|
Asıl felaket: Ümmete yabancılaşma!
Hacda bine yakın Müslümanın hayatını kaybedişinin detayları tümüyle henüz açıklığa kavuşmamış olsa da tahmin edebiliyoruz. Suudilerin daha önceki facialardan sabıkalı uygulamaları ve genelde de iş tutuş tarzları göz önüne alındığında maalesef tekrarlanma riski yüksek. Duamız bunun son olması yönünde. Ancak duayı icrada aramak gibi duanın şartları göz önüne alındığında gelecek açısından umut vaat etmiyor

Hac bir mahşer provasıdır.

Hac vesilesiyle o günün dehşetini fert olarak idrak ederken ümmet çapında ve mekan planında bunu adeta tecrübe ederiz. Belli zaman ve mekan içinde mahşeri derinliğine teker teker idrak eden Müslüman zaman içinde zamanı da yaşar...

Bu nedenle haccın her rüknü yaşayan Müslümanların topluca sınandığı, ümmetin her anlamda özetinin resmedildiği bir sınav kağıdıdır. Bu açıdan bakılınca haccın doğasında var olan mahşerin telaşesini, ürpertisini hem fert planında hem ümmet çapında yaşamaktan, hissetmekten doğal ne olabilir. Her şeyin steril olduğu, her şeyin yerli yerinde bir düzen içinde milyonların mahşerileşmesini beklemek de beyhude.

Dar vakitte ve belli alanda milyonların ibadetini yerine getirmeyi sağlayacak hac organizasyonu siyasal, kültürel açıdan ele alınmaya muhtaç.

Dünya petrol trafiğinin ana damarlarından birini yöneten bir devletin bir kaç günlük organizasyonda üstüste felaketlere yol açan hatalar yapması nasıl açıklanabilir. Her gün milyonlarca varil petrol pompalayan Suud'un bu çapta bir teknik hataya sebebiyet verdiğini hatırlamıyoruz. Oysa milyonlarca varilin üretildiği bir alanda teknik veya insan faktöründen kaynaklanan felekate sebebiyet verildiğini pek hatırlamıyoruz.

Oysa tüm imkanlarını seferber ederek dikkatini yoğunlaştırp organizasyon becerisini ortaya koyarak bu sınavı vermesi gerekenler bu sorumluluğu alanlardır. Dünyanın her tarafından toplanan ve büyük çoğunluğunun ilk kez geldiği kutsal mekana hükmetmek aynı zamanda küresel ölçekte siyasal sonuçları olan bir sorumluluktur.

Her tedbirin mutlaka zaafı vardır, ancak sorumsuzluğun alışkanlık hale geldiği durumlarda da birileri hesap vermelidir.

Bunca imkana rağmen ümmetin emaneti hacıların can güvenliğini bile basit tedbir eksikliğinden dolayı sağlayamayan bir yönetimin adeta hiç sorumlu değilmiş gibi davranmasının nedenleri üzerinde düşünmeye değer. Üstelik yüzlerce yıldır icra edilen bir ibadetin nerede ne şekilde yönlendirilmesi, ne türden tedbirler alınması gerektiği konusu keşfe muhtaç değilken.

Hacda ortaya çıkan felaket tablosu her şeyden önce siyasal bir sorundur. İslam aleminin kalbi niteliğindeki mukaddes beldelerin Müslümanların geneline yabancı, marjinal bir anlayışın denetimine geçmesini sağlayan sömürgeci planın iyi analiz edilmesi gerekiyor. Ortaya çıkan felaketle alakasız gibi görünen bu ümmete yabancılaşma olgusu; dini referanslarından, siyasal yansımalarına, bireysel ilişkilerden ibadetin icrasına kadar tüm formlarda kendini ele verir...

Tüm Müslümanlara tepeden bakan bu anlayış ve istisnai sorumluluğu elinde tutanlarda ümmete yabancılaşan sentetik tutum söz konusu. Bir tür kibirle karışık sentetik ruh hali olup bitenlerden ders çıkarmak, özeleştiri yapmak, kendi sorumluluğu ile yüzleşmek yerine mağduru suçlayan tutum ortaya çıkıyor. Yaşanan felaketten sonra Suudi bakanların yaptığı açıklamalar sorumluluğu tümüyle hacılara yükleyen, adeta “gelmeselerdi bu felaket yaşanmazdı” anlamına gelebilecek bir sorumsuzluk örneği.

Elbette kader ve kaza gibi bizi aşan ilahi hükmün dışında maddi planda, esbaba tevessül babında üzerimize düşen sorumluluğun gerekleri hakkında akıl yürütüyoruz. Son derece rasyonel plan ve önlemlerle halledilecek bir altyapı çalışması dururken her durumda kendini sorumluluk dışı tutan bir kaderciliğe sığınmak herşeyden önce dine aykırı.

Neredeyse hiç bir çaba ve beceri göstermeden petrol nimeti üzerinden kondukları serveti kendilerinin seçilmişliğine bağlayan bunu da dini gerekçelere bağlayan bir zümrenin Müslümanlık kibri taslamaları Müslümanlara pahalıya mal oluyor.

Düşünelim ki eğer bu topraklarda şu veya bu şekilde ümmetin geneli ile barışık, taşıdığı sorumluluğun bilincinde bir emanetçi olsaydı hizmetin mahiyeti farklı olurdu. Buna rağmen kaza da olabilirdi ancak bu yabancılaşma sorununun çözüldüğü, milyonların bir araya geldiği kutsal mekanlara evsahipliği yapmanın manevi nüfuzu başka türden açılımlarla sonuçlanabilirdi.

Mekanla zamanın içiçe geçtiği, ümmetle Müslüman ferdin buluştuğu hassas bileşkede küresel hegemonlar adına petrol bekçiliği ancak böylesi yabancılaşma durumuyla çözülebilirdi. İslam dünyasında maddi ve siyasi anlamda ümmet bilincinin kuvveden fiile geçmemesi sadece beceriksizlik sorunu değildir: Ümmete yabancılaşma, hegemonlarla uyuşma sorunudur.
#Ümmete yabancılaşma
#mina faciası
#hac
9 yıl önce
Asıl felaket: Ümmete yabancılaşma!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle