|
Dünyada ve Türkiye’de rektör seçimleri
676 sayılı KHK ile
kavramı yerine atama kavramı getirilerek köklü bir değişikliğe gidilmiştir. Birçok kesimden çok ciddi tepkiler gelmiş ve düzenleme protesto edilmişti. Hala da tepkiler devam etmektedir. Özellikle bazı üniversitelerin terör örgütlerinin yuvası haline gelmiş olması ve bunların propagandasının rahatça yapılıyor olması bu düzenlemede önemli bir etken olmuştur. Yine rektör seçimlerinin ortaya çıkardığı sıkıntılar da bu düzenlemenin yapılmasında etkili olmuştur.

Acaba dünyada rektör seçimi nasıl yapılıyor? Bu yazımızda İhsan Doğramacı tarafından kaleme alınan ve birçok defa güncellenen Türkiye'de ve Dünyada Yükseköğretim Yönetimi adlı kitapta yer alan dünyanın belli başlı üniversitelerinde uygulanan rektör seçimi ve atamasına yer vereceğiz.

Rektör seçiminden rektör atamasına nasıl gelindi?

676 sayılı KHK ile 2547 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin (a) fıkrasının birinci paragrafında yer alan rektörlük seçimi ve ataması yeniden düzenlenmiştir. Buna göre; Devlet üniversitelerinde rektör Yükseköğretim Kurulu tarafından önerilecek, profesör olarak en az üç yıl görev yapmış üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanacaktır. Bir aylık sürede önerilenlerden birisinin atanmaması ve Yükseköğretim Kurulu tarafından, iki hafta içinde yeni adaylar gösterilmemesi halinde Cumhurbaşkanınca doğrudan atama yapılabilecektir.


Aynı Devlet üniversitesinde iki dönemden fazla rektörlük yapılamayacaktır. Vakıflarca kurulan üniversitelerde rektör, mütevelli heyetinin Yükseköğretim Kuruluna teklifi ve Yükseköğretim Kurulunun olumlu görüşü üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanacaktır.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında üniversitelerin masaya yatırılması konunun bu noktaya gelmesinin asıl sebebidir. Bazı üniversitelerin terör üssü haline gelmiş olması ile ideolojik saplantı bataklığından çıkamamış olması bu düzenlemeyi zorunlu hale getirmiştir. Yine daha önceki düzenlemede çok düşük oy alanlar rektör seçildiği için çok ciddi eleştiriye maruz kalınıyordu. Yeni düzenleme ise kıran kırana geçen rektörlük seçimlerini tamamen ortadan kaldırmıştır. Bunun lehinde veya aleyhinde meşrebinize göre görüş serdedebilirsiniz. Asıl gösterge ise eğitim kalitesinin ulaşacağı seviyedir.

2547 sayılı Kanunun ilk halinde rektör seçimi nasıldı?

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun ilk halinde rektörler atama ile gelmektedir. Buna göre, üniversite tüzel kişiliğinin temsilcisi olan rektör Yükseköğretim Kurulunun önereceği yükseköğretimden sonra en az on beş yıl başarılı hizmet vermiş tercihan devlet hizmetinde bulunmuş ikisi üniversitelerde görevli profesörlerden olmak üzere dört kişi arasından Devlet Başkanınca beş yıl için atanmaktaydı. Önerilenler atanmadığı ve iki hafta içerisinde yeni adaylar gösterilmediği takdirde ise Devlet Başkanınca doğrudan atama yapılmaktaydı.

Bu düzenleme 7 Temmuz 1992 tarihinde yürürlüğe giren 3826 sayılı Kanun'la değiştirilmiş ve yapılan değişiklikle rektör aday adaylarını belirleme yetkisi üniversite öğretim üyelerine verilmiştir. Bu değişikliğin sağ-sol koalisyon hükümeti döneminde yapıldığını hatırlatmak isteriz.

Değişiklik sonrasında, seçilen rektörün, aday olup da seçilemeyen dekanların veya profesörlerin amiri olduğu düşünüldüğünde nasıl bir manzaranın ortaya çıktığı bilinen gerçeklerdir. Seçilen rektörün, seçilemeyenlere mobbing vb. istenmeyen şeyler yapması, bazılarını istifaya zorlaması ve kendisini destekleyen öğretim üyelerini ödüllendirmesi pek de istisnai olaylardan değildir.

Rektör seçiminde dünyada nasıl bir uygulama yapılıyor?

İhsan Doğramacı tarafından kaleme alınan ve birçok defa güncellenen “Türkiye'de ve Dünyada Yükseköğretim Yönetimi" adlı kitapta (internettede bulunan kitabı ilgilerinin dikkatine sunmak isteriz) dünyanın belli başlı üniversitelerinde uygulanan rektör seçimi örneklerle ele alınarak önerilerde bulunmaktadır.

Kitapta, Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar ülkemizde yükseköğretimin gelişmesi gözden geçirilerek, Türkiye'de ve diğer gelişmiş ülkelerdeki üniversite-devlet ilişkileri ile yükseköğretim yönetim sistemleri karşılaştırılarak üniversite özerkliği ile akademik özgürlük kavramlarına açıklık getirildiğini görüyoruz. Kitapta, atama ile görevlendirme kuralının değiştirilerek, yerine, adayların öğretim üyelerince belirlenmesi kuralının getirilmesinin yarattığı sıkıntılar da vurgulanmıştır.

Özellikle çağdaş, gelişmiş ve demokrasinin hâkim olduğu ülkelerde rektörlerin veya adaylarının öğretim üyeleri tarafından belirlenmesine rastlanmadığı belirtilerek, İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya, Almanya, İspanya, Avusturya, Filipinler ve Hindistan örnekleri incelenmiş ve buralarda da öğretim üyeleri arasında kıran kırana bir seçimin olmadığına yer verilmiştir.

Yine kitapta üniversite yönetimleriyle ilgili öneriye yer verildiğini görüyoruz. Bu öneride şu ifadelere yer verilmiştir; Arayış içinde bulunduğumuz şu günlerde önerimiz, 2547 sayılı Kanun'un ilk çıktığı günkü haline dönüştürülmesidir. Kanımca, her üniversitede bir mütevelli heyet oluşturulması yararlı olacaktır.

Son 20 yılda mütevelli heyetlerce yönetilen vakıf üniversitelerinin başarıları ortadadır. ODTÜ de kuruluş yıllarında mütevelli heyet tarafından yönetilmiştir. İleride her üniversitede bir mütevelli heyet oluşturulması gerçekleşinceye kadar ABD'nin New York ve California eyaletlerinde olduğu gibi “ülke çapında bir mütevelli heyet" düzeyinde bir “Yükseköğretim Kurulu"nun oluşturulması uygun olacaktır. Kurula üniversitelerin ve hükümetin yanı sıra sivil toplum örgütleri temsilcilerinin de katılımının sağlanması, Kurulu daha çağdaş bir duruma getirebilir. Örneğin, Yükseköğretim Kurulu üyelerinin dörtte birinin Üniversitelerarası Kurulca, dörtte birinin Bakanlar Kurulunca, dörtte birinin de sivil toplum örgütlerince önerilerek Cumhurbaşkanı tarafından atanması; geri kalan dörtte birinin ise Cumhurbaşkanınca doğrudan atanması düşünülebilir. Böylece, üniversitelerin en azından Kurul aracılığıyla devlete hesap verme sorumluluğunda olduğunun hatırlanması sağlanabilir.

Devlet üniversiteleri büyük ölçüde devlet tarafından finanse edildiğine göre, üniversitelerin de devletin gözetim ve denetimine tabi olduğuna kuşku yoktur. Bu açıdan Yükseköğretim Kurulu Başkanının üçlü kararname ile atanması uygundur. Buna seçenek olarak, millî eğitim bakanının kendisinin veya seçeceği bir yardımcısının toplantılara başkanlık etmesi düşünülebilir. Rektörün, Yükseköğretim Kurulu tarafından kurulacak komisyonlar aracılığıyla ilgili üniversite ziyaret edilerek öğretim üyelerinin gayri resmî görüşleri alındıktan sonra, tercihen üniversite dışından atanması ve adayda akademik kariyer koşulu aranmaması uygun olacaktır. Buna örnek olarak yurt dışında Columbia Üniversitesinde Dwight Eisenhower'ın, yurt içinde ise ODTÜ'de bir maliye uzmanı olan Kemal Kurdaş'ın rektörlük yapmaları gösterilebilir. Dolayısıyla, söz gelimi, deneyimli bir diplomatın veya valinin rektör olmaması için hiçbir neden yoktur. Bu suretle, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen adaylardan birinin cumhurbaşkanınca atanması önerilir. Son düzenleme ile yapılan önerinin kısmen de olsa hayata geçtiği görülüyor. Ne diyelim her şey aslına rücu ediyor.
#Rektörlük seçimleri
#KHK
#YÖK
7 yıl önce
Dünyada ve Türkiye’de rektör seçimleri
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî