşler ve Lazkiye''de özerk bir Nusayri devleti kurulmasına izin vermişlerdi. Suriye 1946''da bağımsızlığını kazanınca Nusayri devleti de son buldu ama Nusayriler uzun süre bu durumu kabullenmediler. Nusayriler Baas Partisi''ne sızarak siyasi nüfuzlarını sürdürdüler ve 1970''deki Hafız Esad darbesiyle iktidarı ele geçirdiler. Nusayriler 41 yıldır “Esad ailesi”yle azıklık iktidarını sürdürüyor.

Birinci Dünya savaşı''nın en hassas döneme girdiği sırada muhteris Mekke Şerifi Hüseyin''e bağlı isyancı Arap birlikleri İngilizler ve Fransızların bölgede kolaylıkla yayılmasını sağlamışlardı.

1917''de Kudüs düşmüştü.

İngiliz askerleri Selahattin Eyyubi''nin Haçlılardan kurtardığı bu şehrin kapılarından muzaffer bir edayla girmişlerdi.

Kudüs şehrinin ana meydanında büyük bir kalabalık tarafından karşılanan İngiliz general Allenby ile Siyonist Haim Weizman''ın sıcak bir şekilde tokalaşmaları artık belgesellerde yer alan bir görüntüdür.

Bu tokalaşma anında Arap isyancılar ne düşünmüşler bilemem ama Filistin''in satıldığı andır bu.

Kudüs''ün yenik düşen Osmanlı subayları tarafından İngilizlere teslim edilmesi anını gösteren bir başka fotoğraf daha vardı.

O fotoğrafta İngiliz askerlerinin ve Arap isyancılarının mutlulukları yüz ifadelerinden bellidir.

Aynı fotoğrafta yer alan Osmanlı subaylarının yüz ifadelerinden ise Arap isyancılar tarafından uğratıldıkları ihanetin acısını okuyabilirsiniz.

İNGİLİZLERİN YOLUNU ARAP İSYANCILAR AÇTI

Kudüs''ün düşmesinden sonra Osmanlı kuvvetleri birkaç ay daha Filistin''in bazı bölgelerinde tutundular.

Meşhur Filistinli yazar İzzet Derveze hatıratında bakın neler yazıyor:

“Osmanlılar birkaç ay, yani Eylül 1918''e kadar Salt-Nablus- Nasıra hattında tutundular. Bu tarihte İngilizler ve müttefikleri yeniden saldırıya geçtiler ve Filistin''in kalan bölgelerini ele geçirmeye, Osmanlı kuvvetlerini püskürtmeye ve onları önlerinde önce Şam''a, sonra Halep''e ve daha sonra da Anadolu''ya çekilmeye mecbur bıraktılar. Faysal komutasındaki Arap isyan güçleri Osmanlı kuvvetlerinin püskürtülmesi, Şarki Ürdün''deki Akabe cephesinde ve Havran''da Osmanlı ordusunun ulaşım ve erzak yollarının ortadan kaldıırılması konularında rollerini etkin bir şekilde yerine getirdiler. Bu güçler Ekim 1918''de Şam''a hızlı bir şekilde girmek suretiyle de rolünü etkin bir şekilde gerçekleştirdi.”

Artık Osmanlı idari birimleri Suriye bölgesinden Anadolu''ya rücu etmek zorunda kalmışlardı.

Şehirler birer birer düşüyor, Osmanlı bayrakları indirilip yerlerine yeni uydurulmuş Arap bayrakları çekiliyordu.

Bu bayrak indirmek ve yerine Arap bayrakları çekme sadece Suriye''de değil başta Beyrut olmak üzere bütün Lübnan şehirlerinde de vuku bulmuştu.

Şerif Hüseyin''in oğlu Emir Faysal Şam''a girmesini sevinçle karşılayan İzzet Derveze şöyle anlatır:

“Çok geçmeden haber aldık ki Faysal , Arap isyanının birlikleri ve kendisine katılan mücahitler, Suriye ve Irak subaylarıyla beraber atının üzerinde Şam''a girmiş. O anda öylesine bir gayret ve infiale kapıldım ki, fesimi telgraf aletlerinin bulunduğu salonun tavanına fırlattım. Şam telgraf memurlarının bize bildirdikleri hususlardan biri de Faysal''ın Suriye''nin bağımsızlığını ilan ettiği ve Arap isyanı hedefine varabilmek için yanında müttefik ve dost İngiliz birlikleri olduğu halde bazı birliklerinin başında Halep''e gittiğiydi.”

ARAP BAYRAKLARI YERİNE FRANSIZ BAYRAKLARI

Emir Faysal Şam''a girmiş, Suriye''nin bağımsızlığını ilan etmişti ama İngilizler kıs kıs gülüyorlardı.

“Şimdilik bırakalım Emir Faysal kendisini Irak, Suriye Lübnan Filistin ve Ürdün''ü de kapsayan Büyük Arap İmparatorğunun Kralı olarak görsün” demişlerdi.

İşin gerçeğinde ise Irak ve Filistin İngilizlere, Suriye ve Lübnan Fransızlara bırakılmıştı.

Savaş bitip de Osmanlı Devleti ateşkes sözleşmesini imzaladıktan sonra zaten bilinen ama bir türlü Arap isyancılar tarafından kabul edilmek istenmeyen gerçekler de kendisini bütün gücüyle dayatmıştı.

Emir Faysal ve adamları Suriye''den ve Lübnan''dan çıkarıldılar. Arap bayrakları indirildi, yerlerine Fransız bayrakları çekildi.

Faysal''a İngiliz kontrolünde bir Irak Krallığı, kardeşine de aynı şekilde bir Ürdün Emirliği tevcih edildi sadece.

Emir Faysal, Suriye''nin Fransız mandasına girmesindense İngiliz mandasına girmesini yeğ tutuyordu.

Bu yüzden meşhur gazeteci Muhammed Kürt Ali''den Suriyelileri İngiliz Mandasına girmeye çağırmasını istiyordu.

Olacak şey değildi, İngilizler ve Fransızlar çok daha önceden aralarında anlaşmışlar ve Arap isyancıları aldatmışlardı.

Gerçek buydu.

1950''lerde ortada Irak Krallığı falan da kalmadı. Faysal hanedanı ve Faysal''dan kalan yönetici elit Irak''ta vahşi bir şekide tasfiye edildi.

Mekke Şerifi Hüseyin ise daha 1920 başlarında İngilizler tarafından yüzüstü bırakılmış ve bunun neticesinde Suudiler tarafından yenilerek Kıbrıs''a sürgün edilmişti.

Arap isyancılar büyük bir oyunun içerisine birer piyon olarak sokulduklarını anlayacak ferasette değillerdi.

Elbette Arap isyancıları bütün Arap halkını temsil etmiyorlar.

Öte yandan geleneksel ulema sınıfı da çoğunlukla “Osmanlı Hilafeti”ne sadık kalmıştı.

LAZKİYE''DE ÖZERK NUSAYRİ DEVLETİ

Suriye Fransız mandasına girdikten sonra birkaç parçaya ayrılmıştı.

Lazkiye''de Fransızların desteğiyle bir küçük “Nusayri Özerk Devleti” bile kurulmuştu.

Suriye ve bilhassa Şam Osmanlı İmparatorluğu''nun son döneminde Arap milliyetçi muhalefetinin merkezi durumundaydı.

Yüzyıllarca hor gördükleri Nusayriler(Suriye Alevileri), Fransız manda yönetimi ile sıcak bir ilişki kurmak suretiyle durumlarını güçlendirmişlerdi.

Fransızlara karşı ayaklanan Arap isyancılarına karşı Fransız konutanların emrine giren Nusayriler savaşmışlardı.

Dürzi Lider Sultan el-Atraş''ın büyük kıyamının hedefine ulaşmasının önünde de yine Nusayriler durmuştu.

Fransızların Suriye''de kalmasını isteyen tek grup da Nusayriler idi.

Nusayri eliti kaderini Fransız mandasına bağlamıştı ve Sünni Arapların Suriye''yi yönetmelerine itiraz etmişlerdi.

Bu yüzden Fransız mandasına karşı mücadele eden “Suriye Kongresi”ne delege göndermeye bile gerek duymamışlardı.

Bir Nusayri lideri 1926''da Milletler Cemiyeti Daimi Manda Komisyonu oturumlarında “Biz üç ya da dört asırda yaptığımız ilerlemeden fazlasını son üç dört yılda başardık. Bunun için bizi bu halde bırakın” demişti Fransızlara.

Fransızların kurduğu ordunun kilit mevkileri Nusayrilere teslim edilmişti.

NUSAYRİLER MANDA''DAN MENNUNLAR

1936''da Fransızlar Lazkiye merkezli Nusayri Devleti''ni Suriye ile birleştirmek istediğinde Nusayrilerin itirazıyla karşılaştılar. Daniel Pipes''in yazdığına göre Lazkiye Nusayri Devleti''nin muahafaza edilmesi ve Sünni Araplarla aynı birlik içerisine sokulmaması için Fransa Başbakanı Leon Blum''a bir mektup göndermişlerdi.

Altı Nusayri liderin gönderdiği mektupta Süleyman el Esad''ın da imzası vardı. Kardaha''lı Süleyman el Esad 30 yıl Suriye''yi demir bir yumrukla yöneten Hafız Esad''ın büyükbabasıydı.

Lazkiye Aralık 1936''da özerkliğini kaybetmekle birlikte özel bir idare ve mali rejime sahip olmaya devam etmişti.

Bu arada Nusayrilerden Süleyman el-Mürşid isyanı başgösterir.

İsyanın amacı Fransızlara Nusayri Özerk Devleti''ni kabul ettirmektir.

Bir taraftan isyan sürerken, diğer taraftan Fransız makamları nezdinde girişimler art arda geliyordu.

Suriye 1946''da bağımsızlığını elde ettikten sonra da Nusayri isyanları devam etti.

Nusayrilerin Suriye dışında kalma çabaları 1950''lerin yarısında sükuta uğradı.

Ama iş burada bitmedi, Nusayriler Baas Partisi''ne sızarak iktidarı ele geçirmekten vazgeçmediler.

Nusayriler Fransız mandasından itibaren orduda yer almaktan memnun kalmışlardı.

Önlerinde tek seçenek de buydu ve bunu çok da iyi kullandılar.

Böylece Arap dünyasının karmaşası içinde allak bullak olan bulanık atmoferde giderek rollerini artırdılar.

Laik, ulusalcı, sosyalist “Baas İdeolojisi” Nusayriler için kendilerini rahatça ifade edebilecekleri bir zemin yaratıyordu.

Hafız Esad da geleceğini Orduya yazılarak kurmayı amaçlamış bir Nusayri idi.

Ordu içerisindeki Nusayri hiziplerin desteğiyle kariyer basamaklarını birer birer tırmanmıştı.

Baas partisinin askeri kanadında yer alarak kendine bir alan açmayı başarmıştı.

Hafız Esad ve Baas Partisi...

1963''deki Baas Hükümet darbesinde Nusayriler etkindirler.

Nusayri hizbi 1966 Darbesi''nde daha da etkin bir rol oynamıştı.

1970 Kasımındaki Hafız Esad darbesiyle Nusayri etkinliği zirveye ulaşmıştı.

Hafız Esad''ın askeri kariyerindeki yükselişiyle Nusayrilerin politik yükselişi parelel gitmiştir hep.

Daniel Pipes''in de vurguladığı gibi Hafız Esad 1963 darbesiyle iktidarın tadına varmıştı.

Hava Kuvvetleri Komutanı Esad''ın Şubat 1966''daki isyanı vaktinde desteklemesi Nusayrilerin iktidara gelmelerini sağlamada belirleyici bir rol oynamıştır, ödülü ise yeni rejimin ilanından yirmi dakika sonra Savunma Bakanlığına atanması olmuştur.


Böylece Ordunun bütünü üzerinde hakimiyet kuran Esad, Baas Partisi içindeki Nusayri rakibi Salah Cedid''i de 1970''de devre dışı bırakmayı başarmııştır.

Artık Hafız Esad''ın önünde hiçbir engel kalmamıştır.

Zamanla Baas Partisi''nin rejim üstündeki nüfuzunu da ortadan kaldıran Esat artık “tek adam” olmuştur.

Ordunun ve istihbaratın bütün kilit noktalarını Nusayrilere ve bilhassa kendi kabilesinden güven duyduğu adamlarıa teslim etmiştir.

Aslında Esad bir Nusayri olmasına rağmen Sünni İslami muhalefeti etkisiz kılmak için mümkün olduğunca “Arap-Müslüman” kimliğini öne çıkarmaya çabalamıştır.

Bu yüzden iktidar bileşenlerinde Baas İdeolojisine bağlı Sünni Araplara, Dürzilere ve Çerkeslere de yer vermiştir.

Ama kökü derinlerde oln bir ihtiyatlılıkla asla kilit mevkileri Nusayri olmayanlara teslim etmemiştir.

1930''lardan beri Suriye''de örgütlü bulunan “Müslüman Kardeşler”in muhalefeti 1970''lerde şiddetlendi.

1950''lerde Arap laik-milliyetçi otoriter rejimleri popülerlik kazandığından Müslüman Kardeşler''in Suriye ve Mısır''daki faaliyetleri kuvvet kullanılarak durduruldu.

Suriye''de 1982''deki Müslüman Kardeşler ayaklanması büyük bir şiddetle bastırıldı, Hama ve Humus yerle bir edildi, binlerce insan yaşamını yitirdi.

Onbinlerce kişi Suriye''den kaçarak sürgünde yaşamaya devam ettiler.

2000''de Hafız Esad öldü ve yerine oğlu Beşşar Esad geçti.

Baas İdeolojisi iflas etti ama “Tek Adam” rejimi değişmedi.

Rejimi bir soğana benzetirsek, en üstte Beşşar Esad, onun altında kilit askeri mevkileri işgal eden Nusayri aktörler onun da altında çeşitli etnik kökenlerden gelmekle beraber Esad rejimine bağlı politik aktörler, onun da altında bir bütün halinde Nusayri toplumu yer alıyor.

Gerçekte Suriye rejimi bir azınlık rejimidir.

Sorun da burada.

Beşşar Esad ve Suriye iç dengeleri..

Babasından daha ılımlı olan ve Batı üniversitelerinde eğitim alan Beşşar Esad rejimi biraz daha yumuşatmak için bazı açılımlar gerçekleştirdi ama hiç bir zaman “Müslüman Kardeşler” muhalefetini serbest bırakmayı göze alamadı.

Sürgündeki Suriyelilerin ülkelerine dönmesine izin vermedi. 1950''lerden kalma otoriter ve totaliter rejimlere yönelik sivil başkaldırıdan Suriye''nin etkilenmemesi düşünülemezdi. “Kuzey Afrika” ve “Yakın Şark”taki eski rejimlerin gitmesi ve yerine demokratik rejimler kurulması yönünde uluslararası kamuoyunun ciddi bir baskısı sözkonusu. Suriye''de yaşanan olaylar, Beşşar Esad ve “Tek Adam” rejimini tehdit ediyor. Değişimin iç savaşlara yol açmadan, kansız bir şekilde gerçekleşmesi gerekiyor. Suriye iç dengelerini bozmayacak bir şekilde, Nusayrileri, Dürzileri ve Kürtleri de içine alan geniş tabanlı bir muhalefet cephesi açılmadan Esad rejiminin işbaşından uzaklaşması zor görünüyor.

Çünkü Esad rejiminin çelik çekirdeği Nusayrilerden oluşuyor. Nusayrileri tatmin etmeyen çözümler, Suriye''nin bölünmesini ve bunun sonucunda askeri bir müdahaleyi davet edebilir. Son tahlilde Nusayriler istemedikleri bir rejimde yaşamak yerine Batı koruması altında küçük bir devlete rıza bile gösterebilirler. Bu da hiç bitmeyecek bir iç savaş anlamına gelir. Bölünmüş ve zayıflatılmış bir Suriye kimin işine yarar? Herkesin bu soru üzerinde ciddiyetle düşünmesi ve adımlarını buna göre atması gerekiyor. Suriye''de demokratik değişim gerçekleşecekse, yukarıda da ifade ettiğim gibi bütün tarafları tatmin edecek bir program şart.

Türkiye''nin sürece olumlu katkıları da bu program çervesinde mümkün olabilir.

13 yıl önce
Suriye 95 yıl önce ferasetsizliğin kurbanı olmuştu!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle