|
Hayal ve sükut-u hayal arasında

Hafızalarda kalan adıyla İslam Konferansı'nın liderler zirvesinin İstanbul'da toplanıyor olması sembolik olarak daha güçlü bir vurguya sahip olabilirdi. Yine de hayalle gerçeklik arasındaki bağlantıyı koparmadan olması gerekene dair bir gösterge değeri var.



Olanca gürültüsü ve iri sözlere rağmen İslam Konferansı ya da İslam İşbirliği Teşkilatı İslam dünyası için ne ifade ediyor? Böyle bir yapılanmanın bunca yıldır İslam dünyasının hangi sorunlarını çözebildiği sorusu her zaman için geçerli ancak eksiktir.



Öncelikle şunu unutmamalı, İslam ülkelerinin bunca parçalanmışlık sergilediği bir ortamda böylesi bir ortak platformun bile var olması önemlidir. Her ne kadar hiç bir gerçek sorunla yüzleşme, inisiyatif alma ve belirleme, irade ve gücü olmasa da en azından bir araya geliniyor olması bile önemli sayılmalıdır.



İslam Konferansı'nın yapısal olarak, İslam aleminin içinde bulunduğu pek çok soruna müdahil olma hedefi, kapasitesinin bulunmadığı, bu açıdan yüksek beklentilerin gereksiz olduğu aşikar. Her şeyden önce bir askeri pakt olmadığını, BM çatısı altında kurulmuş bir uluslararası dayanışma örgütü olduğu hatırlanmalı.



Bir dayanışma, yardımlaşma, istişare mekanizması olarak diplomatik ağırlığının hiç de küçümsenmemesi gerektiği de ortada. Asıl sorun Mescid-i Aksa'nın Yahudilerce yakılması üzerine acilen toplanıp kurulan bu örgütün bugün geldiği noktada işlev ve kapasite olarak nerede durduğu hususudur. Kuruluş amacı ve gerekçesi göz önüne alındığında ortaya konan hedeflerden ne kadarını gerçekleştirebildiği, hangi sorunları çözdüğü, çözme çabasına girdiği ayrıca sorgulanabilir.



İslam dünyasının önündeki devasa sorunları göz önüne alındığında bunlar arasında örgütün ilgi alanına giren başlıklarda ne tür mesafe aldığı, ne tür inisiyatif geliştirdiği, gelecek ufkunun ne olduğunun konuşulması gerekir. Şatafatlı seremonilerin gizlediği gerçek sorunlarla yüzleşmek için yakıcı, rahatsız edici başlıkları bu vesileyle gündeme getirmekte yarar var.



İslam Konferansı'nın kuruluş nedeni ve her toplantının ilk gündem maddesini oluşturan Kudüs ve Filistin bu zirvenin de ilk gündem maddelerinden biri. 1969'dan bu yana

Kudüs'ün statüsü, geleceği, işgal edilmişliği, Siyonist sömürgeciliğin gittikçe kalıcı hal alışı gibi sonuçlara bakıldığında iyimser bir tablo çıkmaz.

Aynı şekilde gerek uluslararası hukuk, gerekse tarihsel olarak benzer kaderi yaşayan Keşmir de hem diplomatik olarak hem de fiili çözüm arayışı açısından artık gündemden düşmüş görünüyor. Oysa her iki sorunda da sadece BM kararlarının uygulanmasını talep etmek; bunun için diplomatik, siyasi ve ekonomik yaptırımları devreye koymak örgütün hakkı ve sorumluluğunda.



Sorunları tek tek sıralamaktan çok ortak tehdit olarak karşımıza çıkan temel meselelerin önceliği ve tehdit algısını doğru tespit edip stratejik bir eylem planı yapılması gerekir.

Müslüman azınlıklar sorunu, İslamofobi, İslam dünyasının yoksullukla baş edebilmesi

gibi acil çözüm bekleyen ortak sorumluluk isteyen sorunlar için gerekli mekanizmaların çoktan işlevsel hale gelmesi gerekirdi.



Dış faktörlerin dışında

yakın coğrafyamızda ortaya çıkan sekter ayrışma, ulusalcılık temelli parçalanma temayülleri

ne karşı en azından çözüm üzerinde konuşabilme imkanları oluşturulabilirdi.



Kuruluşundan bu yana artan üye sayısı ve özellikle Sovyet sonrası Türk cumhuriyetleri gibi farklı siyasal kültürden gelen ülkelerin katılımı ortak kültür politikalarının oluşturulabilmesi için fırsattı. Askeri anlamda ortak hareket etme imkan ve zemini olmayan İslam Konferansı en azından hayalci beklentilere kapılmadan belli alanlarda kurumsallaşabilir ve yeni yapılanmalar alan açabilirdi.



Bu noktada İslam aleminin temel sorunu hala ellerinde var olan tek ortak organizasyonun, bir araya gelme imkanıyla neleri başarıp başarmadığı değil. Bu

birlikteliği oluşturan birimlerin başlı başına bir şeyler yapmanın imkansızlığını gösterme gayretleridir.

Ulus devletlerin kendi içindeki meşruiyet sorunlarının gittikçe kronikleştiği bir ortamda ne küresel meydan okumalara ne de tarihsel dertlere çözüm bulmalarını beklemek beyhude. Kaldı ki ciddi bir irade ve sağlam bir siyasal yapıyı gerektiren askeri ittifak konusu bu yapının kaldıracağı bir sorumluluk değildir. Son zamanlarda gündeme getirilen

“İslam Ordusu” gibi abartılı, beklentisi yüksek ama içi boş yapılanmalar da olması gerekenin önünü kesmesi muhtemel örneklerdir.


Bir diplomatik imkan olarak İslam Konferansı'nı değerlendirmek isterken bunun başladığı seviyeden geriye düşmesi, daha kalıcı sonuca yönelik stratejik vizyonla yeni işbirliği imkânlarına kapı açamaması gibi temel sorunu görmezlikten gelmek, abartılı söylevlere ikna olmak neden bir adım ileri gidilmediğinin temel sebeplerindendir.



Yoksa İslam Konferansı'ndan NATO gibi askeri, AB gibi siyasi, ekonomik ittifak modelleri beklemek çürük ipliğe hayal dizmek demektir.



Bunun gerçekleşmesinin önündeki engeller arasında var olan yapısal nedenlerin yanı sıra, küresel güç merkezlerinin etnik ve sekter kaygıları, ulus devlet çıkarını birleştirici ideallerin üstünde tutan ama buna rağmen liderlik, öncülük iddiasını kimseyle paylaşmayan figürlerin varlığıdır.



#sükut-u hayal
#İslam alemi
#nato
#İslam Konferansı
8 yıl önce
Hayal ve sükut-u hayal arasında
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...